18 Ekim 2013 Cuma

elveda diyemedim daha

nasıl da yanılmışm. 
hastanede seni son kez gördüğümde vedalaştım. 
bir damlacık kalmıştın, üç haftadır süren yoğun bakım maratonundan sonra. çoğu zaman bilincinin kapalı oluşu, ağzındaki hortumlar, seni hayatta tutmaya zorlayan yığınla cihaz... 
seni son kez gördüğüm cuma günü, içim yanmıştı. abim zırıl zırıl ağlamıştı da, ben tutmuştum kendimi. 
bilincin açık demişti doktor, ama o kadar güçsüz düşmüşsün ki, bizi algılamaya bile yetmiyordu gücün. 
o gün veda ettim sana,
eğer sevgim seni bağlıyorsa, ben sana izin veriyorum, git canım annem, git demiştim. benim sevgim seni burada kalmaya zorlamasın. hadi git demiştim. 
vedalaştım sanmıştım. 

yanılmışım be güzel anam. 
hiç, hem de hiç hazır değilmişim. 
zaten anne olmadın, olmayı beceremedin ki bana, özlemem demiştim.  
nasıl da yanılgıdaymışım.  
ve şimdi nasıl da özlüyorum seni. 
tam bir hafta oldu aramızdan gideli sen, ama bana bir ömür gibi geldi. 

evet, ana-kız olmayı beceremedik. hiç bir zaman memnun edemedim seni. 
farkındayım, sen, ilk üç çocuğunu bebek yaşta kaybetmiş o onbeşlik çocuk-anne kaldın hep. istedin ki, yaşamayı becermiş iki çocuğun da o bebekler gibi kalalım: istediğin gibi giydir, dizinin dibinde oturt, sözünden hiç çıkmasınlar. o yüzden abimle ben ağzımızla kuş tutsak, asla istediğin evlatlar olamayacaktık. 
keşke bebek kalabileydik, evcilik oynamaya devam edebileydin be canım anam. 

annem ol istedim sadece, beni sürekli yargılamayan, bir defa olsun, yaptığım bir şeyi takdir eden, kusur bulmayan anne. hani hastalandığımda ballı süt getiren o melek annem ol istedim.  
ama ne sen benim istediğim anneydin, ne de ben senin istediğin evlat olabildim. 
beceremedik be tatlı anacığım. ikimiz de var olanla yetinemedik. 

ama babamın hastalığından bu yana, son sekiz yıldır çok iyi arkadaş olmuştuk değil mi anne? telefonda en yakın arkadaşlarımla saatlerce konuşurum böyle, bir de senle.  amma çok şey konuşurduk! laf lafı açar, konuşur da konuşurduk. babamla asla konuşmadığım kadar konuşurduk. 
şimdi kimle konuşacağım be anacığım!?

onca şey konuştuk, ama şimdi anladım ki, söylenmedik çok şey kalmış meğer aramızda. 

babamı kaybettiğimizde, hiç olmazsa, memnun edebildim diyordum. bir evladın duyabileceği en güzel iltifatı aldım babamdan diyordum. küçük de olsa, bir tesellim vardı. 
ama senle?! küslük olmasa bile artık aramızda, hep kırgındın bana sanki. şimdi kırgın gittiğin duygusu kaldı geride. 
ne yana baksam, teselli bulamıyorum anne! 

ailenin kadınları sekseninden evvel gitmez, ben de en az on yıl kalırsın diye umuyordum be tatlım. 
söylesene, acelen neydi? neden böyle vakitsiz gittin?
yalanmış işte, kandırmışım kendimi: 
hazır değilmişim vedaya! 

biliyorum, babamda olduğu gibi alışacağım senin yokluğuna. ama dolacak mı yerin sanıyorsun?
altı buçuk yıl oldu babam gideli, acı hafifledi, ama hep bir sızı kaldı. her babalar günü geldiğinde, o günü bilincimi kapayarak geçirmek istiyorum. bir babam bile yok diye bağırmak istiyorum. 

bu koca yara ne zaman sızıya dönüşür bilmiyorum, ama hiç bir zaman teselli olmayacak. hep, memnun edemedim pişmanlığı kalacak, keşkeler canımı acıtacak. 

dedemi yitireli 26 sene oldu, ama hep bir keşke kaldı içimde. onsekiz yaşın baharında deli dolu zamanlarımdı. beni bir yaşımdan beri büyütmüş insana gençlik bilgisizliğiyle öfke gösterdiğim yıllardı. hala, keşke ona minettarlığım gösterebileceğim bir yaşa geldiğimde gideydi bizden, diye hayıflanırım. 
kısmet değilmiş. 
senle de ana kız olmak kısmet değilmiş be anacığım. 
olsun, elinden bu kadarı gelmiş. helâli hoş olsun be tatlı anam. 

ama ah, ah o keşkeler yüreğimi dağlamasa...

yok be anacım, yanılmışım, vedaya hiç hazır değilmişim daha. 


4 Ekim 2013 Cuma

anne

gitmeye hazır değilsin anne, kandırma beni. ölüme hazır oluşundan ne kadar dem vursan da, yaşama ne kadar bağlı olduğunun senin kadar ben de farkındayım be güzelim. 

iki haftayı geçti yoğun bakıma girdin gireli. şimdi bilincin yerine gelse, sana ilk söyleyeceklerimi düşünüyorum, aklıma hiç bir şey gelmiyor. söylenecek söz kaldı mı aramızda? 
sanki çoktan vedalaşmış gibiyim. 
ama yine de...

içindeki anneyi bulman daha önemli demişti psikoloğum. dışarıdaki annenin nasıl bir şey olduğunu hiç bilemedim ki, anne kavramı koca bir kara delik anlayacağın, sayende be tatlım. asla çocuk istemeyişim de bu sebepten. iyi bir anne olamam korkusu. 
önce içimdeki anneyi bulmam lazım. nasıl bir şey o?

ama kızgın da değilim artık sana. son bir senedir, her ne kadar sana hissettiremediysem de, kendi içimde seninle barışmanın aşamalarını yaşıyorum. 
ama sana bunu anlatmanın bir yolu yoktu. nasıl olsun? anlamayacaktın, kalbin kırılacaktı, lanetleyecektin, küsecektin haftalarca, belki yıllarca. 

sen kendin anne nedir bilmemişin, bilmediğin bir şeyi nasıl yaşatasın başkasına? 
acı olan, annelik edemediğini hiç bir zaman fark etmemendi. 
olsun be tatlım, kısmet değilmiş işte. 
hem mümkün mü bu aşamadan sonra kızgın olmak? nasıl kızgın olunabilir ki bilinci kapalı bir avuç kalmış bu ihtiyarcığa?!   

arafta mısın anne? neresi o şu an olduğun yer? duyuyor musun beni?
duyuyorsan, bil tatlım. ben seni affettim. kimim ki, affetmek, affetmemek üzerine ahkam kesebileyim!
ne olur, sen de beni affet!

yarın yine gelirim hastaneye. beş saat yol, hastanede yoğun bakım görüşün başlamasını bekleme, hepsi beş dakikacık seni görmek için. beni bilmeyeceğin o beş dakika için. ama gelirim. 
biliyorum, henüz hazır değilsin gitmeye. 

hoşçakal