25 Eylül 2011 Pazar

iskoçya - yüreğim titriyor seni düşünürken

camper -türkçe deyişle- karavanla 7 günlük bir iskoçya rüyasından uyanıyorum; uyanmak istemiyorum, acıtıyor uyanmak! hem de böylesi kalaba ve acımasız bir şehre karşı uyanmak, tatlı rüyadan dosdoğru kabusun ortasına düşmek gibi.

iskoçya... girdiğimden çıkışıma değin nefesimi tutarak dolaştığım ilk ülke! eğer tanrı varsa, iskoçları feci kayırmış olmalı! bir ülkede her 50 metrede bir çay, nehir, şelale ya da göl olur mu? toprak diye bastığınız yerde ayağınız bileğinize kadar suya girer mi? ya da gök kuşağını komple görme fırsatınız nerede olur? ağaçların arasına girdiğinizde alice'in wonderland'e girdiğinde neler hissedeceğini anlamanız nerede mümkün? ya da yağmurun dereleri ve nehirleri coşturduğu o dramatik görüntünün nefesinizi kestiği?

ölmeden önce görmek isteğim bir ülkeydi sadece iskoçya, oysa şimdi ona aşık olmuş bir halde döndüğümü fark ediyorum. loch lomend kıyısında dinlediğim wonderland parçasını dinlerken şimdi, gözlerimin sulandığını hissediyorum. leyla'sından ayrı düşmüş mecnundan beter bir haldeyim. üstelik ferit gibi dağları delmek istemiyorum, tam tersine, onlara kavuşmak tek ereğim.

kışları soğuk, iklimi çetin bir ülke iskoçya. yazları dahi şemsiyenizi eksik etmeyin derler. hele bir de midge denen o illet, göze görünmez, bulut halinde uçuşup, en lezzetli olduğu için göz altlarınızı feci ısıran sineklerine rağmen hem de.

ama öyle bir dingin, sabırlı bekliyor kendisini ziyaret edeni de benzetiyor kendine. el değmemişiyle öyle bir sunuyor ki kendisini, hayır diyemiyorsun, sen de veriyorsun tüm benliğinle kendine ona, yine de dokunnmaya, o bozulmamışlığı incitmeye kıyamıyorsun.

yüksek tepelerin arasında, bizi uzaktan fark edip, yine de bir yere fırlayıp kaçmayan ve onlarca dakika poz veren alageyikler; gel de gör beni dercesine tırmandığım tepenin üzerinde uçarken bağıran altın kartal, yöreye özgü devasa cüssesine rağmen ürkek highland inekleri ve çepe çevre saran atlas okyanusu ve kuzey denizi...

rastladığımız az sayıdaki insanın kibarlığı, aksanlarına alışmak zor da olsa bayıldığım o güzel insanlar, ülkenin sert ikliminden bir parça bile nasibini almamış kadar ince. belki de doğasının zarifliğinden aldılar karakterlerini.

sonra dönüp devasa, boğucu, insanları kalaba, kaba ve düşüncesiz olan şu kente bakıyorum: bir zamanlar aşkla karışık nefret şehri dediğim kent, artık beni sadece üzüyorsun! nefes alınmaz oldu artık her yerin. ne vaad ediyorsun? aşıkları ayıran bir zalimden farkın yok!

yolu yok, gitmeliyim artık senden!

Hiç yorum yok: