30 Eylül 2007 Pazar

temizlik bilincini aşılayan süper film

bir benzinci halkı bilinçlendirme filmleri yaptırırsa, ancak bu kadar yüzüne gözüne bulaştırabilir.
eminim görmüşsünüzdür, bir çizgi film ufaklığı tuvalete gidiyor ve klozet arkadaşıyla bir hayli derin mevzulara dalıyor. arada rap filan da yaptırmaya çalışmışlar ufak oğlana, ama öyle yapay olmuş ki, ilk okul müsameresindeki veletler bile buna nanik yapardı.


yalnız asıl bomba kenefçiğin veleti uyarmasında:
hem önce hem sonra sifonu çekeceksin!
oldu! pek çok ilin içme suyu barajlarının kuruma seviyesinde olduğu bir dönemde yapılabilecek en bilinçlendirici(!) film bu olur.
yılın bilinçlendirme çabası gibi bir yarışma varsa, kendilerini aday göstermek istiyorum!

diğer yandan düşünüyorum da, yurdum insanının pis oluşu, sifon çekmemesi, duş almaması, her ne kadar koku açısından feci rahatsız edici de olsa, barajların doluluk seviyesi açısından iyi bir şey galiba...

28 Eylül 2007 Cuma

bitirim şoför abi

dönerken kadıköy otobüsüne binmiştim, bir durakta koştura koştura bir hanım kızımız zar zor yetişti otobüse. bizim şoför de bekledi ama hemen de postayı koydu: ohooo herkes senin gibi yaparsa biz akşama kadar gidemeyiz kadıköy'e...

köprü sapağına dalıp gidecek otobüs, üzerinde kocaman kadıköy yazıyor en niyahatinde, zincirlikuyu'na gelince bir amca soruyor: beşiktaş'tan geçer mi?
yok cevabına bir bozuluyor ki bizim şoför dayanamıyor, yapıştırıyor hemen amcaya: ne yapacaktık yani, vapur gibi denizden mi gidelim karşıya?

tam karşıya geçtiğimizde ise başka bir şoför biniyor, bizimki yerine ona bırakıyor, bir sonraki durakta inecek, hazırlanıyor, ama her nedense önde oturan bana, sanki sormuşum gibi hesap veriyor: ee artık satalım otobüsü, yeter keyfini sürdüğümüz değil mi?
yok abi, aracı sürsen yeterdi diyecek oluyorum, gelecek cevaptan tırsarak suskunluğa gömülüyorum ("bırakıyorum gözlerim konuşuyor" türünden bir geyik yapmayacağım, çok beklersiniz)

yahu bu yurdum insanları da hep beni mi buluyor?!!

23 Eylül 2007 Pazar

şu erkekler hep aynı

karaköy'de yürürken objektifime yakalandı bu kerata. tamam bana paparazzi muamelesi yapabilirsiniz, ne yalan diyeyim, şimdi şu pozlara bakınca ben de kendimi öyle hissediyor gibiyim, feci yakalamışım haytayı.

beyimiz önce kıyıdaki balıkçılardan balık götürmekle meşguldü, derken
oraya damlayan çıtırı gördü ve anında balığı hatuna taşıdı, önüne bıraktı, derken arkasından dolaşıp puan toplarım heyecanıyla bir hamle yaptı ve tadaaaa.

ancak saltanatı uzun sürmedi. hanım kızımız, sen misin izinsiz tepelere tırmanan diyen bir edayla bir döndü, bir ısırdı, iki tırmaladı ki, civardaki balıkçı abilerin ateşli gaza getirişlerine rağmen bizim oğlan viyaklayarak patileri yağladığı gibi gazladı ortamdan.

ah evet, tipik erkek değil mi, kıytırık hediyeyle kandırmaya çalış, ama istediğini alamayınca da anında tabanları yağla, kaybol ortadan....

yaa dünya tatlısı bir sevgiliye sahibim, ben şimdi niye giydirdim bu gariban erkek milletine?

feci bozuluyorlar

bunlar bildiğiniz gibi değil, çok kolay bozuluyorlar, üstelik çiçekçi de durumun ayırdına varmış müşterisini uyarıyor.
yani dokunacak olursanız bir hafta küs kalırlar, konuşmazlar sizinle, hani önlerinden geçecek olsanız surat asarlar, homurdanırlar, oradan geçtiğinize pişman ederler sizi. yani hikayeden değil bu uyarı.

eh bizden söylemesi, bozmayın bunları!

20 Eylül 2007 Perşembe

el sıkmak veya sıkmamak ya da yasal sonuçları

aklınızda bulunsun, bakanlarımızdan biri sizin oralara gelecek olursa ve civarda başka kimseyi bulamamış gibi elini size doğru uzatacak olursa, görüşünüz ne olursa olsun, ister kendisinden hazzedin, ister etmeyin, uzatılan eli sıkmaya gayret edin. çünkü geri çevirirseniz, bu jestinizden alınabilir ve kendinizi bir anda türklüğe hakaret etmiş ve 301'den yargılanıyor bir halde bulabilirsiniz!

bizlerin seçmediği kişileri sevme gibi bir mecburiyetimiz elbette yok, ama anlaşılan o ki, ellerini sıkma mecburiyetimiz varmış!

neden mi durduk yerde sizleri uyarma ihtiyacında bulundum? neden olacak,
sağlık bakanının elini sıkmamak 3 aydan başlayıp iki yıla kadar çıkabilecek bir hapis cezasına neden olabiliyor da ondan!

DHA'nin haberini aynen aktarıyorum:
DHA - ERZURUM - Sağlık Bakanı Recep Akdağ'ın elini sıkmayı reddeden üniversiteli Durmuş Şahin hakkında Türk Ceza Kanunu'nun 'Türklüğe hakaret' suçunu düzenleyen 301'inci maddesi uyarınca altı yıldan iki yıla kadar hapis istemiyle dava açıldı. Şahin'in yanında bulunan arkadaşları Selçuk Uçan ve Ayberk Yurtseven de 'kamu görevlisine alenen hakaret' suçlamasıyla Türk Ceza Yasası'nın 125'inci maddesine göre üç aydan iki yıla kadar hapis istemiyle yargılanacak. İddianamede hükümete hakaret etmekle suçlanan Ankara Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi öğrencisi, 24 yaşındaki Şahin ve arkadaşlarının başını derde sokan olay şöyle gelişmişti: Akdağ, seçim propagandası yapmak için 11 Temmuz'da gittiği Erzurum'un Olur ilçesinde bir kıraathanede Durmuş Şahin'e elini uzatmıştı. Şahin, eli sıkmayı reddederek iddiaya göre "Ben iktidar olup da vatana hizmeti dokunmayanın elini sıkmam" demişti. Bakan Akdağ'ın şikâyeti üzerine aynı gece tutuklanan Şahin, beş gün hapiste kalmıştı.

heyt be, bakan dediğin zaten yaptırım gücüne sahip olduğunu böyle sergiler!
sen misin sıkmayan! hah, aldın işte belanı! var mı öyle el sıkmamak!?

bakana icratlarının devamında da başarılar dilerim!

not: beni de 301'den yargılanır halde bulursanız şaşırmayın, ne de olsa kendisine başarı diledim. ee başarı sürdürülmek ister! ...

19 Eylül 2007 Çarşamba

dağcı

Rock'n Coke'dan çok geç bir saatte eve dönerken birden bir ses duydum. benim huysuz komşumun (valla arkası yarın dizisi olabilecek kıvama sahip bu adam!) pencere parmaklıklarından geliyordu ses. ne oluyor demeye kalmadan bir kuyruk ve dört pati sahibi arkadaşın yandaki şekilde görüldüğü üzere tırmandığına tanık oldum. Yandaki açık pencereden cuppa zıplayacaktı sanırım. Doğrusu bu ufaklığın cesaretine hayran kaldım. Nasıl da hiç çekinmeden o huysuzun evine dalmaya girişebiliyordu! hani komşusuna böyle kötü davranan, evine dalan dört ayaklıya kim bilir neler yapardı. ama bizimki gayet alışkın bir tırmanışla ve soğuk kanlılıkla yoluna devam ediyordu ki gözüme hemen yandaki levha ilişti, uyarayım dedim, ama bıcırık gözden kaybolmuştu bile...

acaba çağırsa mıydım geriye? yok yere ceza yiyecek garibim!

ya da ehliyetini bakkaldan alan avanaklardan kendisi... ne diyeyim, kendi süren ağlamazmış cezaya!

16 Eylül 2007 Pazar

benim gözümden dünya

ya da başkalarına ters gelen gözüm...

zamanında blogumun linkini gönderdiğim yaşı büyüküçe bir hanım meslektaşımdan şöyle bir yorum gelmişti:
Merhaba,
yahu iyisin hoşsun da ,senin yaşam alanına girenleri takip etmak vede üstelik yorum yapmamızı beklemek kendi alanlarımızdan gönüllü çıkmayı gerektiriyor ki,buna da ne vaktim nede gönlüm izin vermiyor.
Yine de bu paylaşımcı ruhunu alkışlıyor,anlatacaklarını daha toplu bir şekilde hayata geçirip sadece gözümüze değil de, hem gözümüze hem elimize sunsan..mı diyorum ,belki daha çok ilgimi çeker,merak ederim.Şimdilik seninle düşünüp seninle paylaşamıyorum,galiba format bana yabancı,içerik kadar..İyi tatil ve yazma günleri diliyorum..
Sevgilerimle..

zahmet edip fikirlerini yazdığı için kendisine müteşşekkürüm. elbette herkese hitap edecek değilim ama yine de "
anlatacaklarını daha toplu bir şekilde hayata geçirip sadece gözümüze değil de, hem gözümüze hem elimize sunsan" kısmını anlayabildiğimi düşünmüyorum. daha toplu ne demek? toplu taşıma gibi bir şey mi, üstelik bu anlattıklarımı hayata da geçirmem gerekiyor... bir de sadece göze değil, ele de sunacağım, peki o nasıl olacak? eve posta mı yapmalıyım yazıları?

geçen gün maillerimi karıştırıken buldum bu yorumu. kendisine soramayacak kadar çok süre geçti üzerinden, ama belki sizler bana yardımcı olursunuz, hani arada bir de olsa yazılarımı okuyan ve bunların kendisine az da olsa hitap ettiğini düşünen okuyucularım. sizlere zahmet olmazsa, yorumlarınızı beklerim.

keb' mo'

severim kendisini, keyifli bir sesi ve bir o kadar da keyifli bir tarzı vardır. internet radyoları üzerinde blues kanallarını dinlerken yıllar önce tesadüfen rastladığım ve o günden beri de dinlemek için vazgeçemediğim bir müzisyen.

maalesef burada pek bilinmediği için fazla albümü de bulunmuyor, ama tadımlık olarak aldığım konser kaydını dinleyin, bence seveceksiniz. belki detay için linklere bile bakacaksınız...


-

Keb' Mo'

Keb' Mo' is a noted blues singer, guitarist, and songwriter. He was born Kevin Moore in Los Angeles, California on October 3, 1951. He learned guitar at the age of 12, and started his own calypso band in his teens. In the 1970s and 1980s he played in a variety of blues and backup bands. more...

[via FoxyTunes / Keb' Mo']

wiki'de bilgileri

14 Eylül 2007 Cuma

bugün benim doğumgünüm


babamın öldüğü yaşta değilim henüz ki...

gittikçe anlamsızlaşan bu gün babamsız iyice yavan geldi...
annem bile zor anımsadı, arkadaşım unutmuş yaptı, sevgilim çiçek bile almadı...
arkadaşımın sürprizi sağlamdı, sevgilimin yanımda oluşu ise teselliydi ama annem ağlattı...

bugün benim doğum günüm, gelecek zamana geçmiş olsun...



8 Eylül 2007 Cumartesi

şairlere karıştım, bilesiniz!

kaç zamandır diyeceğim, hatta çatlamak üzereyim: bir müddettir ikinci bir blog açtım, oraya da yazar oldum, hani benden dumuş olmayın ama anlayacağınız sizleri feci bir şekilde aldatıyorum. haberiniz ola!

vay nasıl haber vermeszin diye fırça atmayın, konsept farklı. aslında çaktırmadan linkini canavar linklere ekledim, ama alenen duyurmak bugüne kısmet nasipmiş diyelim.

yalnız baştan uyarayım, o blog bu blog gibi değil, benim laylaylom yazılarıma alışkın okuyucum o blogda sıkılabilir, zira orada bambaşka bir alanda cirit atıyorum. orada şiir kıvırtacağım, denemeler şıftırtacağım, edebi eleştiriler yapacağım da cağım cuğum, yani herşey henüz tasarım aşamasında. ee zaten ancak üç adet yazı mevcut şimdiye değin. ama haksızlık da etmeyeyim, belki de sıkılmazsınız.

neyse bu kadar reklam kâfi. merak ederseniz buyrun buraya.

5 Eylül 2007 Çarşamba

kaş'la göz arasında

16 saatlik uzun bir mücadelenin sonunda vardığımız kaş'ın biraz keyfine varmayagöreyim, hemen okurlarım fırça atar, hani bize yazı diye. yahu eskileri hatim mi ettiniz de yenilerini istiyorsunuz? ehe kem küm, yani gak guk... sizler olmazsanız ben ne olurum, ben sizlerle varım yahu. yani sizler olmazsanız ben neye yararım? tamam yahu, kızmayın yıkama yağlama yapmıyordum iki gözüm önüme aksın, kaş yapayım derken, gözüm çıksın...

doğrusu ilk gün hayal
kırıklığına uğramıştım. kaldığımız pansiyon kötü ve pahalıydı, üstelik denizi de feci dalgalıydı; ne ben son üç ayda iyice geliştirdiğim yüzme stillerimi sevgilime hava atmak suretiyle sergileyebildim, ne de kaburgasını futbol maçında şık bir şut çekecek diye çatlatan sevgilim doğru düzgün yüzebildi.

ne yapsak diye kara kara düşünürken civar koy ve plajları
tavsiye ettiler, biz de bugün limanağzı koylarından sonuncusuna gittik ki yüzdüğüm en keyifli denizlerden biri çıktı, tabii gördüğüm vatosun ve henüz adını bilmediğim deniz yumuşakçasının etkisi de büyük. bir de eflatun renkli minik ahtapot, her ne kadar sevgilimin miyop görüşünden kaçmayı başardıysa da ürkek bir şekilde kayaların arasında bana kocaman gözlerle baktı.

hele hele kaç yıldır görmediğim yalı çapkınına hem de
çift halinde rastlamış olmam günümü şen etmekle yetinmedi,
beni feci halde mutlu da etti. yalnız fotoğraf makineme poz vermek konusunda bir hayli nazlandı. suların içinde mi devinmedim, onlarca dakikalar boyunca kayalıklara mı kapaklanmadım, ama nafile. ne yapalım, internet sağolsun, sizi o minik balıkçı kuşun görüntüsünden mahrum etmedim.
olağanüstü güzellikte bu kuşun yıldırım hızıyla suya dalıp balık yakalaması nefes kesici bir görüntü. neyse ki bunları çok görmedi de, bolca daldı benim için serin sulara.

gerçi size daha kaş'ın inanılmaz şekilde sakin kedilerinden bahsetmek isterdim (gerçekten de insanları gibi müthiş sakinler, hani biz şehir insanlarına sabrı öğretmek ister gibiler) ama şimdilik kaş ve göz arasındaki anılarımdan bu kadarla idare edin. sevgilimin laptopunun pili bitmek üzere zira.

1 Eylül 2007 Cumartesi

sözüm ona barış

ya da günün anlam ve ehemmiyetine dair diyaloglar
1.
- şşt hağnım, lan nerdesin, ben geldim deyom!
- aa hoşgeldin beğ.
- ne biçim karşılama bu gız? çabuh giyin yeşil entarini, gönün manalı renginde dövecem seni!

2.
- abi valla izinsiz gösteri yapmıyorduk. 1 eylül barış günü ya, bir iki barış şarkısı çalalım demiştik...
- hadi lan, bal gibi izinsiz gösteri, bak barış günü diye söylüyorum, barışçıl barışçıl dağılın hemen de indirmiyeyim copu şimdi tepenize!

3.
- benden duymuş olma ama bugün yemekte gerçek et çıkacakmış!
- deme yav? esaah mı diyon?
- he ya, avludaki volta süresini de 10 dakka uzatmışlar!
- oh bee, süpermiş!
- en güzeli de şimdi geliyor: kimseye işkence etmeyeceklermiş bugün.
- yaşasın barış günü, heyoooo!

4.

- günün anlam ve öneminden ötürü bir günlük ateşkes ilan ettik. sığınaklara inmenize gerek yok!
- müthiş bir haber bu, hadi çıkalım arkadaşlar dışarı!
- ha ha evet evet çıkın!
- bugün gökyüzü daha bir mavi, ne güzel hayat....ah, vuruldum, ama neden???
- he he, bugün 1 eylül değil ki, 1 nisan! şaka yağmıştık! keh keh keh. Yağdırın bomboları hadiii!

5.
- gel bak sen de isitiyorsun, hadi direnme bana, nıhahahah...
- n'olur, barış günü bugü
n, n'olur acı bana.
- tamam işte kadın, direnme diyorum, kendi rızanla ver, barış ve huzur içinde tecavüzümüzü yapalım.


günün önemine bir iki kelam etmek isterdim, ama sanmıyorum, çok barışçılım galiba... barış için savaşasım yok...

not ya da ilgilisine bilgi:
EYLÜL Barış Günü mitingi için dün tertip komitesi İstanbul Valiliği'ne izin başvurusu yaptı. 2 Eylül'de Kadıköy'de düzenlenecek mitinge aralarında ÖDP, İHD, DTP, SDP, ESP, EMEP, EHP ve KESK'in de olduğu 30'u aşkın sivil toplum kuruluşu, siyasi parti ve dernek katılacak. Dünya Barış Günü BM tarafından Hitler Almanya'sının 1939 yılında Polonya'yı işgal tarihi olan 1 Eylül olarak belirlendi. Ancak bu tarih 1981 yılında BM tarafından 21 Eylül olarak değiştirildi. Bugün 1 Eylül sadece Türkiye ve KKTC'de kutlanıyor.