kutsadıklarından mıdır nedir almanlar intihara "freitod" da derler, yani özgür ölüm. özgür zira kendi seçiminizdir. derin düşünen yazar, çizer, filozof adamların peşinden de "freitod" seçimini yapmıştır derler nedense, intihar demezler.
böylesi iç karartıcı bir meseleye nereden geldim? alt kattaki komşumun intiharını duyduğumdan beri kafamı kurcalayan bir hadisedir bu. intiharın kendisinden ziyade, bir insanın ölümü seçecek kadar seçeneksiz kalması beni düşündüren. ya da başka seçenekleri yok saymak mı demeliyim? kolaycılık mıdır ve kolay mıdır bu yolu seçmek? bilinmeyene doğru kendi seçiminle yol almak?
alt kattaki komşum düşünen takımdan değil, tam tersine, eğitimsiz, doğulu ama uyanık yurdum kadınıydı. elli küsür yaşının son demlerinde biraz da meraklı bir kadıncağız, üç çocuğunun en küçüğyle (küçük dediğim de 25 yaşın üzerinde), kapıcı olarak girdiği daireyi kapıcılığı artık yapmamasına rağmen inatla boşaltmayan, yani apartmanca istenmediği halde orada oturmaya devam eden biri. apartmana rahatsızlık veren kısmı aslında kendisi veya kapıcılığı yapmıyor olması, meraklı hali, ya da kira olarak sadece merdivenlik elektriğini ödemesine dahi laf etmesi değildi, bu 25 yaşındaki küçük oğul! aşırı saldırgan bir tip olan bu oğul kadıncağızı haftada bir, tüm apartmanı ayağa kaldıracak biçimde bağrış çağrış döverdi. üç yıldır oturduğum bu apartmanda, benden başka rahatsızlık duymayan mı vardı da kimse kapısını bile açıp bakmazdı olanı biteni duyduğu halde bilmem. tam üç defa polis çağırdım. polis ise kadıncağızın şikayet etmemesi üzerine geldiği gibi gitmekten başka bir şey yapmadı. bir defasında da, kadını dışarı atılmış bir vaziyette ağlarken bulduğumda kolundan tutup karakola götürmek istediysem de, "ama sonra ne yaparım, oğlum o yine de" diyerek karşı çıkmıştı. bir müddet sonra ben de yardım edemeyeceğimi anlayıp müdahil olmaktan vazgeçtim, zira son polis çağırışımda beni de dolaylı olarak tehdit etmişti oğul. neticede anne şikayetçi olmuyordu ki, ben şikayet etsem ne yazar?
en sonunda kadıncağız yine bir dayak sonrası dayanamayarak denize atmış kendini... bir saat sonra ölüsü kıyıya çarpmış. bunu ölümünden ancak 2 ay sonra, durumu sanki biraz rahatlatıcı olarak algılayan apartman yöneticisinden öğrenmiştim. hemen açıp gazeteleri taramış, olayı anlatan onlarca haberin içinde de sadece iki tanesinde, evlat işkencesi intihara sürükledi ibaresini tek cümlelik bir açıklama olarak görmüştüm.
elinin kolunun bağlı olmak ne demek olduğunu bu meselede tekrar anladım.
oğul mu? kira ödemediği dairede tek başına sefa sürüyor, vicdan kavramından çok uzaklarda.
ben mi? olayı öğreneli bir ay oldu ve ancak yazıya dökebilecek yüreği buldum kendimde.
ne yapılabilirdi?
böylesi iç karartıcı bir meseleye nereden geldim? alt kattaki komşumun intiharını duyduğumdan beri kafamı kurcalayan bir hadisedir bu. intiharın kendisinden ziyade, bir insanın ölümü seçecek kadar seçeneksiz kalması beni düşündüren. ya da başka seçenekleri yok saymak mı demeliyim? kolaycılık mıdır ve kolay mıdır bu yolu seçmek? bilinmeyene doğru kendi seçiminle yol almak?
alt kattaki komşum düşünen takımdan değil, tam tersine, eğitimsiz, doğulu ama uyanık yurdum kadınıydı. elli küsür yaşının son demlerinde biraz da meraklı bir kadıncağız, üç çocuğunun en küçüğyle (küçük dediğim de 25 yaşın üzerinde), kapıcı olarak girdiği daireyi kapıcılığı artık yapmamasına rağmen inatla boşaltmayan, yani apartmanca istenmediği halde orada oturmaya devam eden biri. apartmana rahatsızlık veren kısmı aslında kendisi veya kapıcılığı yapmıyor olması, meraklı hali, ya da kira olarak sadece merdivenlik elektriğini ödemesine dahi laf etmesi değildi, bu 25 yaşındaki küçük oğul! aşırı saldırgan bir tip olan bu oğul kadıncağızı haftada bir, tüm apartmanı ayağa kaldıracak biçimde bağrış çağrış döverdi. üç yıldır oturduğum bu apartmanda, benden başka rahatsızlık duymayan mı vardı da kimse kapısını bile açıp bakmazdı olanı biteni duyduğu halde bilmem. tam üç defa polis çağırdım. polis ise kadıncağızın şikayet etmemesi üzerine geldiği gibi gitmekten başka bir şey yapmadı. bir defasında da, kadını dışarı atılmış bir vaziyette ağlarken bulduğumda kolundan tutup karakola götürmek istediysem de, "ama sonra ne yaparım, oğlum o yine de" diyerek karşı çıkmıştı. bir müddet sonra ben de yardım edemeyeceğimi anlayıp müdahil olmaktan vazgeçtim, zira son polis çağırışımda beni de dolaylı olarak tehdit etmişti oğul. neticede anne şikayetçi olmuyordu ki, ben şikayet etsem ne yazar?
en sonunda kadıncağız yine bir dayak sonrası dayanamayarak denize atmış kendini... bir saat sonra ölüsü kıyıya çarpmış. bunu ölümünden ancak 2 ay sonra, durumu sanki biraz rahatlatıcı olarak algılayan apartman yöneticisinden öğrenmiştim. hemen açıp gazeteleri taramış, olayı anlatan onlarca haberin içinde de sadece iki tanesinde, evlat işkencesi intihara sürükledi ibaresini tek cümlelik bir açıklama olarak görmüştüm.
elinin kolunun bağlı olmak ne demek olduğunu bu meselede tekrar anladım.
oğul mu? kira ödemediği dairede tek başına sefa sürüyor, vicdan kavramından çok uzaklarda.
ben mi? olayı öğreneli bir ay oldu ve ancak yazıya dökebilecek yüreği buldum kendimde.
ne yapılabilirdi?