13 Kasım 2014 Perşembe

günlük versus blog

yazmayı öğrendiğimden beri günlük tutan biriyim. bildiğimiz (ya da unutmaya yüz tuttuğumuz mu demeliydim?) deftere, yüzlerce kalem tüketerek ciltlerce yazan tiplerdenim. gerçi son zamanlarda burayı boşlamamamdan pek anlaşılmıyor bu sanırım. aslında bu bloga başladıktan sonra epey bir boşlamıştım kalem kağıt mevzusunu. o kadar da kaptırmıştım ki kendimi elektronik ortamda tutulan bu günlük çeşidine, deftere tutulan günlükleri gereksiz görür olmuştum. ne gerek vardı ki kağıda kaleme?!
hatta, yazmayı seven bir öğrencime, niye blog yazmıyorsun diye sormuş, o da günlük tutuyorum, defter kalem kullanarak demişti. nasıl da yadırgamıştım! bu çağda, hele genç bir insan hala defter kalemle mi cebelleşirmiş? ama paylaşın bizle, niye saklıyorsunuz deyince de, onlar bana ait demişti. bakakalmıştım. ama içimden elbette verip veriştirmiştim: artık günlükler bloga dönüştü, herkesle paylaşılmalı! nedir efendim o gizlilik hali? yediğini içtiğini bırak, nerelere gittiğini, kimle fosurup, kimle geğirdiğini bile ifşa etmenin artık gündelik yaşamın bir parçası sayıldığı bir çağda, nedir bu gizlilik?!  ama sesli olarak, hmm tabii, tercih meselesi diyerek geçiştirmiştim. 
o öğrencimden şimdi okurlarımın şahitliğinde özür diliyorum. 
niye mi? durun hele, accık merak edin, anlatacağım. 
yeniden günlük yazmanın zevkine vardığım için diyerek özet geçebilirim. ama mesele o kadar basit değil. 
3 g'nin çekmediği ortamlarda yazabiliyor olmanın dayanılmaz hafifliği de değil. 
sayfalarca yazdıktan sonra tutulan parmaklardan alınan mazohist zevk hele hiç değil. 
hayır efendim, olay biraz daha karmaşık: elektronik ortamda, herkesle paylaştığınız günlüğünüzün bir okuru olacak, bunun bilincinde yazar kişi. yani bir çeşit diyaloğa dönüşür olay. 
oysa gerçek manadaki günlük, tamamen kişinin kendisiyle başbaşa kalma hali. en çıplak hali ile kendisiyle hesaplaşmasıdır. 
çünkü bilirsin, yazdıklarını yine sadece kendin okuyacaksın. kendinin vericisi, alıcısı ve kanalısın. yani yazar, okur ve eleştirmen, hepsi tek vücutta. dolayısıyla, hiç bir şeyden sakınmıyor, hem açıyor, hem de acıtıyorsun. 
(vapurun arkasında dışarıda oturuyorum, yazarken parmaklarım buz kesti. mazohizm gerçekten var galiba, ellerimin üşümesi nedense hoşuma gitti...)(tabii bu yazıya başladığımda vapurda seyahat ediyormuşum, oysa şimdi düzeltmeleri yaparken, sıcacık evimin konforunda, pufuduk terlikli ayaklarımı sehpaya dayamış bir keyifle yazıyorum. parmaklarım sıcaktan mayışık...)
ah bu parantezler insanı bir anda başka mecralara atabiliyor. 

diyeceğim o ki; günlük, eski usul günlük tutmak apayrı bir keyif. bunu sürdüren, sürdürebilen o yaratıcı azınlığa selam olsun! aranıza geri döndüm sanki :)