23 Nisan 2014 Çarşamba

belim oyyyy belim

Belimi sakatlayışımın dört başı mamur öyküsü
Çok eğlenceli bir öykü aslında, otuz iki kısım tekmili birden, işte nihayet anlatıyorum:

Cumartesi Sophie adında çok tatlı bir arkadaşımla buluştuk. Buluştuk dediğim, Benno, Rico ve ben, yani üçü bir arada lezzetinde "biz" ve arkadaşım. Uzunca bir yürüyüşten sonra Yoğrutçu'da dikilmiş sohbet ediyorduk. Benno ve Rico da otluyorlardı. Dalmışım. Meğerse o esnada kadının biri köpeğiyle arkadan bize yaklaşmış. Tabii benim sıpalar ikisi birden o yöne hamle yapınca, beni de arkalarından sürüklediler. 
ve boş bulunan bendenizin beli çıt çıt çetene türküsü kıvamında bir "çıt" etti. 

O an pek acımadı aslında, ovuşturdum, on dakika içinde geçti. Eve gelince ne olur ne olmaz biraz voltaren sürdüm. Ertesi sabah bomba! Hiç bir şeyim yok. Zaten gece de uyku tutmamıştı, sabah erkenden çocuklarla yürüyüşe çıktım.  

Koço'nun az ilerisinde Rico'yu saldım, bir sokak köpeciği ile koşturmaya başladı. Ben de, dalmışım, Benno ile uğraşıyorum. Birden o sokak köpeciği küüüüt diye arkadan bir çarptı ki bana ki eyvahlar olsun! Nasıl olduğunu bile anlamadan ben iki seksen yerdeyim. Önce kıç üstü, sonra hızımı almayıp kafayı hızla beton zemine çarptım. Tepemde kuşlar cıvıldıyor, yıldızlar uçuşuyor! Anlayacağınız, bu tür düşüş anında yaşanan her türlü bedensel acı ve tuhaf vizyonlardan ortaya karışık bir halet-i ruhiye içerisindeyim. Bir türlü toparlayıp kalkamıyorum.  

Sabahları hep karşılaştığım ve selamlaştığım yaşlıca bir amca görmüş düşüşümü, elinden geldiğince hızla yanıma seğirttti. Baktı ki kalkamıyorum, elimden tuttu, çekiştiriyor, kendince kaldıracak. Görseniz amcayı, tın tın yürüyen, kendine mecali olmayan tatlı mı tatlı bir amcacık bu. Şimdi kendine yüklenip beni kaldıracak olsa, maazallah bir tarafına bir şeyler inecek, düşüp kalacak yanıma. Sonra seyrele gülüm seyrele! Ikimiz acı içinde kıvranır dururuz. Bir yandan canımın acısına mı bakayım, amcanın yardımseverliği içinde kendine zarar verme ihtimalini mi tasa edeyim, şaşırdım. 

Neyse, kendimi toparlayıp, "merak etmeyin, ben kalkarım, biraz zaman verin" diyebildim. Pek ikna olmamış amcacık ki, başımdan ayrılmıyor.  Tam o esnada beni düşüren köpecik yanıma geldi, şulopppp diye bir yaladı suratımı! 
Ah ya, o anda göz yaşlarına boğulacağım, serseriye bak yaaaa, sokak köpeği der geçerler, şu şirinliğe, şu tatlılığa bakar mısınız!? Özür diliyor kendince. "Ah kızmadım ben bebeğim sana!" diyebildim ağlamaklı. Yetmezmiş gibi, o da bunun üzerine bir de burnuyla dürttü 'hadi kalk!' 

Eh farz oldu elbette, bir yanda endişeli bir amcacık, bir yanda beni kazara düşürdüğüne bin pişman bir köpecik (bana kalaydı, biraz daha uzanacaktım o taş zemin üzerinde, sabahın yedi buçuğunda. Sanki yumuşacık yatağımdayım mübarek. Kafayı vurunca böyle oluyor demek ki insan!), ıkına sıkına kalktık. 

Uzaktan da bir çift gördü bizim bu tuhaf üçlü halimizi. Tam yardıma geliyorlardı ki, ben hemen el ettim "yok bir şey. Iyiyim. Ama şu popo moraracak!"

Nasıl canım yanıyor. Topallaya topallaya bağladım Rico'nun uzatmasını, geldim eve. 
Bir yandan da içimden "Off, şimdi işimiz zor, hadi bakalım, umarım zedelemedim belimi" diye umut ediyorum, ama ağrım azalmak bilmedi. 

Cumartesi günkü o çıt çıt çıtlamanın ardından filmlere nazire eden pazar sabahı keyfi minvalindeki o düşüşümle perçinlendi bu incinme. Pazar günü pek bir şeyim yoktu, hafif bir ağrı dışında. Akşama biraz ağrım arttı. Hah dedim, bir kas spazm çözücü alayım, ihtiyatlı olayım. 
Pazartesi kalktığımda mis, ne ağrı kalmış ne bir şey. 

Ama aah, meğerse ne sinsi yılanmış belimdeki bu zedelenme. 
Gün geçtikçe rengini ortaya koyacak, ipliğini pazara serecekti. Ne de olsa, ağrım yok, bir şeyim yok. 

Pazartesi ben rutin yaşamıma geçtim, sınav hazırlığımı gözden geçirdim, evi temizledim, çocukları çıkardım... 
Akşam üstü eve dönerken ağrım başladı. Söyleniyorum kendime, "ah bak, ağrın yok diye, sabah kas spazm çözücüsünü ihmal ettin, şaşpşal!" diye. 
Köpüş oğluşlarımı bıraktım eve, hemen bir kas spazm çözücüsünü sek yuvarladım, yoga dersine yollandım. Yollandım da.  
Allah Allah hayırdır, bu ağrı niye böyle artmaya başladı ki? 

On dakikalık yolu yirmi dakikada gittim. Yoga kursumun olduğu binaya vardım ama, ağrı iyice fena! Ağır kapıyı ittirdim, ama birinci katta olan kursun kapısına varmam tam bir işkence, kilitlendim kaldım. Güç bela basamakları çıkmaya çalışıyorum, ağrıdan ağlayacağım neredeyse. 
Merdivenlerde hocam gördü benim o can çekişen halimi. Koştu hemen yarı yoldan, çıkardı.  Biraz dinlendim. Ama yoga moga hayal tabii. Hocam elime bir cd sıkıştırdı, "yoga nidra şifalama" diye. Onlar derse, ben eve. 
Eve! Hah, demesi kolay tabii. On dakika bile sürmeyen mesafe, mevcut hükümetin yeni duble yollarına dönüşmüş mübarek: yürü yürü bitmiyor. 

Eve vardım, vardım ama, ben mi eve vardım, ev mi bana, pek ayırdında değilim. 

Ertesi gün dinlendim. Ne de solsa bahar tatili öncesi son hafta. Üstüne üstlük Perşembe sınav yapacağım. Sınavı tehlikeye atmak istemiyorum. 

Bir gün dinlenmek iyi geldi tabii. Ertesi gün derse gittim, kendimi yormadan çocukları sınava hazırladım. 

Perşembe günü de sınava gitmek üzere bindim otobüse, aksi gibi ters oturdum otobüse. Vıııııyyyy! Meğerse o Barbaros bulvarı ne dikmiş anacım! Otobüs yokuşu tırmandıkça, ters koltukta giden kaydırmadan kayar gibi jüüüüüüüüp!  
Son dokuz yıldır haftanın en az üç günü, yirmi küsür yıllık istanbul yaşantımda da sayısız kez geçtiğim o bulvar nasıl bir çile yolu oldu birden! Bel zedelenince abu graib'teki işkencelere taş çıkartan bir işkenceye dönüşüyormuş bu tür otobüs yolculukları! 

Hani ajan olsam, çoktan devlet sırlarını twitter kuşundan hızlı bir şekilde ötmüştüm. 

Okula geldim ama ağrıdan yürüyemiyorum. Öğretmen arkadaşlarla güya yemeğe buluşacaktık, beni o halde görünce panik oldular. Biri çantamı aldı, diğeri sandviç almaya yollandı, üçüncüsü, -asansörü-bile-olmayan-engelli-sever- nadide binamızın merdivenlerinde koluma girdi. Ofise varır varmaz, ağrı kesici aldım. Imkanı yok, o ağrıyla hastane yolları bana dar.    

O kadar gelmişim, sınav yapmadan gider miyim, hastanelere düşer miyim? Böğrümden ciğerimi sökseler yapacağım o sınavı. (Öğrencilerime sesleniyorum buradan: çabuk itiraf edin, hanginiz beni temsil eden vodoo bebeğini elinde tutuyor? Sınav yapmayayım diye belime iğneleri saplaya saplaya yoruldunuz be yavrucuklar, kıyamam o iğne tutan elinize! Hadi söyleyin! Valla kızmayacağım.) 
Hahaha, ama çabalar meyve vermedi. Yaptım sınavı tabii. 

Sağolsun, öncesinde çantamı taşıyan öğretmen arkadaş (hep adını zikrettiğim, 26sında kocaman bir yüreğe, müthiş bir olgunluğa sahip, ve tabii ki "öğretmen arkadaştan" çok öte özel bir can olan) Sophie, ev dönüşü, yine çantamı yüklendi, eve kadar getirdi. 
Ve maalesef böylesi bir günün akşamında bir taksici hadisesi (bir kediciğin ezildiği vaka) yaşandı. Ilk fırsatta onu da anlatırım. 

Akşamında ağrıdan zırıl zırıl ağlıyorum. 

Ertesi gün erkek arkadaşım, işi gücü bıraktı beni hastane hastane dolaştırdı. MR çekildi, Pazartesi sonuç alınacak. 
Yani onbir gündür bu haldeyim. Ben böyle ağrı görmedim. Hayatımda bir migren ağrısı ağlattı beni, bir de bu bel ağrısı. 

Şimdi beni asıl ürküten, bel fıtığı çıkarsa, ben iki köpekle ne yapacağım? Kaç gündür erkek arkadaşım işinden gücünden geri kalarak elinden geldiğince sabah akşam çıkarıyor, ama uzun vadede ne yaparız, nasıl yaparız hiç bilmiyorum. Et tırnaktan ayrılmaz, Benno elbette bir yere gitmez, ama ya Rico (aka Bodurcan)'nun akibeti ne olur? 
Düşünmek istemiyorum. Belim yetmezmiş gibi karnıma ağrılar giriyor, sırf belim yüzünden onu vermek zorunda kalırsam başka bir yuvaya. Öyle bir alıştım ki o sıpacığa da. 
MR'ı çektiren nörolog bir şey göremedi. cuma günü gideceğim ortopedist arkadaşım, yatarak çekildiği için fıtığın orada belli olmayabileceği görüşünde. Ne diyeyim, iki gün daha sıkmam lazım dişimi. 

Hadi sevgili okuyucum (bunca zamandan sonra hala mevcutsan) ne olur dua et, gönder pozitif enerjini, ciddi bir şey çıkmasın, bir an evvel sağlığıma kavuşayım!