30 Nisan 2013 Salı

gelin kardeşler bir olalım!

tam bir mayıs'a özgü bir başlık olurdu bu. ama orada birlikten ziyade farklı fraksiyonların çatışması tezahür eder. buyrun geçen yılki yazıma.
yok, benim bu yazımın bir mayıs ile uzaktan yakından bir akrbalığı yok. hadi inat etmeyeyim, belki uzağından vardır: o da bir mayıs kutlamasının özünde olması gereken "bir olma" ruhu olabilir.

herkesin bir inancı vardır ve kendinedir. inanç derken de aslında dinden bahsetmiyorum. din inanç kavramının kollektifleşmiş hali bana göre. bireyselliği içinde barındırıyorsa da, kuralların ortak bir payda üzerinde birleşilmiş halidir. günde beş kez camilerde toplu namaz kılınması, hacca gidilmesi, pazar ayinleri gibi. kuralları da ortaktır. oysa inanç genel bir kavramdır. belki dini eylemin de başı olarak görmek lazım. ama gelin önce sözlüklerin inancı kavram olarak nasıl tanımladığına bakalım.
şu üç mana çıkıyor karşımıza:
1. Bir düşünceye gönülden bağlı bulunma; inanılan şey, görüş, öğreti.
2. Tanrı' ya, bir dine inanma, iman, itikat.
3. Birine duyulan güven, inanma duygusu
üçü de en nihayetinde aynı şeyi ifade ediyor: inanma halini!

amacım dini ve kurallarını da irdelemek değil. sadece inanç din ile daha çok bağ kurulduğu için din mevzusuna daldım. oysa ben inancın kendisinden dem vurma gayretindeyim. inanç ille de başkaları tarafından dayatıldığı biçimiyle var olmak zorunda değil. inancımızı kendimize göre belirlemekte ve geliştirmekte özgürüz. elbette başka canlıların canını yakmamak suretiyle. pek çok dinde yenilsin yenilmesin, hayvanların hatta insanların kurban olarak verilmesini anlamakta güçlük çekiyorum.

ama asıl gelmek istediğim konuya bir türlü gelmediğim gibi, daha da uzaklaştığımın farkındayım. din, benim anlatmaya çalıştığım birlik olma halinin binlerce kanadından sadece biri.
bana göre din, bilim, doğa, gece gündüz, iyilik ve kötülük, aklınıza gelebilecek her şey, bir olma halinin sadece bir parçası. diğeri öbürünü yadsıyamaz. hepsi aslında kendince bir olanı anlatmaktadır. ve hepsi mevcut olduğu sürece birliğin gerçekleşme olasılığı vardır. birini inkar ettiğiniz anda, birliğe erişme olanağını da tepmiş olursunuz. çok mu karışık anlattım? kesinlikle! kafamda çok net olan bu mevzuyu kelimeye dökmeye çalıştığım anda kelimelerin kıfayetsiz kaldığını görüyorum. hani aristo'ya sormuşlar ya, "zaman nedir?" diye, o da "ne olduğunu çok iyi biliyorum, ama sözcüklere dökmeye gelince, yanıt bulamıyorum." demiş, işte o hesap benimkisi.

durun şöyle anlatmayı deneyeyim: mesela, dindarla darwinciler pek bir atışır ya! ne gereksiz bir atışmadır bu! darwin mevzuyu bilim ışığında anlatmış, din ise aynı hadiseyi inanç ışığında. ama her ikisi de var olma mucizesi deyin, ışık deyin, enerji deyin, nirvana deyin, ne isterseniz deyin, tanrı'nın sizde tezahürü ne ise, onun ismini söyleyin. darwin evrim demiş, dinler yaratılış, einstein relativite teorisine sığdırmış, freud bilinçaltında aramış, faust uğruna ruhunu satmış.

beğenmediniz mi? o halde başka bir alegoriden gireyim:
hani körlere fili elletmişler, biri hortumuna dokunmuş, diğeri kulağına, öbürü bacağına, vs vs. sonra sormuşlar fil nasıl bir şeydir diye. ilki kulağı tarif etmiş, diğeri bacağı, beriki hortumu, yani her biri sadece dokunduğu, hissedebildiği uzvu tarif edebilmiş. başlamışlar tartışmaya, yok benimki doğru, yok seninki diye. aslında hepsi doğru tarif ediyordu. ama sadece dokundukları bölümü.

işte bu bütünü görmekten aciz, kör olan bizler, ancak algılayabildiğimiz kadarıyla var oluş resmimizi betimleyebiliyoruz. ve aslında hepimiz haklı bir resim çiziyoruz. hiç birimizinki yanlış değil. ama işte bütünü oluşturmuyor.

ibnü-l arabî demiş ya,
"halk, ilah hakkında çeşitli inançlar edindiler
ben ise, onların inandıklarının hepsine inandım"* 
diye. her birimizin tanrısı bizim var oluşumuzu nedenliyor. yukarıda bahsettiğim tezahür meselesi.

ya da milyonlarca, milyarlarca parçalık bir puzzle resmini düşünün. her birimizin gerçeklik, var oluş algısı bir puzzle parçacığına denk gelsin.
ancak bir araya geldiğimizde bir bütün oluşturacağız. voltran misali. -seksenlerin efsane çizgi filmini anımsayın!-
ama biz naçizane fanilerin bu bütünü oluşturabilmek nerede, hele ki görebilmek kim bilir nerede!
oysa kâmil olanlar resmin bütününü, bir araya gelmese de görmeye vakıf olduğu anlatılmakta.
naçizane bizler, bundan yoksun olduğumuz için de devam edeceğiz dır dır edip birbirimizi ötekileştirmeye, düşmanlığa ve savaşlara! çünkü en doru bizimki! hep beriki yanlış!

oysa beriki diye bir şey yok! ah bunu bir anlasak...


* ebu'l-alâ afifi, fusûsu'l-hikem okumaları için anahtar, iz yayıncılık, istanbul: 2002, s.185

17 Nisan 2013 Çarşamba

konuşmak - dinlemek ya da anlaşamamanın anatomisi

başıma, daha doğrusu çok sevdiğim bir varlığın başına gelen haksızlığı yazdığım yazı dava konusu oldu.
burada beni en çok inciten mesele, dava edilmem değil, gerçeği söylemediğimin iddia edilmesi. yazının kendisini burada tekrar belirtmeyeceğim, belki dava sonrası da kaldırmam da gerekecek, ama şu var ki, olan biten aynen o yazıda anlattığım gibi oldu. hem haksızlığa uğruyor, üstelik haksızlığa uğradığıma dair gerçekleri yazdığım için ikinci kez haksızlığa uğramış oluyorum.
karma nerede diye düşünmeye başlıyor insan.
ya da öğrenmem gereken nedir ki, bunu böyle bir yoldan öğrenmem gerekiyor?
geçen gün, karşı tarafla belki orta bir yol buluruz düşüncesiyle görüşmeye gittim. doğru düzgün konuşturmadılar bile, kovulmaktan beter oldum. iyi de olayın vuku bulduğu zaman da dinlememişlerdi ne zaman dinleyecekler peki? herkesle iletişim kurulamıyor. kurulsa, dünyadaki tüm anlaşmazlıkların önüne geçilirdi pek tabii.
neden mi yazdım bu yazıyı? neden olacak, her zamanki gibi içimi döktüm.

2 Nisan 2013 Salı

ipini koparan güzel havaya ve adaya. ya da kalpazankaya artık "out"!

uzun, soğuk haftadan sonra, yeniden adalardan birine kaçıp, hava almanın iyi bir fikir olacağını düşündüm. saatler ileri alındığından mıdır bilmem, vapur pek öyle kalabalık değildi. aman iyi hadi, gidişimiz en azından rahat olacak dedim. ki öyle de oldu. benno'yla tam istediğim yerde oturarak yer de bulduk. ada'ya varır varmaz da benno en neşeli halleriyle hoplayıp zıplayıp atların peşine düştü. aheste bir yürüyüşle de aldık kalpazankaya'nın yolunu. -kesin daha evvel bahsetmişimdir: en sevdiğim ada burgaz, onun da en çok kalpazankaya'sını severim. pek turistin uğramadığı, ancak bilenlerin gittiği derme çatma bir restoran. "restorandı"demem lazım galiba artık. anlatayım efem, neden 'di'-li geçmiş zaman kullanmak gerektiğini: yani neredeyse "sevmez olaydım" dedirtti bu sefer! yahu, neydi oranın hali öyle? bir gittik ki, masaların neredeyse hepsi rezerve! "belki yukarılara doğru boş masa vardır, diyerek belirsizliğe yollayacak garsonlar. rezervasyonu yaptıranların geleceği saat de belli değil üstelik. ama rezerve mi, rezerve. hani utanmasalar, neredeyse kapıdan kovacaklar. "ancak içecek ikram edebiliriz" dediler. eh onca yolu gitmişiz, bari birer acı kahve içelim, biraz dinlenelim, öyle döneriz dedik. iğreti iliştik bir masaya. ama kahve resmen boğazımızda kaldı. bir pahalanmış bu eski köhne yer! küçük su, bakkaldakinin beş katı fiyatına! eh artık kahvelerin parasını varın siz hesab edin! neymiş efendim, meşhur olmuşmuş burası artık! başlarına çalsınlar madem, bir daha da gitmem!
kahveleri içer içmez kaçtık elbette. zaten garsonlar gözümüzün içine bakıyorlar, rezervasyon sahipleri gelecek endişesiyle. ama karnımız aç! biz balık hayaliyle gelmiştik buraya! hadi dönüp bari merkezdeki restoranlardan birinde ada-temiz hava-balık üçlemesini yapalım dedik, ama o da nafile! orası da kalpazankaya gibi: telefona sarılan rezervasyon yaptırmış. eee, ne yapacağız? aç bitap geri mi dönecektik? neyse, sonunda bir fastfuğdçuda yer bulabildik. menüdeki en az zararlı olanını seçtik: çek usta, iki pilav üstü kuru!
baktık, ada doldukça doluyor, her gelen vapurla bir sürü insan iniyor; hadi yolcu yoluna gerek diyerek öğle sonrası ilk vapurla dönüş yolunu tuttuk. iyi ki de yapmışız, bir sonraki vapurla değil oturacak yer bulmak, ayakta bile zor duracak yer bulurduk galiba...
anlaşıldı, bir daha "hafta sonu ada keyfi" dendi mi, üç kez düşüneceğim, beş kez yutkunacağım ve büyük olasılıkla ancak hafta içi ayak basacağım.