27 Nisan 2008 Pazar

"bakan çıplak, nükleer masal"

yine kadıköy, yine bir miting! son zamanlarda işim gücüm miting oldu, bu miting benim, o miting onun, şu miting senin tadına mitingçi kesildim. hani kanbersiz düğün olmaz tadında, 'zibi'siz miting olmaz diye damlıyorum her birine.

bu sefer de
meydanda büyükçe bir güruh toplaşmış, nerede kaldı bu zibi,yürüyüşe başayacağız onu bekliyouz diye söyleniyordu. hadi sakinleşin, enerjinizi sloganlara saklayın tadında vardım yanlarına.
hemen sırtıma yeşil bir yelek geçirdi
greenpaece ekibi -vardığımda sadece iki üç greenpeace üyesine rastladığımı, herbirinin feci uykucu olduğundan olsa gerek geç geldiklerini belirtmeliyim, hehehe-
zaten hemen yandaki fotoğrafta, pillerini unuttukları megafonu kurcalı
yorlar şaşkınca, niye çalışmıyor bu alet acaba diye...
diğer yanda ise erken gelmeyi başarabilen iki üyeyi görüyoruz, mutlu mesut yürüyüşün başlamasını bekliyorlar.


tabii ki yine ortam cümbüş havasındaydı, halay çekenler, rengarenk rüzgar güllerini, ya da rozet satmaya çalışanlar. -gerçi erkek olsam bu cici rozetçi kızımıın rozetlerinin tümünü alırdım- sanki fingirdemeye geliyor bu erkek milleti oraya, benimkisi de laf!

bir de vesile bu deyip geçim derdinde olan kitle vardı: sucular, simitçiler, yağmurluk satanlar...

tam beleş rüzgar gülü buldum diye seviniyordum ki, meğerse dönmediği için
sahipsiz kalmış... hemen fikir değiştirip, nükleer santral böyle teklemez, ben vazgeçtim rüzgar enerjisinden diye slogan atmaya hazırlanıyordum ki, sağduyum enseme şaplak indirdi, kendine gel, doğru düzgün slogan at diye!

ve herzamanki gibi minikler de anne babalarının yanında iştirak ediyordu eyleme. kimisi ürkek ürkek yabancıların objektifinden kucağa sığınarak kaçmaya çabalarken, kimisi de afişin altına saklanmaya çalışıyordu -nafile- yerlerde sürünüp yine de yakalıyordum pozlarını, benim objektifimden kaçan daha doğmadı anasından. protestodan ziyade oyun gibi gördükleri bu etkinliği yıllar sonra anımsayacakları bile şüpheli de olsa, belki bir sonraki nesil şu anki kadar duyarsız olmaz diye umutlanasım geldi onları görünce.

her ne kadar eylemdeki kişilerin çoğunluğu yirmili yaşlarda
olsalar da, ben kendi öğrencilerim adına hiç de umutlu değilim. üniversitedeki üç sınıfımla da konuşmayı denedim, ama sadece suçlamayala karşılaştım: kendilerini tehlikeye atamazlarmış -ne tehlikesi yahu? sakin sakin yürüdük!-, apolitiklermiş -haa tabii iklim değişimi sizi etkilemeyecek sanki-, aman en kötüsü de, "bizi suçluyorsunuz ama, sizin nesil yetiştirdi bizi apolitik" demeleriydi karşı atak tadında. dumura uğradım -elbette ya, biz sanki anamızdan babamızdan gördük de çevreci olduk!- sonunda bezip, "bahane bulmakta üstünüze yok nedense, hem sizden başka herkes suçlu! ama haklısınız, suç bende ki, konuyu açtım" diyerek sus pus oldum...
ve meydandaki gençleri görünce de ne kadar azınlıkta olduklarını bir kez daha gördüm, 2000 kişi civarındaymışız! sanki sadece 2000 kişi etkilenecek küresel ısınmadan, olası bir nükleer felaketten...

çevre sorunu neden bu denli soyut algılanan bir gerçek acaba?

ama sadece gençler değil, kendi yaşıtlarımdan dahi
duyuyorum benzer şeyleri, en çok duyduğum da, "alacaklar seni yakında içeri" niye alsınlar yahu? sakin sakin yürüyüp "güler çıplak, nükleer masal" diye bağırdığımız için mi alacaklar içeri?
yok hala dışarıda olduğuma göre!

üstelik bunu söyleyince de kırılıyorlar, yahu evinde oturup sorunu görmezden gelen sensin, ben niye suçlu oluyorum gereçği söyledim diye?
bir tek annemden gelen tepki yüzümü güldürüyor: git kızım git, bağırır bağırır rahatlarsın! hehehehe, anasına bak, kızını al dememişler boşuna!

lakin yürüyüşlerde en çok kanıma dokunan, etraftaki seyirci kitlesinin sirk geçidine bakarcasına eğleşmeleri, eh bendeniz sirk maymununu da görmeden geçmeyin o halde sevgili seyirci!

tabii bir de en ateşli eylemcileri göstermeden edemeyeceğim, hepsi yığılmış üst üste meydanda bekleşip duruyordu.


başka mitinglerde buluşana değin, esen kalın sayın okuyucu kitlem.

17 Nisan 2008 Perşembe

tam bir yıl evvel

haberini aldığımda inanmak istememiştim önce, ağabeyimin şaşkın ve abartılı havadislerinden biri sanmıştım. sonra annemden, doktorun ölüm belgesini imzaladığını duyunca, dersliğin önünde kalakalmıştım...

neredesin bilmiyorum, o güzel yüreğine sığan o kocaman ruhun oralardan buraya bakıyor mu? onu da bilmiyorum. her resmine baktıkça öyle olduğunu düşünüyor, biraz avunuyor, senle konuştuğumu bile düşlüyorum...

bugün seni filme çektiğim kareleri toparladım. hastalıktan sonra ilk su içişini, kaşık tutuşunu, ilk taytaylarını... hepsini yeniden öğrenmen gerekmişti.
tekerlekli iskemleye oturtabilirsek şükredin demişti doktorlar, oysa sen yürümeye bile başlamıştın,
yürütecinle dışarı bile çıkar olmuştun.

tam iyileşiyor derken.

ne oldu, niye vazgeçtin bir anda?
77 seneyi aşkın yaşamak yeter mi dedin?

henüz bir sene geçti, ve ben sokakta kaval çalan o sokak müzisyeni ihtiyar adamı her görüşümde sarılasım, bastonuyla ağır ağır yürüyen her ihtiyarın peşine düşesim geliyor.

yaşım 38, ama ben sokakta, babasının elini bırakınca kaybolmuş şaşkın bir çocuk gibi zır zır ağlayıp seni çağırmak istiyorum.

eğer oralardan bir yerden bakıp da beni görüyorsan, başını ah haylaz der gibi salladığından eminim.
boşver, sen bakma bana...
her ne kadar elini tutacağım pek kimse olmasa da etrafımda, ben o sokaktan evi nasılsa bulurum. hem sen de biliyorsun zaten bunu.

rahat uyu oralarda tontonum.

13 Nisan 2008 Pazar

vahşi erkek egemen ülke

beyaz gelinlikle bir kadın E5'de otostop yapmaktadır. bir kamyonet durur. şoför mahillindeki murat'ın gözleri faltaşı gibi açılmıştır. abooov şu karılar da iyice sapıttı, artık gelinlikle işe çıkıyorlar. şunu hemen bi ormana götüreyim diye geçirir içinden. beyaz gelinlikli kadın geçer oturur yan koltuğa. dünyaya, insanlara güvenilebileceğini göstermek adına çıktığı bu sanat yolculuğunda bindiği son aracın bu olduğunu bilmeden...

geçen hafta, hangi gazete olduğunu anımsamıyorum, bir arkadaşım Bacca'nın kaybolduğuna dair haberi gösterdiğinde
, beş ülkeyi sağ sağlim geçen sanatçının buralarda başına bir şey gelmemiş olmasını yürekten dilemiştim. meğerse bunu dilemk için çoktan geç kalmışım...

işin enteresan tarafı, olayın trajik boyutunu irdelemeyen, bacca'yı naif, hatta
aptal olmakla suçlayan forumların varlığı. amacı zaten bu değil miydi? kendisi risklerin farkındaydı muhakkak, ama barışçıl bir sanat eylemi adına tehlikleri de göze almıştı!
belki delilikti yaptığı, ama bir şeyleri dünyaya duyurabilmek için de bir parça deli olmak gerekmez mi?

işte radikal'deki haberin tamamı:

Bu nasıl ülke böyle

İnsanlara güvenilmesi gerektiğini kanıtlamaya çalışan sanatçı Pippa Bacca'nın umudu ve yaşamı, insanı insanlığından utandıran bir caninin elinde sona erdi

Pippa Bacca (solda) ve arkadaşı Silvia Moro İstanbul'da birbirlerinden ayrılmıştı.

İSTANBUL - Sanat dünyasında 'Pippa Bacca' olarak tanınan İtalyan Giuseppina Pasqualino di Morineo, 8 Mart günü Milano'dan yola çıkarken, üstünde beyaz bir gelinlik, yanında sanatçı arkadaşı Silvia Moro vardı. Amacı, 'dünya barışına sanatsal bir etkinlikle katılmaktı'. Aralarında Türkiye'nin de bulunduğu ülkelerden otostopla geçip, Filistin'e varmayı hedeflerken, sadece 'insanların güvenilir olduğunu kanıtlamaya' çalışıyordu. Yolculuğu, Türkiye'de kesildi. 31 Mart'tan beri kayıp olan 33 yaşındaki 'İtalyan gelin', Kocaeli'nin Gebze ilçesinde ölü olarak bulundu. Katil zanlısı Murat Karataş, genç kadına tecavüz ederek öldürdüğünü söyledi.

Cep telefonu sayesinde
Türkiye'yi utanca boğan cinayet, katil zanlısının, öldürdüğü kadının cep telefonunu kullanması sayesinde aydınlandı. Hırsızlıktan sabıkalı, iki çocuk babası zanlı, cinayetten sonra Bacca'ya ait cep telefonuna kendi SIM kartını takarak kullandı. Bu arada polis İtalyan sanatçının telefonunu IMEI numarasından izlemeye almıştı. Tekirdağ taraflarında olduğu belirlenen zanlı, bu bölgede yapılan operasyonla, kamyonetiyle birlikte ele geçirildi. Polisin verdiği bilgiye göre
Karataş, sorgusunda 31 Mart günü, üzerinde gelinlikle otostop yapan Pippa Bacca'yı görünce durup kamyonetine aldığını, daha sonra D- 100 karayolundan çıkıp tali yola girdiğini söyledi. Karataş ifadesinde, sanatçıya tecavüz ettiğini sonra da öldürdüğünü anlattı.

31 Mart günü öldürülmüş
Tavşanlı Köyü ve çevresini, buralarda daha önceden izinsiz define aradığı için çok iyi bildiğini belirten zanlı, cesedi Ballıkayalar Mevkii'nde kimsenin göremeyeceği çalılıkların arasına attığını söyledi. Geceyarısı yapılan yer gösterme sırasında ekipler, ormanlık alanda çalıların arasında İtalyan sanatçının çıplak cesedini buldu. Otopside Bacca'nın kendisinden son olarak haber alındığı 31 Mart tarihinde öldürüldüğü anlaşıldı.
İfadesinin ardından nöbetçi 1'inci Sulh Ceza Mahkemesi'ne sevk edilen Karataş, 'tecavüz', 'gasp', 'delilleri ortadan kaldırmak', 'yakalanmamak amacıyla kasten adam öldürmek' suçuyla tutuklandı. Murat Karataş daha sonra Gebze Cezaevi'ne gönderildi.
Sanatçının Türkiye'de bulunan kız kardeşi Antonietta Giuseppina ve nişanlısı Giovanni Chiari, konsolosluk görevlileriyle birlikte Gebze'ye giderek cesedi teşhis etti.
Bacca'nın kız kardeşi, İtalyan Haber Ajansı ANSA'ya İstanbul'dan verdiği demeçte, "Herkese teşekkür etmek istiyorum. Türkiye'deki İtalyan büyükelçiliğine ve konsolosluğuna, Türk polisine verdikleri destekten dolayı
müteşekkiriz. Umutsuz biçimde kız kardeşimi aradığımız sırada bize büyük yakınlık göstermiş olan tüm Türk halkına da teşekkür ediyorum" dedi.
Bacca'nın, dün İtalya'ya dönen nişanlısı Giovanni Chiari ise "Olayı duyunca yıkıldık. Hayatta olduğunu düşünerek hep bir ümidimiz vardı" diye konuştu. Bacca'yla İtalya'dan 8 Mart'ta beraber yola çıkan sanatçı arkadaşı Silvia Moro da olaydan sonra ülkesine dönme kararı aldı.

Türklerden taziye mesajları
Bacca ve Moro'nun projelerini anlattığı 'gelinler seyahatte' adlı internet sitesine de taziye mesajları geldi. Sanatçının ölü olarak bulunduğu haberini, taziye mesajıyla duyuran bir Türk ziyaretçiye, Luciano adlı bir İtalyan, "Bir kişinin yaptığı iş yüzünden sizin ve ülkenizin utanç duyması gerekmiyor" mesajıyla karşılık verdi.

'Cesur bir seyahat' demişti
Bacca, sanatçı arkadaşı Moro'yla 8 Mart 2008'de Milano'dan yola çıkmıştı. İki kadın beyaz gelinlik giyerek, barış mesaj vermek amacıyla Balkan, Akdeniz ve Ortadoğu ülkelerini ziyaret etmeyi planlıyordu. Balkan ülkeleri ve Türkiye üzerinden karayoluyla otostop yaparak Filistin'e ulaşacaklardı. Bacca yola çıkarken, "Rüyamız, otostopla, yakın zamanlarda savaşlarla sarsılmış ve hâlâ tamamen sakin olmayan ülkelere seyahat etmek. İki muhteşem gelinlikle cesur bir seyahat olduğunu biliyorum. Ama rüyamız bu."

Beyrut'ta buluşacaklardı
İki sanatçı Türkiye'ye gelirken Slovenya, Hırvatistan, Bosna, Sırbistan ve Bulgaristan'dan 'sağ salim' geçmişlerdi. 19
Mart'ta İstanbul'da ayrılan iki sanatçı, farklı yolları izleyerek Beyrut'ta buluşacaktı. Ancak sanatçıdan, İtalya'daki bir arkadaşına mesaj attığı 31 Mart gününden beri haber alınamıyordu. Bacca'nın en son o gün kredi kartıyla alışveriş yaptığı belirlenmişti. (Yaşam Servisi)

bbc veya diğer yabancı kaynaklardaki haberlerine göz atmak isterseniz, fazladan bir iki detay var, yalnız dikkatimi çeken bir husus var, ancak bunun olaydan ziyade gazetelerin çok da güvenilir olmadığına dair bir detay, ikinci linkte çıplak elleriyle boğulduğunu ifade ederken, bu haberde cinayetin iple işlendiği belirtiliyor...

nasıl işlendiyse işlendi, gereksiz bir detay yukarıda belirttiğim, ben de biliyorum, ama bu cinayet sadece ülkemiz adına değil, insanlık adına da büyük bir kara leke...

hele ki 93 yılında bir kız arkadaşımla izmir'den kaş'a kadar yaptığımız haftalarca süren otostop yolculuğunu düşününce... o zaman bile her araca binmemeye dikkat etmiş kendimizce önlemler almaya çalışmıştık, ama doğrusu bugün böyle bir deliliği göze alamaz, bacca kadar cesur olamazdım ister sanat adına olsun ister barış adına...

rahat uyu pippacık!

12 Nisan 2008 Cumartesi

çuvaldızı kendimize...

Facebook'ta Türkiye'nin toprakları genişliyor!

ANKARA - Uluslararası platformlarda hatalı haritalar yüzünden başı ağrıyan Türkiye popüler internet sitesi facebook'ta Ortadoğu'yu işgal etti!
Türkiye haritalardan çok çekti. 2006 yılının Eylül ayında Roma'daki NATO Savunma Koleji'nde Ortadoğu'daki son gelişmeler konusunda brifing veren ABD'li bir albay, Türkiye'yi bölen haritayı açtı. Temmuz 2007'de Atina'da Yunan Savunma Bakanlığı ile Genelkurmay Başkanlığı'nın ortaklaşa düzenlediği seminerde 'Kürdistanlı' Türkiye haritası açılması büyük tepki çekti. En son MHP'li Oktay Vural, Dışişleri Bakanı Ali Babacan'ın yanıtlaması istemiyle dün verdiği önergede İngiliz www.football.co.uk isimli sitenin Avrupa'daki stadyumları gösteren haritasında Türkiye'nin doğu ve güneydoğusunun niye harita dışında bırakıldığını sordu. Haritalarda genellikle toprak kaybetmiş gösterilen Türkiye'nin yüzü binlerce kişi tarafından kullanılan sosyal paylaşım sitesi Facebook'ta güldü. 'Türkiye'nin yeni haritası' isimli grupta Türkiye Ortadoğu'nun çoğuna sahipmiş gibi duruyor. Facebook kullanıcılarının dünyada gördükleri ülkeleri işaretlediği 'Where I've been' (Nerelere gittim) uygulamasındaysa Azerbaycan'a bağlı özerk bölge Nahçıvan, Türkiye'ye ait gibi gösteriliyor.(Radikal, anka)

düşündürücü bir haber. haritalarda toprak kaybına uğradığımızda, kaybedilen toprağın o ülkenin sınırları içinde görününce, o ülkenin yüzü mü gülüyordu acaba? ya da tam tersi, azerbeycan'ın nahçıvan'ı bizde görününce, azerbeycan ne hissediyordur, ya da ortadoğu'nun çoğu bize geçince o ortadoğu ülkeleri'nin de yüzü mü gülüyordu acaba?

sevinmek üzülmek kenarda dursun, siz kırmızıyla işaretlediğim cümleyi bir daha okuyun; böyle bir cümlenin bir gazetede yer alması ne kadar doğru? başka bir ülkenin hissedebileceklerini düşünmeden tek yanlı bakmak bir gazeteye ne kadar yakışıyor? hele son askeri operasyonlarda gazetelerin takındığı tavır yansız olmaktan bir hayli uzaktı. savaş çığırtkanlığına dönüşmüştü neredeyse.

yoğun yağmuların yaşandığı ve edirne'nin bir bölümünün sular altında kaldığı, bulgaristan'ın baraj kapaklarını açmak zorunda kaldığı haberler için de aynısı söz konusuydu. sanki bulgaristan ülkemize işkence etmek için baraj kapaklarını açmış gibi verilmişti haberler. o ülkenin bakış açısı, gerekçesi bizi hiç mi hiç ilgilendirmiyordu sanki!

gazetelerimiz gerçekten empati yeteneğinden bu denli yoksun mu, yoksa haber değeri arttığı için mi bu denli provokatif yazmak zorunda hissediyorlar kendilerini?

diğer yandan, facebook'a geri dönecek olursak, faşizan bir eğilimin bu sitede bir hayli yaygın olduğu da ne yazık ki bir gerçek. kurulan grupları gördükçe, bizden başka olanı ötekileştiren ve yok etmek isteyen
o nefret dolu zihniyete tanık oldukça içim eziliyor.

6 Nisan 2008 Pazar

sosyal sigortalar yasa tasarısı

evde işler yığılmış, okunacak bir sürü metin var, dışarıda hava rezalet, böyle bir pazar gününde ne yapılır, işten hangi haklı gerekçeyle kaçılır diye düşünürken imdadıma herkese sağlık ve güvenli gelecek platformunun düzenlediği sosyal sigortalar ve genel sağlık yasa tasarısı'na "dur de" mitingi yetişti.

bıraktım tüm okuma işlerini kenara, aldım kameramı, yollandım buluşma noktasına.

oh oh, mahşer kalabalığı oratalık, blogumu
okuyanlar bilir, en son kyoto'yu imzala mitingine gitmiştim, ama oradaki kalabalık, bunun yanında devede kulak kadardı.
eh, ne de olsa bu yakın geleceği kapsayan, daha somut bir sorun.
çevre gibi soyut değil, gerçi son zamanlarda buzulların erimesi, türlerin tükenmesi bir hayli somut göstergeler olsa da, kişinin çalışacağı 9000 gün kadar da yakın değil...

ama zaten mitinge gelenlerin çevreyle pek bir alakları yoktu, suyun
u içen yere atıyordu pet şişesini, elindeki kağıdı, yırtılmış ucuz yağmurluklarını.

ama diğer yandan, çoluğunu çocuğunu kapan da oradaydı, kucakta taşınan bücürler, henüz arabasında seyahat edenler, bayrağını zor taşayanlar, mitingi panayır gibi gören bıcırlar, hepsinden vardı.

bir parça daha büyükleri de vardı, bir
parça dediysek de, bir kaç yaş değil, on yaş kadar büyükleri, liseli gençlikler.

itiraf etmeliyim, adlarını ilk kez duyduğum sivil insiyatifleri görmüş oldum
böylece.

ama haklı olarak oradalar, ne de olsa yasa tasarısı geçerse, etkilenecek olan nesil onlarınki.
sanırım bu mitinge
katılmak en çok onların hakkı ve sorumluluğndaydı, ama bunu düşününce azınlıkta kalıyorlardı. ama yine de, az da olsalar, insanın içine umut serpiyorlardı, ya onlar da olmasaydı?



ama tabii gençlere taş çıkarmak isteyen yaşlılarımız da eksik değillerdi. bir ayağım çukurda, yaş yetmiş iş bitmiş mavalını kulak arkası etmiş, almış eline dövizini, tın tın tutmuş miting yolunu.
ama tabii o kadar yürüyüş, ayakta dikiliş yormuş, acıktırmış. bu
teyzecik de çökmüş kenara hem dinleniyor, hem de evden getirdiklerini mideye indiriyordu ki, ben papparazzi gibi peydah oldum. ama yine de beni görünce gülerek poz verdi hemen.

amca da yorulmuş olmalı, ama o pek hoşlanmadı kendisini resimlememden, hadi çocuğum, çekecek başka bir şey mi bulamadın der gibi baktı.

galiba mitingde en çok hoşuma giden, bu iki hanımın karikatür dergilerinden kesip büyüttükleri dövizleri oldu, hele çekeyim diye göstere göstere yürümeleri ve hemen tatlı tatlı gülümsemeleri ayrı bir sempati yarattı. valla utanmasam kendilerini miting güzeli seçip, yakalarına rozeti iliştirecektim.

ben mi ne yaptım? ne yapabilirim, tüm yürüyüş gruplarını dolaşıp papparazzi gibi fotoğraflarımı çektikten sonra döndüm en başa, kaptım eğitimsen'in dövizlerinden birini, yürüyüş boyunca da onların yanında yürüdüm, bolca slogan attım, bağırdım, güzelce ıslandım ve yürüyüş biter bitmez de üşüdüğümden eve damladım.
ohh bir de yazıyı yazarak işten güçten kaçtım, daha ne olsun?!