26 Şubat 2015 Perşembe

toplumsal cinnet ya da hegelyan diyalektikler ve tarihin en büyük seri katili

özgecan hunharca katledildi, ondan önce kaç kadın öldürülmüştü? iki hafta geçti, kaç kadın öldürüldü? ve daha kaç kadın öldürülecek? 
özgecan bir taşma noktası mı, yeni bir gezi hareketi doğurur mu diye umutlanacakken sular dinginleşti bile. elbette unutulacak o da. katledilen tüm diğer kadınlar gibi. 
türkiye'de son on yıldır kadına karşı şiddetin çok yükseldiği sayılarla sabit, ama sadece kadına karşı mı?
 
mesele sadece kadınlara uygulanan şiddet değil. haberleri bir iki gün taradığınızda, genel manada azınlık ve/veya güçsüz olana karşı gösterilen şiddetin artmış olduğunu görmek gayet mümkün. 
toplumca manyaklaşmaya mı başladık?

sanmam. hep manyaktık, sadece daha bir duyulur oldu. 
yolda yürürken birilerinin tehdidine uğramamak artık sanki olanaksız gibi. en ufak olayda, bıçağını çekenler, kartopu yüzünden adam öldürenler, palasını çekenler.. sonra da aklı selim davranmasını beklediğiniz kişilerin çıkıp "yüzde elliyi evde zor tutuyorum" minvalinde demeç vermeleri... 

işin enteresan tarafı son günlerde şiddet üzerine söylemler pek bir uzman da çıkardı ortaya.

yok diziler kadına şiddeti meşrulaştırmış, yok haberlerde bu kadar yer verilmesi yenilere zemin hazırlarmış da bıdı bıdı. 

peki çocuk istismarını ne meşru kılıyor? diziler bunun için de mi çalışıyor?

istediğimiz gibi bahaneler uydurabiliriz, şiddet var olmaya devam edecek. tarihte hep vardı, üstelik bundan alası vardı. 

hatta inanmayacaksınız belki, ama tarihteki en büyük cani bir erkek değildi a canlar. bir kadındı! erzebeth bathory adında romanyalı bir asilzade. 600 küsür genç kadın ve çocuğu katledip kanlarında banyo yapmış hanım ablamız. ama o da ataerkil toplumun bir yansıması değil de ne? önce ailesi tarafından böyle yetiştiriliyor, sonra ilk eşi işkence etmekten zevk alan bir zebani çıkıyor. ve o da kendisine eşlik eden bir cani eş yaratıyor. 

yalnız dönemin  güçlü ve çok zengin kadınlarından erzebeth, yıllarca yaptığı katliam -nasıl oluyorsa- duyulmuyor, civarda genç kadın ve çocuk kalmıyor da, ancak asilzade kızlarına sardırınca ortaya çıkıyor. tabii bu altıyol küsür kendisi tarafından kaydı tutulanlar, sayının daha fazla olacağı tahmin ediliyor. ve evet, elbette ki ölüme mahkum edilmiyor, günümüz türkiye'sinde geçmese de mevzu, tarihte de zenginler işledikleri suçlar yanlarına kar kalmasını sağlamış.  hele ki kralın bile borçlandığı zengin bir asilzade, ancak odasına kapatılarak cezalandırılıyor. 


ama diyelim ki böylesi bir canilik cezalandırılmış olsundu. sanıyor musunuz gerçekten, şiddetin azalmasına neden olacak?

bireyin uyguladığı şiddete karşı devlet eliyle uygulanan şiddet, sadece kısasa kısas olur, ne bir önlem ne de rehabilite etmektir. zira şiddeti yok etmek mümkün değildir. belki kişiyi rehabilite edebilir, şiddette eğilimini baskılamayıöğrwtirsiniz, ama yeryüzünden şiddeti silemezsiniz. zira güçlü ve zayıf olan var oldukça, güçlünün zayıfa uygulayacağı şiddet de var olmaya devam edecektir. çünkü güçlü olan, güçlü oluşunu bu şekilde onaylatacaktır.  hegel üşenmemiş, bu mevzuda bir diyalektiği bile dile getirmiş (bkz köle efendi diyalektiği).


belki çözüm, güçsüz olanın güçlenmesinde yatıyor, ama bu sefer de o güçlü, diğer taraf güçsüz konuma düşecektir. 

yine de içimde bir umut var, zira bu kadar şiddet sadece ataerkil toplumlarda mevcut olmuş. belki bu topumun canına fatiha okuması, ve yeniden anaerkil topluma dönülmesi bir çözüm oluşturabilir. en azından bunu düşünen uzmanlar var, üstelik erkek bu toplum bilimciler. 

diyeceksiniz, anaerkil toplum ezmeyecek, şiddet göstermeyecek mi? ataerkil toplum kadar kötü olamazlar. olur ve ezerse de, bunu sevgiyle yapar...


not: erzebeth'i daha fazla merak eden varsa da, buyursun...

20 Şubat 2015 Cuma

gece ziyaretçisi ya da bonbon adında bir hergele

bölüm 1

gece yarısını geçmiş bizimkiler bir ayaklandı, ne oluyor dedik. benno heyecanlı, rico sinirli. 

biz ise, herzamanki gibi dışarıdan köpek geçiyor yine, ona tepki gösteriyorlar diye düşünürken, aniden bir viykleme sesi duyduk. haydaaaaa, sanki yavru bir köpek ağlıyor. 

bizimkiler sakinleşmek bilmiyor.  tekrar viykleme sesini duyunca, ne oluyor dedim. pencereyi açtım. köpek hikayelerimi okuyanlar tahmin edecektir, eveeet? hadi tahmin edemeyenler için cevabı vereyim:

 

evet  bonbon efendi kapı önünde kocaman gözlerle bize bakıyor.


bonbon'dan daha evvel bahsetmiş olmalıyım: 

kendisinin bisikletlileri devirmediği, yolda giden arabaların (hani, kapı çizilmesin diye yanlarına takılan) plastik şeritlerine saldırıp, komple sökmediği, gelen geçeni ısırmadığı, kedileri kovalayıp yakalamadığı gün sayısı azdır. az kavga etmedim, az bağırıp, çağırıp tehdit etmedim bu koca oğlana en çok da şu kedi meselesi yüzünden. kaç kez kovdum yanımdan kedi kovalıyor diye. o da kös kös "madem istenmiyorum, giderim!" başını eğmiş, suçunu da bilerek peşimden gelmeyi bırakmıştır. tabii her zaman değil. bazen, uzaktan takip etmeye devam eder, ne kadar bağırsam da umursamaz. neden beni bu kadar sever, çözebilmiş değilim.  ona bebekliğinden beri bakan mando bey de ondaki bendeniz aşkını çözebilmiş değil. 


ama gel gör ki, bir de acayip tatlı bir yanı var bu eşeğin: evde nasıl nazik, nasıl nazik, ağzından kemiğini al, gıkı çıkmaz. mama vermesen, niye vermiyorsun diye mutfakta gezinmez. kalk hadi koridordan, geç oturma odasına deyince, tıpış tıpış gider...

bir de arada sırada o devasa aygırın kafasını kucağıma gömüşü vardır ki; yaptığı bütün kabahatleri anında unutur, yüreğim sıcacık, sarılırım ben de ona. 

ah ah, bir de dışarıda böyle haydut olmasa! 

haaa bu arada, mahallede tanımayan yoktur bu çocuğu, yedi yaşında yaşlı bir delikanlıdır kendisi! hani sokak köpeği sanırsınız, ama pek de geceleri dışarıda geçirmez. dört beş kapısı vardır. en çok da kendisine bebekliğinden beri bakan, mando bey'in misafiri olur geceleri. 


ama biz geçen geceki hikayemize dönelim: bizim bu koca haydut köpek enciği gibi ağlıyor! haydaaaa, ne oldu sana heybetli bonbon? sen normalde kapıya omuz atar, gümbürtetir, yerimizden hoplattırırdın! hasta mısın yoksa? 

ah ah, ama siz benno ve bendeki sevinci görün. koşa koşa açtık dış kapıyı, üçümüz kucaklaşıp duruyoruz. o yağmurda bir de ıslanmış ki koca oğlan, sormayın. ama kimin umurunda? 


bonbonun gelişinden bir memnun olmayan rico, nedense sevmiyor bonbon'u.  bir de aç gelmiş çocuk. rico'ya çaktırmadan mama verdim.  görecek diye de ödüm patlıyor. iyice uyuz olacak endişesi var. çocuklarının arasında ayrım yapmamaya, onları barıştırmaya çalışan anne rolüne soyundum iyice. 

çünkü geçen gelişinde bonbon yatak odasına gelecek olmuştu, orada yatan Rico, bir posta koymuştu, hepimizi yataktan fırlatan bir havlamayla gecenin ortasında! 

garibim bonbon o koca cüssesine rağmen "dua et misafirim, haddimi bilirim edasıyla" tıpış tıpış oturma odasına geri dönmüştü.  


bu sefer temkinliyim, gece vakti rico'nun postasıyla eziyet çekmek istemiyoruz ailece. akşam boyunca, ikisini arkadaş etmeye çalıştım. hani anneler iki bıdık ve küs kardeşi barıştırmayı denerler ya, "bak, ne cici, hadi oyun oynayın artık" minvalinde.  rico'daki tavır daha çok, "anne ya, tamam, anladık, havlamayacağım, ama sokma şunu burnumun dibine boyna!"


neyse, geceyi rahat atlattık. sabah kalktığımızda, bonbon yatak odasına kadar gelemese de, hemen yatak odası girişinde, banyo kapısına kadar yaklaşabilmiş, girişi kapatacak şekilde yayılmış. veeee, iki metre ötesinde yatan rico hazretleri de ses etmemiş! vaaaaay büyük gelişme. 


bölüm 2


Sabah sürprizi: Ipıslak bir Bonbon bey! 

köftehooooooor, daha ben havluyu kapıp, kendisini kurulamaya girişemeden bir silkindi, evin her yanını rezil etti. daha dün zavallı sevdiceğim yerleri süpürüp silmişti...


ama çok serseri çocuk çoooook. nasıl hoşuna gitti havlu ile kurulanmak (bu işlemden hoşlanmayan köpek yok galiba, tabii havlu ile bütün vücuduna masaj da yapıyorsun aslında.  kimin hoşuna gitmez!) benim iki minik haydut, daha havlularını görür görmez coşuyorlar, önce beni kurula havasında. ulen, pati sildirmek için de yarışsanıza böyle! yooook, dışarıda çamurlu sulara cumburlop atlayan zibidiler, evde temiz suya sokmak istemiyorlar o patileri. temiz ya, dorun orada olsa gerek. 

konudan uzaklaştım farkındayım. 


bonbon yine kapıdaydı, ancak bu sefer de kapıya yüklenmedi çocuk. benno vızıldanmaya başlamasa, bu çocuğun geldiğini, yağmurda dış kapının önünde beklediğini hiç duymayacağım. 


ah be sıpacık, köpek dediğin bir hav yapmaz mı, eskisi gibi kapıya bir omuz atmaz mı? sen yaşlandıkça nazikleşemeye başladın bonbon bey! bir de kedilere karşı bu kadar nazik olsan, dünyanın en tatlı, en heybetli, en en en bi sokak köpeciği olacaksın valla!  


bölüm 3

bu yazıyı geçen senenin haziran ayında yazmışım. neden draft olarak bırakmışım diye bakarken, birden bir havlama sesi ile sıçradım! sehpanın üzerindeki bardağı devirdim o sıçramayla. 

hayırdır? yoksa bonbon mu geldi? yok artık! hem de onunla ilgili yazıyı okurken! 

ıslanan yeri silmek için bez getirmişken, ya gerçekten oysa diye bırakıp, koştum pencereye. 

ve ne göreyim:  hayta beyimiz gecenin bu saatinde en şirin gülümsemesi ile oturmuş kapımın önünde bana bakıyor!

bir sevinç çığlığı ile hemen koştum. dışarısı kar, üşümesin çocuk. aman bir kucaklaşma, bir özlem giderme! ödül mamaları, evin içinde oradan oraya hoplamalarla bir yarım saat geçti. şimdi o koca çocuk ayağımın dibinde yatıyor. az evvel "babası" mando abiye mesaj gönderdim, "çocuk sürpriz yaptı" diye. 

genellikle geceleri onda olduğu için merak eder mando abi, bonbon gelmediğinde. cevap daha da şaşırtıcı "bendeydi, az evvel çıkmak istedi"


haydaaaa! yahu, sen nasıl anladın seni düşündüğümü a be bonbon çocuk?

son bir kaç aydır, gelme sıklığını epey azaltmıştı, ancak iki üç haftada bir gelir oldu. son gelişi 29 ocak. 

sen tut, üç hafta sonra, tam da seni kaleme alırken kapımda bitiver! olacak şey mi?

hadi buyrun, telepati değil de nedir bu?


bir de dip not geçmeden edemeyeceğim: sadece benno değil, rico da artık onu deli gibi seviyor.