29 Kasım 2011 Salı

büyük şehir kabusu...

defalarca mızmızlanmışımdır şu koca şehir yüzünden, buradan gidene kadar da kesilmeyecek bu mızıklanmalarım...
ne yardan geçebiliyorum ne serden! yar hangisi, ser hangisi bilemedim bu lafı edince lakin...
yine böyle karmaşık duyguların içinde debelenirken bakıyorum da, en yakın arkadaşınızla oturmayacağınız bir yakınlıkta oturuyorsunuz iett otobüslerinde tanımadığınız insanlarla... aynı konservenin içinde üst üste yığıldiğı halde birbirine ilişmemeye çalışan sardalyeler gibisiniz! herkes kendi yalnızlığına çekilmiş, kimi kitap okuyor, kimi sağına soluna bakıyor, kimi uyukluyor, bir tanesi da durumu analiz eden bir yazı "blogluyor". zorunlu olmadıkça kimse, diğeriyle iletişimde değil, itinayla kaçınıyor. böylesi kocaman bir kalabalığı birbirine yabancı etmek de büyük başarı!
20 milyonluk bir şehrin ortasında yalnızlığa terk edilmişsin kentli insan!

16 Ekim 2011 Pazar

kafanız karışıksa

sevgiliden ayrılalı yarım sene olmuş, gerçi hala arkadaşsiniz, ama belli ki her iki taraf da bu ilişkinin artık kesinkes bittiğini bir şekilde kabullenmiş yolunuza devam ediyorsunuz. hatta, dur yele yarım seneyi devirmişim, artık yeni limanlara yol alma vakti gelmiş diyerek başkalarıyla buluşmaya başlamışsınız!
gelin görün ki buluştuğunuz her bir başkasını eski sevgilinizle kıyaslıyor, hep eskisi ağır mı basıyor? ah şimdi o olsa şunu şöyle koyar, kendiliğinden bunu böyle yapar, bana bunu şunu derdi mi diyorsunuz?
naneyi yemişsiniz siz azizim! bal gibi de hala eskisine aşıksınız işte!
hani şu ucuz amerikan güldürü programlarında kadın ve erkek ayrılır, biri de "başkalarıyla buluşalım, gerçekten senle ben birbirimize ait miyiz anlayalım" geyiği yaparlar ya; vay anam vay, varmış bir doğruluk payı! başkalarını gördükçe eskisi pek bir gül bahçesi görünümü alır!
peki ne yapacaksın güzel kardeşim? zaten yürüseydi ayrılır mıydın hiç! (ahan da nasıl iki dakikada samimi oldum! "siz"den "sen"e geçmem an meselesi oldu. ama rahatsız olduysan, hemen geriye çark ederim!)
eskisini ne yaparsın, bilmem, ilacım olsa önce kendi kelime sürerim! ama benden sana öğüt, bari yenilerine acı, boşu boşuna buluşup elaleme umut verme, emi kalbi yaralı ceylan kardeşim?! (nasıl ama damardan giriyorum, ceylan meylan...)

28 Eylül 2011 Çarşamba

nihayet ayfon üzerinden de birlikte olabileceğiz

bu teknolojinin gözünü seveyim!
cep telefonu üzerinden meylleşmeyi, tviğtlemeyi ve poğklemeyi geçtik, artık bloklamak da mümkünmüş meger! muhtemelen bunun aplikasyonu aylar oldu da benim ruhum duymadı. ama ne demişler, geç olsun güç olmasın! gercekten de hiç güç değil! acıyorsun yazıyorsun! yıka çık! aç yaz! halbuki web sayfasından yazmaya kalksan, ekran durduk yerde büyüyor, orasını göremiyorsun, büyütücem küçültücem derken olmadık yerlerine dokunup yazının imanına okuyorsun! uzun lafın kısası: yazan memnun, okuyan da memnun olur, umarım!
yazılan alan da, aynen şurada görüldüğü üzre pek bir pratik! ay, pek bir mutlu mesut oldum ben bu işe. haydi yeni güzel yazılarda buluşmaya!

25 Eylül 2011 Pazar

iskoçya - yüreğim titriyor seni düşünürken

camper -türkçe deyişle- karavanla 7 günlük bir iskoçya rüyasından uyanıyorum; uyanmak istemiyorum, acıtıyor uyanmak! hem de böylesi kalaba ve acımasız bir şehre karşı uyanmak, tatlı rüyadan dosdoğru kabusun ortasına düşmek gibi.

iskoçya... girdiğimden çıkışıma değin nefesimi tutarak dolaştığım ilk ülke! eğer tanrı varsa, iskoçları feci kayırmış olmalı! bir ülkede her 50 metrede bir çay, nehir, şelale ya da göl olur mu? toprak diye bastığınız yerde ayağınız bileğinize kadar suya girer mi? ya da gök kuşağını komple görme fırsatınız nerede olur? ağaçların arasına girdiğinizde alice'in wonderland'e girdiğinde neler hissedeceğini anlamanız nerede mümkün? ya da yağmurun dereleri ve nehirleri coşturduğu o dramatik görüntünün nefesinizi kestiği?

ölmeden önce görmek isteğim bir ülkeydi sadece iskoçya, oysa şimdi ona aşık olmuş bir halde döndüğümü fark ediyorum. loch lomend kıyısında dinlediğim wonderland parçasını dinlerken şimdi, gözlerimin sulandığını hissediyorum. leyla'sından ayrı düşmüş mecnundan beter bir haldeyim. üstelik ferit gibi dağları delmek istemiyorum, tam tersine, onlara kavuşmak tek ereğim.

kışları soğuk, iklimi çetin bir ülke iskoçya. yazları dahi şemsiyenizi eksik etmeyin derler. hele bir de midge denen o illet, göze görünmez, bulut halinde uçuşup, en lezzetli olduğu için göz altlarınızı feci ısıran sineklerine rağmen hem de.

ama öyle bir dingin, sabırlı bekliyor kendisini ziyaret edeni de benzetiyor kendine. el değmemişiyle öyle bir sunuyor ki kendisini, hayır diyemiyorsun, sen de veriyorsun tüm benliğinle kendine ona, yine de dokunnmaya, o bozulmamışlığı incitmeye kıyamıyorsun.

yüksek tepelerin arasında, bizi uzaktan fark edip, yine de bir yere fırlayıp kaçmayan ve onlarca dakika poz veren alageyikler; gel de gör beni dercesine tırmandığım tepenin üzerinde uçarken bağıran altın kartal, yöreye özgü devasa cüssesine rağmen ürkek highland inekleri ve çepe çevre saran atlas okyanusu ve kuzey denizi...

rastladığımız az sayıdaki insanın kibarlığı, aksanlarına alışmak zor da olsa bayıldığım o güzel insanlar, ülkenin sert ikliminden bir parça bile nasibini almamış kadar ince. belki de doğasının zarifliğinden aldılar karakterlerini.

sonra dönüp devasa, boğucu, insanları kalaba, kaba ve düşüncesiz olan şu kente bakıyorum: bir zamanlar aşkla karışık nefret şehri dediğim kent, artık beni sadece üzüyorsun! nefes alınmaz oldu artık her yerin. ne vaad ediyorsun? aşıkları ayıran bir zalimden farkın yok!

yolu yok, gitmeliyim artık senden!

5 Eylül 2011 Pazartesi

cenk çelebioğlu

günlerdir, haftalardır dinlemeye doyamadığım, kulaklarımın pasını silmekle kalmayıp başka diyarların kapısını aralayıp hatta ardına kadar açan bu yaratıcı besteciye sonsuz teşekkürler...
http://www.cenkcelebioglu.com/

4 Eylül 2011 Pazar

çıkmaz...

biliyorum, kimse okumuyor...
ya da ancak yeni söylemişsen birilerine, bu yazılara göz atıyor. sağolsunlar.
kazara yolun düştüyse o başka. kaza bu, olur! geçmiş olsun, çıkış kapısı ahanda burada.
-hadeee buyur buradan yak, daha bismillah dedik, çıkış kapısını gösteriyorsun-

yok yahu, sadece yol erkenken uyarıyorum. keşke herkes bu kadarını yapsa. minik bir uyarı koysalar, bir aşka başlarken mesela, bir işe, bir arkadaşlığa, bir güne ya da bir ömre.. hani çıkmaz sokak diye isimlendirilir ya çıkışı olmayan sokaklar, onun gibi. daha girerken bilirsin, gideceğin kadar yolu aynen geri döneceksen, çünkü hiç bir yere götürmeyecek bu yol, boşuna yorulacaksın, zaman kaybedeceksin, kısaca başladığın yere geri döneceksin!

zamanımı harcadığım son sevgiliye bakıyorum... üç küsür yıl! çıkmaz sokakmış meğer. sonra bu iş için yirmi yılını verenleri görüyorum, mutlu sanıyorsun ilk etapta, sonuç aynı! çıkmaz sokağın girdabına karışmış, debelenip duruyor...
kendimi mutlu mu saysam? en azından dört beş yıl orada, bir iki yıl şurada, değişik çıkmaz sokaklar görüyorum.
- oh allah versin!-
- eyvallah -

ama durum o kadar basit değil.

ister tek ve uzuuuuuuuun mu uzun bir sokak olsun, ister orta karar ya da kısa üç beş, hepsi yoruyor insanı!
- hayat bu, yorar adamı -
- seksenlik nine gibi konuşuyorsun, dur hele! -

yorsun, helali hoş olsun! o yorgunluk güzeldir aslında! tabii değdiyse yorgunluğuna! bir yere vardırdıysa seni. bir şeyler kazandırdıysa...

şimdi diyeceksin ki, - aaaa haksızlık etme, kimbilir neler gördün o çıkmaz yolda, yeni evler, pencereler, top oynayan çocuklar, park eden araçlar....-
yahu, karşı çıkmıyorum ki! elbette yığınla tecrübe sağlamıştır o sokak, ama amaç yeni evler, arabalar, sümüklü veletler mi görmekti, yoksa yol almak mı?

işte bütün sorun da bu ya!
çok bir şey mi istiyorum? sadece minik bir yol işareti; çıkmaz olduğuna dair...
biliyorum, çok!
ama güzel olurdu be!...

14 Mayıs 2011 Cumartesi

16 yıllık dost

yolun sonuna mı geldik a sevdiceğim?

16 yıldır kahrını çektin, yeter mi diyor bedenin gayrı? tatlı yüzüne her baktığımda yorgunluğunu görüyorum güzel gözlerinde, vakit geldiğinde izin ver gideyim dercesine bakıyorlar. biliyorum alaca yarim, hakkım yok kal demeye, bahşettiğin onca yılın hatrı var, mahçubum, seni ihmal ettiğim her dakika için, pişman değilim, ama mahçubum, yalan yok, eşini senden çok sevmiştim, ama onun gidişiyle sen de yalnızlığın dibine vurdun , ben de. kabul, sen benden bir parça daha...
ama yüz çevirmedik, sokulduk birbirimize, artık başbaşayız dedik, kader dedik, paylaştık yalnızlıklarımızı paralel bir evrende. üç yıldır can ciğer olduk. tamam, hiç bir zaman onun gibi yolumu gözlemedin, olsun, sen de böylesin dedim. eve geldiğimde başını kaldıırıp bakmadığın çok oldu, incinmedim. geceleri usulca sokuldun ya bana, başını avucumun içine yerleştirdin mırıl mırıl... uykum kaçar oldu sen gelmeyince alacam.

biliyorum bir tanem, az dilim varmıyor, ne olur biraz daha kal demeye.
gıdını yokladığımda sarkan boynunda kırışıklarının her birini tek tek öpesim var, biliyorum nazlı balım, söz veriyorum sana, bencillik edip seni yaşatmaya çalışmayacağım, acı çektirmeyeceğim sana vakit geldiğinde. eşine yaptığım zalimce yaşatma çabalarına girmeyeceğim, hiç olmazsa sen o işkenceye maruz kalma can yoldaşım.

tümörü temizlediler, ameliyattan toparladın ama saatli bombanın ne zaman harekete geçeceği belirsiz ya, bahşedilen her günün değerini biliyorum alacam.
tedavileri, bakımı düşmanlık bellesen de yüreğinin bir yerinde sen de biliyorsun alacaparem, bir yılcık daha uzuatmak içindi bu eziyet, ne olur alınma bana, kızma!

ama söz veriyorum, kaçınılmaz olan gün kapımızı çaldığında eziyet etmeyeceğim sana, kal demeyeceğim zorla, uzun yelelerini koklayıp elveda diyeceğim, yalnız bıraktığım her gün binlerce özür dileyeceğim, cup'umu benden önce kavuştuğun için, için için kıskanacağım hatta, ama söz sana, acımı göstermeyeceğim, ikimiz için de güçlü olacağım.

söz sana, cup gibi acı çekmeyeceksin!

23 Mart 2011 Çarşamba

anneniz yeniden evlenmek isterse...

hadi buyur bakalım!
annem sabahın yedisinde aradı, kızım bir dede buldum ben! boşuna dede demiyor hatun, kendisi 68 yaşını devirdi. dede dediği kaç yaşnda acep?
valla ne japon depremi, ne nükleer felaketi, ne arap dünyası'nın kanlı devrimleri, ne de gazeticilerimizin içeri alınmasının sıkıntısı kaldı üstümde, annem bir anda hepsini solladı!

aaaa ne bencilsin, bırak kadıncağız mutlu olsun şeklinde itirazları duyuyorum, saklamayın aziz okuyucum, geliyor sesiniz buraya. yok yok, ben de mutluluğu çok görmeyeceğim. şunun şurasında kocaaaaaamaaaan dört sene geçmiş babam öleli, kadıncağız neler çekti yakınen gördüm bu dört senede! hele, bir sene evvel, dede ihtimallerini konşurken, sakın haaa, duymamyayım, ben babanın üzerine kimseyle olamam diye kızan bir annenin sıkıntıları bunlar...

yok yok, mutluğunda hiç gözüm yok. sorun zaten nasıl oluşunda ya da ne oluşunda değil! kimle?!!! damat adayımız uyanık yurdum köylüsü tadında yılışık mı yılışık bir adam. annemden de on yaş küçük. karakterini bilmesem, ohh çıtır bulmuşun anne, götür diyeceğim, ama şu adam! yok vallahi, hiç içime sinmiyor! annemin başına iş açılacak gibime geliyor.
davulcuyla kaçan kız evladının ebeveynini anlamıyorsam ne olayım!

denk gele de babamın ölüm yıldönümüne denk getirseler nikah tarihini...

6 Mart 2011 Pazar

olmak ya da olmamak

sevdiğiniz insanı ne kadar beklersiniz? ne bekleyeceğim, ağaç mıyım diyebilirsiniz bu soruya gayet güzel. ama diyelim ne yardan ne de serden hop diye sollayamadığınız bir durum vuku buldu! hah buyrun size pirinç ve ayıklanma sorunsalı! bekleyenin ruh halı bellidir, sıkıntılıdır elbette, şüphemiz yok onda. ben asıl bekletenin halet-i ruhiyesini izninizle masaya yatırmak, yakinen duruma zuhur olmak izterim.

onca yıllık yalnızlıktan sonra (sözüm tabii meclisten dışarı, siz kim, yalnız kalmak kim, elinizi sallasanız ellisi, bizimkisi tamamen farazi yani) mis gibi bir sevgili yaptınız kendinize. oh hayırlı olsun! ama asıl bundan sonra naneler çıkıyor! hem de ne naneler. daha hop demeden bakmışınız, aylar hatta yıllar geçmiş, partneriniz "ne olacak bu iliskinin halı" moduna girmiş bile! siz, aaa dur
yahu, daha kırklı yıllarımın baharındayım, ne acelemiz var tadında kontra atağa geçecek oluyorsunuz, anlıyorsunuz ki durum sakat. gercek düşüncenizi ifşa etseniz sevgilinin gideceği an yarından da yakın hale geliyor, tabii çark ediyorsunuz. başlıyorsunuz üretmeye. ama ne üretim, fabrika sahibi olsanız yılın girişimcisi seçileceğiniz kesin! karşı tara ne duak istiyorsa, siz koca puntolarla manşetten veriyorsunuz! karsı taraf tabii mest! ama dikkat edin, fazla su koy vermeyin. uzun vadede bu iliskiyi götürmeye niyetliyseniz, biraz ufak atmaya gayret edin, çünkü partneriniz baktı ki, çok söz, az iş var, yine kaçabilir. işi dozunda bırakın derim. ha, zaten sıkıldınız bundan, o zaman değmeyin yalanların bini bir para olsun, tez zamanda sizin ne atmasyoncu sevgili olduğunu görüp topuklamak suretiyle sizden hızla uzaklacaktır!
ne diyelim: gazanız mübarek ola, yeni sevgililere yelken açıla!

2 Mart 2011 Çarşamba

blogspot da mı yasaklı?!


yasaklı sitelere girmiş, ee hadi vatana millete hayırlı olsun! neymiş efenim digitürk'ün ebesinin fotolarını izinsiz mı, telif hakkını gözetmeden mı ne, koymuş bazı blogcular! size de izinsiz koysunlar, gözü ebelere doyasıcılar, hay blog kadar tepenize blog düşsün he mı!? neyinize sizin milletin ebesi? aha vereyim ben ebemiin pozlarını, tepe tepe koyun! sizin yüzünüzden blogumdan olacağım!
aslında sayfanin açılmasına epey şaşırdım, fırsat bu fırsat, kimbilir ne zaman tekrar erişmek kısmet olur tadında son bir yazı mahiyetinde ele alayım dedim. kimbilir bir daha kavuşmak ne zamana mümkün olur..
umarım yasak yutuğb yasağı kadar sürmez de kısa sürede ihmal ettiğim bloguma ve siz sevgili okuyucularıma kavuşurum!
ah ah, kör ölmeye yakın bile olduğunda zeytin gözleriyle tatlı tatlı bakar olurmuş...