31 Aralık 2013 Salı

13, hadi yoluna!

13 rakamını uğursuz saymazdım, ama şimdi bakıyorum da, pek uğursuz bir yıl oldu bu ikibinli yılların on üçüncüsü. 

yahu zaten hasta girmiştim yeni yıla, sonra saldırı olayı oldu malum, ardından başıma türlü davalar açıldı, ardından anacığımın rahatsızlığı ve hadi bana eyvallah dercesine vefatı...

galiba tek güzel yanı, hayatıma yeni bir insanın girmiş olması, güzel bir yüreğe sahip, insan gibi bir insan, gibisi fazla yahu, ne demek öyle gibi?! 

ve seneyi de kapatırken ihmal etmeyip yeniden hasta oldum, 38 derece ateşlere gark olarak. 
sanki kader, uğursuz yılı uğursuz bir bitiş getirmek ister gibi. başladığı gibi bitsin. 
sabahın beşinde yoksa niye uyumak yerine bilgisayar başında bir saattir geçireyim? bu uğursuz yılı uykusuz 'uğur'lamak icap eder. he mi?
önce hastalık ateşi uyandırdı, sonra karşımdaki inşaatte yakılmış olan ateşin ışığı ayağa kaldırdı. şimdi ise uykusuzluğun ateşi sardı. 

karşımdaki inşaat da zaten ayrı bir hikaye. yedi yıl evvel buraya taşındığımda evsizlerin kaldığı virane bir yapıydı. sonra belediye geldi, metal bir duvar ördü etrafına, son altı yıldır o metal duvarı seyrettim kös kös. tarihi bir yapıymış da, koruma altındaymış(!) -nasıl bir koruma anlayışıdır çürümeye bırakmak?!-sahipleri orijinaline uygun yaptırmak için yeterince ayakkabı kutusuna (yıllar sonra bu göndermeyi anlayacak mıyız acep?) sahip değilmiş de miş miş. neyse efenim, sonunda on gün evvel yıkmaya başladılar. bir hafta evvel de mimarına denk geldim. pek kibar bir bey, hemen projeyi gösterdi. bir avukat bey eşine hediye olarak almış da hanfendi henüz karar vermemiş, kendi mi oturur, yoksa apart otele mi çevirir diye. projedeki çizime bakınca insanın içi gidiyor tabii. hani mimar beye, hanfendi bizi de evlâtlık olarak alır mı acep diyesi geliyor. beton hiç olmayacakmış, girişinde tuğla kullanılacakmış, geri kalanı komple ahşap olacakmış, dört girişi olacakmış. hani bööööle "saray yavrusu konak, için gitsin sen de bak" tadında bir yer. 
yok yok, kıskanmıyorum, nereden çıkardın aziz okuyucum? yılbaşına çeyrek biletim var, bak çıksın, benim de bir konağın pencere tozunu alacak kadar param olacak elbette. 

bir senenin çetelesini tutmak için başladığım yazı da zenginin malının züğürdün dilini ve bu durumda elini de yorduğu bir mevzuya dönüştü sanki. 

neyse, birisi polisi çağırmış, o da itfaiyeyi, ateş söndürüldü. merak eyleme aziz okuyucum, o ateş bizim bacaya sıçramadı. eh ama ben de gün ağarmadan, uyusam mı gayrı?


17 Aralık 2013 Salı

olmak ya da olmamak - aslında mesele bu da değil

var olmak
bazı an geliyor, varoluş olağanca ağırlığı ile çörekleniyor omuzuna. omuzuma. 
niye olayı sana giydirmeye çalışıyorsam sevgili okurum. hani olası değil ya, ama belki sen polyanna'nın daniskasısın (ah pek bir moda oldu laf "daniska"), değil mi ya?!

ömrünü gerçeği bulmaya adamış ve başka bir şey dilememiş biri olarak tıkandığımı hissediyorum spritüel manada. bilmiyorum, belki bu kâmil insan olma yolundaki proseslerden biri ve bu durağan anlar da sadece yaşananları sindirme sürecidir. olabilir. 

ama zaten tevekkülü yeni öğrenen biri olarak, buna da tevekkül göstermem gerekiyor. ama yine de, sanki yaşamayı bırakmışım ve hayat önümde akıp gidiyor, tv seyreder gibiyim. ben gibi görünen biri yaşıyor, yemek yiyor, işe gidiyor, annesinin yasını tutuyor... evet evet, herbirini görüyorum. ama ben değilim o. 

ben bir kenarda durmuş bekliyorum. zaman durmuş. nefes almıyorum. bilincim açık. 
godot'yu bekliyorum mübarek!
ama var olmamak da değil bu. varım işte! bilincim her şeyi algılıyor. beden olarak da varım maalesef. o ekranda hareket eden ben değilim zaten. bir yanılsama. yaşadığını sanan bir kopyam. doppelgängerim. 
benden habersiz. nasıl olsun? o benim yarattığım imgelemim. mağara duvarına yansıyan gölgem. 

bir şeylerin değişmesi lazım, biliyorum. harekete geçmeliyim, tekrar kopyamla bir olmam lazım. 
hadi artık! 

4 Aralık 2013 Çarşamba

saldırı, haldırı, affedi...

bugün, canıma kast etmiş bir insanı resmi olarak affettim. 
daha evvel bahsetmiştim, dava açtım, açıldı diye. hani veteriner bey'in bana saldırısına dair olan dava. 
bugün üçüncü duruşma yapılacaktı, ki ilk duruşmada olduğu gibi yine uzlaşma teklifiyle geldiler. 

tasavvufla ilgilendiğimi söylemişimdir. bu düşünce doğrultusunda, zaten ben çoktan affetmiştim.islam inanışında yaratıcı güç en azılı suçluyu dahi affederken, ben kim oluyorum da kendimi bu gücün üzerinde görerek affetmeyeyim?! 
tek düşüncem, yardımıma koşmuş olan bey hakkında açtıkları tehdit davasıydı, kamu davasına dönüştüğü için düşmeyebilirmiş. telefon ettim, uzlaşmayalım dedi. 
şimdi bir tek ona karşı mahçubum. rızası yoktu, yine de uzlaştım. 

sufi olma derdim yok, benim derdim gerçeği arayış, bunun için gidilebilecek tüm yolları arşınlamaya gayret ediyorum, düşünmeyi öğrendiğimden bu yana. bu ister sufizmle olur, ister zen ile olur, ister brahmanizmle, isterse de ışık yoluyla, hatta gerekirse ortaya karışık bir yol -ki tasavvuf çalıştığım bir arkadaşımın da tespitine göre, zaten öyle olmakta- hiç fark etmez, nasıl ulaştığımızın ne önemi var? netice itibariyle hepsi aynı yöne gitmeyi çabalamıyor mu? 
ah lennon'un ruhu şad olsun, just imagine!
galiba bugünkü uzlaşma da bu yolda attığım mühim bir adım oldu, olacak. 

biliyorum, bu veteriner beyi sevmeyen, o gün bana saldırısına şahit olmuş olanlar, ceza almasını istiyordu. alacaktı belki de. muhtemelen bütün bu insanlar bana çok kızacak. ya da hayal kırıklığına uğrayacak. 
ama elimde değildi. yaptığında ne kadar haksız da olsa, kadına saldırının cezalandırılması en uygun yol olsa da, benim aracılığımla olmasın bu. çünkü ceza alarak bir insanın vicdan sahibi olması mümkün değil. cezanın bir eğitim aracı olduğuna hiç inanmadım. on üç yıllık eğitmenlik hayatım bunu bana daha kesin bir şekilde öğretti. 
öyle olsaydı zaten, benzer bir olaydan daha evvel ceza almış biri, tekrar saldırmazdı. 
sadece diliyorum, bugün özür dilerken samimi olması, ve bir daha kendisinden güçsüz birine saldırmaması. 
ama samimi değilse, yine kendi bileceği. hiç kimsenin vicdanıyla kendisi arasına girilmez. tanrısıyla arasına girilemeyeceği gibi. 

benim sorunum şimdi yardımıma koşmuş olan beye karşı mahçubiyetim. 
ama o da, telefon edip haberi verdiğimde, hayırlısı olsun demekle yetindi. 

yaşamın başlı başına tesadüfe dayandığını düşünenler bu dediğime gülüp geçeceklerdir. geçsinler. 
ama akşam dönerken, doğru mu yaptım diye kendimi sorgularken, ve kendi tanrıma acabalarla seslenirken, bir tekne geçti kıyıdan, üzerinde "my angel" yazıyordu. 

varsın, tesadüf olsun bu da. evrene, tanrıma bu tesadüf için teşekkür ederim. 

büyüyor muyum neyim acep...