30 Nisan 2007 Pazartesi

ang lee'nin hulk'u

Bahar tatiline girdim biraz daha rahatladım. Hoş gene iş var, gene çalışıyorum ama çalışırken de aynı zaman da film izleyebilecek kadar da gevşedim.

Bugün öğleden sonra öğrencilerin ödevlerini okurken bir yandan da Hulk'u
izliyorum. Konuyu orjinalinden biraz farklı ele almış ve elbette 3d'nin nimetlerinden olabildiğince faydalanmışlar.
Ama maalesef karakteri tam çizgi film kıvamına sokmuşlar. Her
ne kadar orjinalinde bu kadar yakışıklı olmasa da (bknz yandaki Marvel çizimi) reel fon üzerinde çizgi roman bir yeşil dev adamın oradan oraya zıplaması filmin efektini azaltmış.

Diğer yandan, üstelik Marvel çizgi romanları ile büyümüş bir velet olmama rağmen orjinal hikayede işlenip işlenmediğini anımsamasam da, yaratılış efsanesindeki meydan okuyuşun burada çok güzel ele alındığını düşünüyorum. Kendisini yaratan babaya (başka bir deyişle Tanrı'ya) karşı geliş sahnesi kapkaranlık bir görsellik sergilemiş.

Ve bütün süper kahramanlarda olduğu gibi burada da kıyafet problem teşkil ediyor. İnandırıcılıktan uzak kalıyor. Normal insandan yeşil deve dönüşürken ayağındaki çorap dahi parçalanırken, nasıl oluyor da o pantalon sağlam kalıyor? (Evet evet, bütün sorunlar bitti, kahramanların donları problem oldu!)

Ve korkarım filmde en çok hoşuma giden kısmı, jeneriğin çizgi roman karelerinden alınma konuşma balonları ve yazıları şeklinde düzenlenmiş olmasıydı!

burgaz

Sizler Çağlayan Meydanı'nda "Laiklik bizim kalacaktır" nidaları atarken ben o sorumluluğu emin ellere teslim etmiş olmanın rahatlığıyla (off yıkama yağlama bedavaaaaa!) Burgazada'da balık keyfi yaptım.

Daha yola çıkarken bizi hamile bu kedicik uğurlamaya geldi.
Karnını sevdire sevdire bir hal oldu.

Tabii yola çıktığım tekneyi de görün istedim. Size çaktırmadığım servetimin minik bir parçasıdır kendileri.
O zaman niye uzaktan görüntüledin diye sormayın, salt size hizmet olsun, hani züğürdün dili yorulsun diye...


Hazır mal varlığımı açıklamaya
başlamışken, naçizane evimi de görün dedim. Tamam biraz minik kaçmış olabilir, ama kendisi adadadır ve benimdir.

Ziyarete gelebilirsiniz lakin yatılı misafir de kabul etmiyorum, edemiyorum. Ev o kadar büyük değil, tabii ön kapının önünde yatmayı kabul ediyorsanız o başka...

Gelecek olanlara da hemen tarif edeyim yolu. Aha şu yandaki yolu takip edeceksiniz, direkt benim eve ulaşabilirsiniz.


Oradan da hemen özel plajıma gidebiliriz. Ah ah zengin olmak
zor mesele valla, onca parayla ne yapacağımı bilemiyorum işte.


Kalpazankaya'ya (valla buranın özellikle fotosunu çekmedim, gidin kendiniz görün!) vardığımızda başka biri daha
misafirperverliğini göstermeye gayret ediyordu: "Buyur otur, ben güneş banyomu yapıp geliyorum diye buyurdu hazret, ama ondan sonra yerinde yeller esiyordu elbet.

Ben hazır Burgaz'dayım, buranın birincil simgesi olan ve aşağıda fotosunu gördüğünüz zat-ı şahane ile içeyim
dedim. Kırmadı beni, oturduk yunuslara cee diyerek yudumladık rakıları. (Eee kimmiş bu? Haydi bil bil! Çayda kahvaltıda yenir, acaba nedir nedir?) Dönüş yoluna geçtiğimizde ise, gelirken uğurlayan vardı, giderken olmasa olmaz diyerek şu martı arkadaş yakınımıza kadar hoşçakalın demeye geldi. Gerçi gidiyoruz diye biraz surat asmadı değil, ama yine de iskeleyi gösterecek kadar nazikti.

Ve asıl size anlatmak istediğim olay bundan sonra oldu:
Vapurun yanaşmasını beklerken bir baktım ki, tek yolcular biz insanlar değilmişiz. Aha şu yandaki kara şopar da bekliyormuş meğer.

Derken bunun yanına bir de arkadaşı peydah olmasın mı?
Yahu bunlar diğer adalardan birine mi gitmeye çalışıyor diye şaşkın şaşkın bakarken yolcular akın etti vapura ve ben bunları gözden kaybettim.
Ortalık sakinleşip de vapur yola çıkınca bir baktım bizim kara kedi binmemiş vapura, ama hala iskelede vapura bakıyor, derken vapurdaki görevlilerden biri eğildi , şu önümdeki leğenlerden birine daldırdı elini ve aldığını fırlattı iskeleye.

Böylece bizimkinin bekleme sebebini de anlamış olduk. Sebep beni uğurlamak ya da başka bir adaya geçmek değilmiş!

Tamam biraz hayal kırıklığına uğramış olabilirim ama yine de müthiş keyif aldım bu iki cingözden.

Evet evet ilk fırsatta yolunuzu düşürün Burgaz'a.
Hani yukarıda saydığım onca nedenlerden biri olmasa bile, bu karaşopar için bile değer gitmeye...

29 Nisan 2007 Pazar

sokak şairi

Sokak müzisyenlerimiz vardı, artık bir de sokak şairimiz var! Vatana millete hayırlı uğurlu olsun der, tadını çıkarın derim.
Tabii ki hiç bir masraftan kaçınmayıp şairimizin görüntülerini sizlere getirdim. Adı sanı çok mühim değil, adı üstünde sokak şairi işte.
Ama şunu da belirtmeden geçemeyeceğim: kayıt ettikten sonra kutladım, ne güzel okuyorsunuz diye. Hemen tanışıyoruz bir yerden numarası çekti...
Sokak şairi de olsa erkek erkektir... hiç kaçırmıyor fırsatları....

bu çevreciler

Dün karşıya geçeceğim, bir baktım birileri ellerinde pankartlar, dövizler, bağırış çağırış yürüyorlar... "Kardeşim sizin başka işiniz yok mu? Hafta sonları ailenizle birlikte, çubuklu pijamalarınız ve mangallarınızla birlikte otoban kenarı piknik yapmak gibi faideli meşkaleleler olabilirdi mesela! Ne işiniz var meydanlarda?" türevinden bir güzel sövdükten (tabii içimden sözdüm, sayıca azıcık fazlalardı, döverler möverler... sonra nasıl blogçuluk yapar, vatana millete hayırlı olurum?) yine de merak sardı tabii.

Kim bunlar neyin nesi?
Dövizlere baktım, yok "nükleer santrale hayır", yok "alternatif enerji", yok "Kyoto'yu imzala". Yok yok bu çevrecilerden adam olmaz! Yahu bu gezegen zaten gitmiş, geç kalmadın mı meydanlarda böyle yırtınıp durmaya? (Gerçi ben zaten inanmıyorum gezegenin ölüyor olduğuna, hepsi komplo teorisi, ahanda Ron Arnold gayet güzel anlatmış!) Kaldı ki, su buharı olan başka bir gezegen de bulundu, bu bittiyse ona yerleşir, onu tüketiriz! Ne olmuş yani? İş sadece oraya gidebilmeye kalmış.

Yürümekle de kalmıyor bu çevreciler, düğüne gelmiş gibi bir de halay çekiyorlar. Bak sen, sanki bir nevi nanik. Hem eylem yaparız hem eğleniriz, kenardan seyredenler çatlasın.

Bugün de başka bir miting var, o da Çağlayan'da olacakmış. Gerçi onun konusu bambaşka ama yok yok, bu insanların cidden yok işi gücü!

28 Nisan 2007 Cumartesi

rengarenk çıfıt çarşısında son gelişmeler

Geçenlerde yine rastladım bizim çıfıt çarşıcısına.

Hemen kolaçan ettim tabii, ürünlerde bir değişim var mı diye. Sanki o gün fazla mal satmak istemiyor gibiydi...

Tabbi benden evvel indi, ama bu sefer pes etmedim, ben de indim, peşine düştüm.

Epey yürüdükten sonra yeşillik bir alana geldik. Hah, tam satışı burada yapacak derken, bizimki kaybelmesin mi! Sağa baktım, sola baktım, sanki yer y
arıldı, çıfıtçı içine girdi!

Yılmadım elbet, hemen bir arama ekibini çağırdım yardıma.

Epey aradılar, ama maalesef neticesiz! Bizim çıfıtçı yok! Biz aramaya devam ediyoruz, bulunduğu anda blogumdan son durumu bildirmek elbette görevim.

Sol yanda arama ekibinin bir üyesini ve arama çalışmalarını sekteye uğratmaya çalışan bir gerilla görüyorsunuz.

27 Nisan 2007 Cuma

cumhurbaşkanı seçimleri 2

TV'de spiker Erkan Mumcu'nun yorum yapacağını duyuracak, dili sürçüyor: "Uğur Mumcu pardon Erkan Mumcu'nun yorumunu alacağız"!

Hadi buyrun bakalım, öbür tarafa da bağlantıyı yaptılar diye heyecan yaparken maalesef yorumu alamadan Erkan Mumcu'ya bağlanıyorlar, ama beni alıyor bir düşünce:
Sizce Uğur Mumcu bu durum için nasıl bir yorum yapardı?

sokakların korkulu rüyası zibi

Vukuat 1:
Geçen gün otobüste gidiyorum, iki liseli kızımız bindi, ellerinde de birer lahmacun! Off o lahmacun 10 kaplan gücünde bütün otobüsü kokusuyla şenlendirmesin mi!
Veletler de beni anlamış gibi gelip hemen yanıma oturdular
(bizim okulun işkence kolu mu görevlendirdi bunları, nedir...). Pencereyi açtım ama o da kokuyu daha bir suratıma üflemek dışında bir şey yapmadı.

Kızlar da inadına mıy mıy ağır ağır yiyorlar! 15. dakikada o otobüsün görüp göreceği en müthiş kusma görüntüsünü oluşturmaya ramak kala dayanamadım artık: "Yaa kızlar n'olur şunları hızlı yiyin bari!" diye yalvardım.

Bunlar ilkin ağızlarındaki lokmalarını yuttular (resmen "gulp" sesini duydum) sonra birbirinin suratına baktılar, hiç bir şey demeden ilk durakta indiler...

Ulen şimdi öğrenci adama da ikinci bileti harcattım ya! Ne olurdu sanki hemen yanda sessiz sedasız kussaydım? İlle fikrimi belirteceğim. Tüh bana!

Vukuat 2:
Az evvel bakkaldan dönüyorum, mis gibi ekmek almışım, güzel kahvaltı hülyalarına dalmışım, önümden yürüyen
amcanın biri "forrrrk" diye genzini püskürttü asfalta.

Var gücümle "Breh!" diye bir nidada bulunmuşum (ben de sonradan ayırdına vardım). Amca nidamı işitmiş olmalı ki, muhteşem balgamlı şovunun ikinci yarısını mendiliyle sürdürmeye karar verdi.
Neyse ki kulakları çalışıyormuş en azından... solunum yolları tam randımanlı çalışmasa da...

Eylemlerim devam edecektir...

cumhurbaşkanı seçimleri

Bizim okul yoğun faaliyetlere başlamış durumda, öğrenciler de kendi içlerinde cumhurbaşkanını seçme gayretindeler.

Gerçi Tayyip aday olmadığını açıkladı ama gönlümüzün adayı olarak baki kalacak. Görünüşe göre bizim okulun öğrencileri için de durum böyle.


Dürüst olmak gerekirse ben 3 ile 5 numaralı adaylar arasında biraz kararsızlık çekiyorum.


3 numaranın cumhurbaşkanı olduğunu düşünsenize, köşkten "halka sesleniş" tadında şarkılarını günde 54 öğün canlı yayınlatır durur. (54 öğün olur mu demeyin, 3 numara otursun köşke, bakın oluyor mu olmuyor mu!)

5 numara ise, kıyamam, vur ensesine al lokmasını kıvamında gariban duruyor. Yok yok cidden kıyamadım ona.

Ee sizin seçiminiz kim olurdu?

26 Nisan 2007 Perşembe

beyoğlu'nda bir kedi cenneti

Beyoğlu'nda Tünel'den hemen çıkıp da İstiklal Caddesi'ne girince sağda bir han görürsünüz. Girişinde lottocu vardır (idare edin, hanın adını not etmemişim - hem belki okuyucularımdan bir babayiğit çıkar meraklı, hemen deyiverir adını), işte orası İstiklal'in kedi cennetidir.

Aslında han da değildir, bir geçit çıkar karşınıza, oradan da bir avluya ulaşırsınız. Avlunun içinde virane bir noter binası ve yanlarda derme çatma iş yerleri vardır. İşte o avludur bahsettiğim yer.

Ve bu avluda hele ki böyle güneşli bir günde resimlerdeki gibi arz-ı endam eder dört patili bacaksızlar, ayağınıza dolanır, cilve yaparlar size.

Sayıları da azımsanacak gibi değildir. Siz diyin 20, ben diyeyim 25. Hepsi de birbirinden güzel ve bakımlı (yahu okuyan da görücüye çıkardım, çeyizlerini düzüyorum sanacak haaa).

Hani daha evvel bahsettiğim şaşıloz da buranın müdavimi, ama bu son fotoğraflarda yer almak istemedi. Neymiş, ünü Beyoğlu sınırlarını aşmış da, dişiler rahat bırakmıyormuş, yetişemiyormuş artık herbirine... Hay senin şaşı gözünü seveyim diyerek çekmiyorum zat-ı şahaneyi.

Olur da yolunuz düşerse o taraflara, bir avuç kuru mama yanınıza almayı unutmayın sakın!

Not: Ori adlı vefakar okurumun da bahsettiği gibi söz konusu han Narmanlı Han imiş. Doğrusu böyle bir geleceğin o güzelim hanı bekliyoru, olması ne üzücü...

starfucks ya da gloria cins

hah buyrun işte, reklamın en büyüğünü asıl şimdi yaptım. Hani derler ya, reklamın iyisi kötüsü olmaz diye, mamülü yerden yere de vursak reklam reklamdır.

Ben bu zırva kahve zincirlerinin ne birini ne de diğerini severim. İstemeden de olsa bunlardan birinde oturma zorunluluğu doğsa, iki içimlik kahveye aldıkları parayı helal etmem.

İşin kötüsü, kendi kafelerimiz de bunlara özenir oldu! Hani meşhur bir dondurmacı var ya, ismi lazım değil, Etiler'deki şubesinin önünden geçtikçe aynen şu yukarıda adı geçen gavur icadı fast food kahveci anlayışını almış olduğunu görüp üzülüyorum.

Ahh nerede o eski pastaneler, muhallebiler, gizli saklı buluşmalar....
Yahu hatırlatmayın kardeşler, kartladık biliyorum, artık liseli aşık gibi pastanede gezecek değiliz elbet, bizimkisi nostalji olayı!
İşte herşeyde olduğu gibi, bunun da eskisi güzeldi galiba...

25 Nisan 2007 Çarşamba

dayak, şiddet vs..

Yok bu sabah keyifli bir yazı yok benden sizlere!

Henüz kahvaltıyı ederken alt katta bağrışmalarla sıçradım. Bodrum katta oturan anne oğulun evinden geliyordu sesler.
Anne oğul diyorum, ama bu insanlık dışı mahlukata oğul demek ne kadar doğru? Gün geçmiyor ki, annesine küfürlerle bağırmasın! Belki dövüyordur da...


Bu sabah ağlama sesleri de geliyordu. Koşturdum hemen yöneticinin kapısına. Ama nedense böyle zamanlarda ya evde olmuyor, ya da belki de kapısını açmaktan çekiniyor.


Elim telefona gitti, polisi çağırayım diye, ama bu mahluk öğrenirse şikayet edildiğini, beni rahatsız eder diye çekiniyorum.

Böyle zamanlarda erkek olmadığıma hayıflanıyorum işte. Ne güzel yapışırdım şunun yakasına, o annesine bağıran çenesini de dümdüz ederdim...

Sonra gazeteyi açıp karısına öldüresiye işkence eden adamların salıverildiği haberleri görüyor ve böyle bir ülkede olmanın ağırlığı altında eziliyorum...

24 Nisan 2007 Salı

23 Nisan, neşe doluyor insan...

Dün atladık sevgilimle otobüse, serseri mayın gibi önce Kavacık taraflarına yol aldık, baktık çok içerilere giriyor (korktuk ya basbayağı, dağa mağa çıkıyordu araç resmen...) atladık, başka bir otobüsle Anadolu Hisarı'na geldik. Oradan ağaçlıklı bir yol görüp bir "selvili yol"a girdik ki, karşımıza şu manzara çıktı. Hani insanın kanat takıp, takla atası geliyor, şöyle paraglyding yapar gibi süzülmek, sonra da heykellerin ve yeni yıkanmış araçların tepesine tepesine.. bakmak!

Baktık kanat filan çıkacağı yok, yürüdük tekrar aşağılara.
Otobüs
durağına doğru yol alıyorduk ki, gözüme bu muhteşem emlakçı takıldı.
Dini bütün yurdum insanı için kesinlikle süper bir hizmet!

Bundan iyisi Şam'da sarhoşu deyip atladık bir otobüse, Beykoz taraflarına devam ediyoruz.

Paşabahçeye gelince kalabalıktan korkup indik, ee bunun dönüşü de zor olacağa benziyordu...
Paşabahçe'yi en son cam fabrikasının kapanışı ile ilgili anımsıyordum, enteresan bir semtmiş. Otobüs yolu muhafazakar bir görünüm arz ederken (suyu aldığımız bakkal, cüppeli sarıklı bir amcaydı), iskele tarafına indiğimzde birahanelere denk geldik. Ve hemen bir birahanenin önündeki park bozması küçük bir alanda ve kaldırımda şu haylazları görüntülemeden geçemedim.

Kaldırımdaki 5 cm'lik gölgeye o koca kafasını sığdırma gayretinde birtanesi, arkasında olan öbürü bunun imkansızlığının ayırdında, çoktan vazgeçmiş, dikmiş kafayı dikkatlice beni kesiyor. Mankenlik bedelini isteyecek ama serde delikanlılık var, isteyemiyor.
Ben de o koca kafaları birer birer sevip
sıvışıyorum yanlarından.

Diğer mankenim ise
parktaki saçak papatyaların arasına mis gibi sermiş postu. Hani resmen ona yatak ekmiş belediye, öyle bir rahat bizimki. O keyfi bozmamak için hiç ilişmiyoruz. Ayak ucunda yanından geçip gidiyoruz.

Küçük parkın sonuna geldiğimizde ise şu dayanışmaya şahit oluyoruz. İki çam ağacı, biri olabildiğince kaykılmış beri, düştü düşecek. Diğeri ancak gövde kalmış, bakıyor yeşeren bir şeyi kalmamış, gel kardeş yaslan bana diyor. (Var ya, bunu gazete haberi olarak okusak -Aktüel'in son sayısında "Herkesin rüyası "gerçek" olur mu?" adlı haberinde olduğu gibi- aralarında aşk olduğunu dahi öğrenmiş olurduk- eh benim yaptığımın ondan aşağı kalır yanı yok ya.. neyse..)

Kent coğrafyası ile bu denli haşır neşir olduktan sonra dönüş yoluna geçiyoruz. Klasik bayram tıkışıklığında, o kısacık mesafeyi bir buçuk saatlik zorlu yolculuk ile almaktan bitap vaziyette geliyoruz Kadıköy'e.

Eve yürürken de bu muhteşem reklam alıyor benden beni. Bloguma koymazsam ne olayım diyerek fotoğraflıyorum.
Büfenin sahibi gururlu bir şekilde göz süzüyor bana, ama inat
işte, onu almıyorum karenin içine.
(
Merak edenlere bu ucuz aşının yerini elbette ki iletirim bilahare.)

Günün anlam ve önemine uygun bir şekilde, neşeli lakin yorgun dönüyoruz evimize...

19 Nisan 2007 Perşembe

rahat uyu tontonum

Tam derse girdim, bir telefon, baktım evden, bir panik açtım. Ağabey hazreti ağlıyor,
"Çabuk gel kardeşim...!"
"Ne oldu?"
"Babam..."
Duymak istiyorum, beyazın üzerinde kapkara bir leke kadar görünür olsun istiyorum.
"Öldü mü?"
"Evet!" Boğazım düğümleniyor. Koridorda kaçacak bir delik arıyorum. Yanaklarım ıslanıyor, önümü göremiyorum.
"Ne olur bunun gerçek olmadığını söyle!" diye bağırıyorum almanca. Sanki halimden anlamıyor kimse kafayı sıyırdığımı... Sanki almanca sorarak gizliyorum kara haberi...

Dersliğe geri dönüp iptal ediyorum dersi, öğrenciler kocaman bakıyor bana. Haberi veriyorum. Bir an önce toparlanıp havaya karışmak istiyorum. Bulut olmuk, buharlaşmak, görünürlükten uzak, cisim değiştirmek...
Sonra annemi arıyorum, bir umut! Fareyi deve yapan kardeş hazretin yine abarttığını duymak istiyorum.
Annem, "Nabzı atmıyor, nefes almıyor. Ambulansı aradım yoldalar" diyor.
Umutlanıyorum. Komada işte, bir anlık bir şey bu, anlayamadılar nabzını, yanılıyorlar.
Sonra teyzemi arıyorum. Sakin kadındır, o hele anlasın durumu.
10 dakika sonra geri arıyor teyzem.
"Ambulansa gerek kalmamış."

Dört bir yana dönüyorum. Dört bir yanda yazıyor işte artık, duvarların üzerinde, masamın üzerinde, kapıda, ellerimde... beyazın üzerinde kapkara bir leke gibi yazıyor...


Kaç saat geçiyor, yollar uzuyor.
Babam hemen yandaki komşu şehirde değil sanki, ülkenin diğer ucuna kaçmış, bitmiyor yol, bitmiyor yanaklarımdan yakan bu acılık, beynim zonkluyor, yüreğim zonkluyor ama hep bir umut, son bir umut...
Şehir görünüyor önümde, nefesim daralıyor, kapkara gerçeğe her adım yanaştıkça geri dönüp kaçasım geliyor.

Giriyorum eve, ev dolu, bir sürü insan. Yüzüme bakıyorlar, bir şeyler söylüyorlar, duymuyorum.
Yatak odasının kapısı açık, yerde pembe bir çarşaf, kabartı.
Kaldırıyorum: babam.

Dişleri yok ağzında, başına bir tülbent bağlanmış, gülümsüyor gözleri kapalı. Öpüyorum, kokluyorum. Babam kokuyor. Sakalını seviyorum. Babamın yumuşacık sakalı.
Upuzun kaşlarını düzeltiyorum.
"Tontonum"
Sarılıyorum.
Başımda sesler, bir şeyler söylüyorlar. Omuzlarımdan tutuyor biri.
"Bırakın sarılayım, bırakın babamı bana."
Sokuluyorum koynuna.
Babam yumuşacık fısıldıyor, tıpkı onu son gördüğüm pazar akşamında olduğu gibi: "Sen benim hem anam hem babamsın."
İçimden kocaman bağırıyorum, kulaklarım acıyor.
"Babaaaaa!"


Gerek varlığıyla, gerek sözüyle yanımda olduğunu hissettiren tüm dostlara teşekkür ederim. Sağolun! İyi ki varsınız.

17 Nisan 2007 Salı

güzin ablaya açık mektup

Sevgili Güzin abla,

pazar günü aradılar dersin ortasında, "baban ağır hasta, gel helalleşmeye..."!
Sen tanımazsın benim aileyi, bu bizim valide arayan. Bayan PANİK. Durumun söylenilenin yarısı kadar olduğunu biliyorum, ama yine de sıkıntı düşüyor içime, dersi iptal edip atlayıp gidiyorum komşu şehre.


Eve giriyorum, babam sevinç gözyaşları döküyor.
"Baba, yürüyemiyor dediler senin için, at bakayım bir tur da görsünler!" diyerek bir gaz veriyorum, bizim eceli gelmiş peder salonda kocaman bir tur atıyor yürüteciyle. Annem ağabeyim dumura uğramış bakıyor. Benim toto tabii tavan yapıyor.
Ee hani kötüydü diye bakıyorum anneme, "Ben gel demedim ki, sen merak ettin." demez mi!

Gece fenalaşıyor peder... benim gaz da bu kadar işe yarıyor demek ki. Valideye boşaltıyorum cüzdanı, dönüyorum.

Durum o kadar feci değil biliyorum, kalırsam valide de ağabey efendi de kebap yapacaklar, ailenin en küçüğü bendeniz her bir naneye koşturacağım. Tecrübe konuşuyor: bir sene boyunca yaptım. Bir yandan hastanede yatan babaya yetişip diğer yandan panikten tansiyonu yükselen anneyi doktor doktor dolaştırmış, bir de işe güce yetişmiştim. İşsiz güçsüz ağabey hazretleri ise daha birinci ayın sonunda "baskıya" dayanamayıp ortadan toz olmuştu tabii. Hani sanki sorumluluk onlarda olunca üstüme daha mı çok yük biniyor ne...

Dün ambulansçı azarlıyor, annem beni arıyor, ne yapayım diye. "Çağır ambulans görevlisini telefona, ben de ona fırça atayım" diyorum.
Bugün ise "baban gitmek istemiyor doktora" diye arıyor. Hadii babama da bir fırça atıyorum. Fırçacıbaşı kesildim anlayacağın. "Tamam gideceğim kızım" diyor babacık. Ama netice? Değişen bir şey yok, babam hala adam akıllı bir muayeneden geçmiş değil! Bense burada kudurmaktayım. Off şeytan diyor, bırak ales'i, bırak kadro imkanını, git babanla ilgilen! Yok onu melek diyor. Şeytan, kal lan diye bağırıyor sol tarafımdan.

Neyse işte Güzin abla durum böyle, sen bu hasta baba, panik anne ve sorumsuz ağabey, ama asıl önemlisi şeytan ve melek ikilisi ile ne yapmamı önerirsin?

Sevgiler
Zibi



Sevgili evladım Zibirix,

Senin durumun pek fena! Bence biran önce kendini o aileden sildir ve başka bir aileye evlatlık olarak git, benim aklıma başka çözüm yolu gelmedi.

Selamlar

Güzin ablan



Sevgili Güzin abla,

Çüş!

Selamlar
Zibi

13 Nisan 2007 Cuma

ales males

Haydee millet evlere şenlik, ben deniz hunili zibi (Çinili Kütahya maşrapası muadili) huzurlarınızdaaaaaa!!!

Az kaldı, 9 günden de az bir vakit sonra Ales denilen canavar tarafından bizzat yutulacağımı beni pek seven aziz okuyucuma muştularım!
Zaten bu haberle birlikte kına satışlarının tavan yapacağı piyasanın uzmanları tarafından tahmin
edilmektedir.

20 yıl gibi kısa bir süreden sonra matematik çalışmaya çalışan bendeniz, çözdüğü soruları olduğu gibi iki yana döşemek suretiyle yayınlamaktan esef duymaktadır, ama gerçeği de pek değerli okuyucudan saklamak namümkündür!

Ben yine, çözemediğim rasyonel ve cebirsel sorularıma geri dönüp sizi bu müjdeli haber ile başbaşa bırakayım...

not: Erbakan döneminin hediyesi bu les, bu seneki adıyla ales... Gördüğüm yerde öpmezsem ben Erbakan'ı, n'olayım!!! Ya da youtube starları çocukların yaptığı şarkı gibi, ben de ales için bir şarkı mı yapsam? "Ah ales, pes dedim pes..."

12 Nisan 2007 Perşembe

uzay turistiymiş...

Uff bugün haberleri izlemek bana yaramadı, bunu da duydum ve fitil oldum: Şu yandaki zat uzay turisti olmaya karar vermiş...
Ben ona kaç defa dedim, önce ben gideceğim ondan sonra sen diye, ama dinlemedi insafsız! Oyun bozan nolcek!

Bakın nasıl da sırıtıyor pişmiş kelle gibi, beni geçti ya, sırıtır elbette!

ilk ansiklopedim larousse

ansiklopedinin tanıtımını yapıyorlar ntv'de. Kitabı çeviren kadın da anlatıyor: çocuklara yönelik, futbol nedir, beden nedir, bebekler nasıl yapılır... Tabii ben de orada takılıyorum; bebeklerin nasıl yapıldığını o yaştaki çocuklar bilmiyordur kesin! Bilmedikleri için de el kitabı tadında bilgiler vermek lazım ki, yanlış yapmasınlar sakın!
Ben de yemedim içmedim yavrularımıza bir afiş hazırlattım, (bir de türkçeye çevrilirse tamam), artık yanlış yapmaları mümkün değil!
Hadi bakalım, kolay gelsin miniklere...

başka gezegenlerde hayat

hadi hayırlı olsun, güneş sistemimiz dışında su buharı olan bir gezegen bulunmuş, adı da kendi kadar güzel: HD209458b. Zaten dünya ve hatta güneş sistemimiz dar geliyordu, ünümü olası hayatların olduğu her yere ulaştımam şart...

Aman yok, haberin detayını okuyunca vazgeçtim, kendi güneşine çok yakınmış bu... Bronzlaşmak için yazı beklesem de olur, ben en iyisi haftaya belli olacak cumhurbaşkanı adaylarımızdan birini turizm elçisi olarak göndereyim...

10 Nisan 2007 Salı

rengarenk çıfıt çarşısı

Okula giderken otobüste görüyorum bu amcayı, bir sopaya iliştirmiş de iliştirmiş... ne ararsan var üzerinde! Don mu istersiniz? Hemen çekin bi tane arasından.
Yalnız o karmaşada hani kedi enceğini kaybetse bulamaz ya, o hesap, siz de o donu bulamazsınız, ama bunu söylemeyeceğim elbet: siz arayın durun!

Her gördüğümde de ürün yelpazesine ilaveler, eksilmeler gelmiş oluyor, yani amca bilinçli bir satıcı, nabza göre mamül satıyor, yalnız o nabız nerede atıyor, henüz bulabilmiş değilim sayın okuyucu kitlem.
Bunu amca da saklıyor olmalı ki benden evvel otobüsten inmeyi ve kayıplara karışmayı ihmal etmiyor. Yani biliyor peşine düşüp şahit olduğum sırlarını ifşa edeceğimi...

Ama yılmaz ve araştırmacı blogçu kimliğim ile okuyucularım ve özellikle memur okuyucularım (aman yok, ikincisinden vazgeçtim, onlar mızıklıyor hemen!!) adına bu büyük sırrı ortaya çıkarmayı bir görev ve sorumluluk bilirim...

imza: şerlok zibi

tu bi kontinyuuuu

7 Nisan 2007 Cumartesi

ayak yapma!

Aslında kediler için denir dört ayak üstüne düştü diye, ama şu altta gördüğünüz ufaklık, "hadi oradan, kedilerin tahtı böyle yıkılır" diyip allah ne verdiyse üzerine düşmekle kalmamış, tam gaz da her birinin hakkını vere vere gidiyor!

Hadi bizim böyle "ayy ne şirinnnn!" nidalarıyla bu mahlukatı uzaktan sevmemiz güzel de, bir de onun açısından baksanıza!

Ayakkabı almaya kalksa, iki çift alacak.

Mahalle maçlarını kenardan seyrediyordur: çünkü topu ondan kapamayacakları için kimse almıyordur onu maça.
Eve gelse annesinden azar işitir, nasılsa çamuru o taşımıştır içeri. Zaten paspasa silmeye kalktığında kesin sırasını şaşırır.
Okulda duyacağı ilk söz de "totosu kabaaak, aşağısı dört ayak, dört ayak!" kıvamında olur (ah ah, yaram depreşti resmen, az mı dört göz muamelesi gördük!).

Tamam ufaklığın hikayesi biraz farklı olabilir, adı da ufalık değil, Stumpy de olabilir, o mühim değil, benim tek bildiğim bloguma iyi malzeme olduğu!

6 Nisan 2007 Cuma

içindendir içinden

Cam vazoların içine konan şu cicili bicili renkli taşlardan alıyorum, poşetin üstü bir parmak toz! Kasadaki arkadaşa söyledim, "İçindendir içinden!" diye geçiştirmeye baktı, "Hee tabii, şu ellerimdeki toz da içinden geldi o halde!" diyerek elimi uzattım, adam inanmamış bir halde poşeti avuçlarken "İçinden..." diye tekrarlayacak oldu, elleri simsiyah olunca cümlesini bitiremedi.
Eee tabii ben zahmet ettim, onun yerine tamamladım cümlesini kahkaha eşliğinde: Hehehe, içindendir içinden, dert etme kardeş!

vakti olmayanlar için ev temizliği rehberi

Çok çalışıp vakti olmayan, ama titizliği de tavan yapan okurlarım bana müteşekkür kalacaklar biliyorum bu değerli rehber için! Buyrun size bir kaç ipucu:

1. Evi mümkün olduğunca az kirletmeye bakın!
Birinci madde mümkün değil, ruh muyum ben kirletmeyeceğim diyor ve yukarıda bahsettiğim kişilikseniz geçelim diğer maddelere:
2. Misafir kabul etmeyin! (pisliğinizi kimse görmezse, siz de daha az rahatsız olursunuz! Ben niye hep çok işim var bahanesi yapıyorum, asıl evi mok götürüyor!)

3. Etraftan çekiniyorsanız, o zaman kaldırın koca totonuzu, hiç olmazsa elektrik süpürgesini fişe takın. Yarım saat kadar çalıştırın. Hiç olmazsa konu komşuya temizlik yaptım imajı verirsiniz. Siz de o arada daha mühim işlere zaman ayırırsınız.
4. Ama benimki gibi bol toz tutan bir evse, kaçınılmaz, gerçek manada süpüreceksiniz
etrafı.
5. Kilim ya da halıları kaldırmayın, üstlerini bir güzel süpürün, kenarlarını kaldırın altına da biraz ulaşın (orada kalan tozlar pusuda yatan düşman gibi, süpürgeyi kaldırdığınız anda fırlıyor ortaya!).
6. Masa örtüsünü değiştirin, temiz bir görünüm veriyor!
7. Yemek yapmayın, diyet yapın! Hem muhteşem bir vücut hem de daha az bulaşık sahibi olursunuz. (Yaa bu göbek niye var hala?!)
8. Yedinci madde sayesinde azıcık olan bulaşığınızı biriktirin, haftada bir yıkayın (nasılsa misafir de gelmiyor, kim görecek?).
9. Banyo küvetinde siyah organizmalar gördüğünüzde, ee artık temizleme vaktinin geldiğini anlayın. Ama isterseniz yeni ev hayvanatım diye de
yutturabilirsiniz kendinize (misafir gelmiyor ya, başka kimse kalmıyor o bakımdan kendinize yedireceksiniz!).
10. Pencereleri senede bir kez silin. Ama daha sık sileceğim, işi gücü bırakıp derseniz, benim
yumurtacı çocuklara haber vereyim, yaptırım güçleri bayağı iyi :))

Bütün bu söylediklerimi yaparsanız, işte benim yanda gördüğünüz evim kadar temiz bir eve sahip olursunuz!

Güle güle kirlenin!

5 Nisan 2007 Perşembe

Sem'in gafı

Asansör müziğini dinlerken Sem orada tanıştığı bir hanımla telefon numarası alışverişi yapıyor. İkisinin de telefonları masanın üzerinde, Sem öbür hanıma çağrı atıyor ki, diğeri numarasını kayıt etsin.
Sem yanyana duran telefonların arasındaki mesafeye işaret ederek patlatıyor bombasını:
Ya şuradan şuraya, amma uzun sürüyor çalması!

Evet ya, adamlar ne diye kalkıp uydu muydu sokuşturuyorlar, uzaylara gönderiyor o dalgaları boş yere! Halbuki şuradan şuraya gidecekti! Bilememiş şaşkınlar!

Hehehehe, var mı öyle dalga geçmek, asansör müziği diye! Ohhhhh olsun! :))

4 Nisan 2007 Çarşamba

asansör müziği

Dün akşam Sem ile bir jazz konserine gittik Enginar'da. Benim okuldan arkadaşın arkadaşlarıydı çalan.
Maksat adamlara dinleyici görünmek. Ne de olsa tii Alamanya'lardan kalkıp gelmiş adamlar, boş sandalyelere çalmasınlar. Ve sanırım benim arkadaş toplamasaydı dost çevresini, adamlar hakikaten sandalye ve masa ekibini hoş eyleyecekti sedalarıyla.

Ara verdiklerinde hep birlikte oturuldu ve sohbet edildi. Yahu iyi bir jazz
dinleyicisiyimdir ama bir tek isim gelmiyor aklıma ki ben de ahkam keseyim. Piyanistleri de esir aldı mı beni! Cır cır, anlatıyor da anlatıyor (Sem bana asıldığını iddia ediyor!).
Neyseki yeniden çalmaya başladılar da kurtuldum.

Tam programı bitirecekler, bir bastırdık "Bis yapın!" diye, üç parça daha çalmak zorunda kaldılar.
Programları sonunda bitti, tam vedalaşıyoruz adamlarla, yaptım yapacağımı:
- Müziğiniz çok iyidi, ama bir şey eksikti.
- Nedir? diye ısrar edince, ağzımdan şu talihsiz cümle dökülüverdi:
- Biraz asansör müziği gibiydi!
Bana asıldığı iddia edilen piyanist de cevap verdi:
- Evet, sanırım senin eve gitme vaktin gelmiş!
Yaa, var mı öyle asılmak?! Al sana işte!

Her ne kadar Sem yol boyunca "Eee madem asansör müziği idi, ne diye üç parça daha bis yaptırdın adamlara?" diyerek dalga geçtiyse de bilmiyor. Benim yazacak malzemeye ihtiyacım var, bütün derdim bu! (Eheh, gak guk, yemediniz değil mi?!)

Yanda da Sem
grubun saksofoncusu ve beyni Thomas ile gözükmekte.. Yani bilemiyorum, kim kime asılmış?

bizim okulun yemekleri

Öyle böyle değildir bizim okulun yemekleri, birsürü paralar sayarız ama değer! Çünkü bir yemek alana bir de beleş eğlence bahşediyorlar!
Gerçi yemeği yerken bu eğlenceyi kaçırmışım, ancak fişleri evde kontrol ederken gördüm ve hiç zaman kaybetmeden siz değerli okurlarımla durumu paylaşmayı görev bildim.
İşte büyük hizmetimiz: Çikinpaaaaay!

Olur da yolunuz bizim okula düşerse, buyrun, bir çikinpayımızı yemeden gitmeyin!

Ama ne yalan diyeyim, tadı da adı kadar muhteşemdi!

Lakin çilek yemedim, onu da belirteyim, mis gibi kazandibiydi o mideye indirdiğim. Ama demek ki kasiyere çilek göründü o...

1 Nisan 2007 Pazar

ünlü oluyorummmmm

İlk size duyurmaktan büyük bir onur ve de şeref duymaktayım sevgili okurlarım: keşfedildim!

Büyük gazetelerin biri, mizaha yönelik bir ek çıkarmayı düşünüyormuş. Daha evvel gazetelerde çalışmış biri olarak az buçuk bir çevrem de olur af buyrun. Neyse işte, yine gazeteci bir arkadaşımın aklına düşmüşüm, bu işi bizim zibi güzel kıvırır diye beni aramıştı. Ama ben pek olur gözüyle bakmadığımdan ciddiye almamıştım. Lakin kesinleşti!

Hadi çıldırtmadan verebileceğim ölçüde detay vereyim:
Şimdilik dönüşümlü bir köşe olacak, dört mizah yazarı olarak bir köşesini tutacakmışız (eee tabii, bilindik isimlere veriyorlar hemen öyle kesin köşeleri), yani şu köşe yaz köşesi, bu köşe kış köşesi, ortada zibi delisi gibi olacak, ama olsun! Ben ne yapar ne eder, okurlara yalakalık yapar, hem yazlık hem kışlık olarak kaparım o köşeyi!

Neyse işte, pek yakında blog yazılarımın en bi komik hallerini gaste sayfalarında hayret ederekten okuyacaksınız pek muhterem okuyucu kitlem ...

Vakit yaklaşınca gastenin adını da duyuracağım, şimdilik söylemem yassaahh!