27 Nisan 2012 Cuma

van gogh sergisi ya da görsel bombardımana nasıl uğrarsınız!

uzun zamandır pek çok tanıdık ve arkadaştan dinlediğim sergiyi görme heyecanı içinde bilet kuyruğuna giriyorum sabah erkenden -sabah erken dediysek, bu sergiciler uyanıp da salonu açana kadar saat onbiri buluyor, yani kargaların mama saatinden çooook sonralara düşen bir zaman sürecinde vuku buluyor bu sabah-. 
kuyrukta bol miktarda çocuklu ebeveynler var. ara ara da otobüs dolusu çocukların park alanına vardığını görüp dehşete düşüyorum. neyse ki antrepo 3'ün yanında "modern"e hareket ediyorlar. bir an soluk alıyorum rahatlayarak. sanatın çocuklara sevdirilmesine zerre kadar itirazım yok, ama yetişkinlerin azıcık sanat merakını öldürerek olmamalı bu. 
çocuklara günün belli bir zamanı, ya da hafta içinde belli günler ayrılabilir. sanat eserine odaklanmaya çalışırken, haklı olarak iki eser gördükten sonra sıkılan, ama ebeveyni tarafından serginin tamamını görmeye zorlanan çocuk tabii ki çığlık atarak oradan oraya koşmaya başlar. bu travma yaşamış veletleri yarısı tinerci, diğer yarısı da dinci olursa şaşmam.

daha sergiye girmeden sıkışıp tuvalet arayan ebeveynsiz bir veledin ardından nihayet içeri giriyorum. her taraf sinema salonu fuayesi tadında, geniş koltuklar atılmış her yerine, daha başlamadan oturmaya davet ediyor. anlaşılan antrepo 3 van gogh'a üç numara büyük gelmiş, bu devasa fuaye ile göz doldurmaya çalışıyor gibiler. 
salonun girişini bulup içeri giriyorum, oh iyi, ilk seansı kaçırmadık, yeni başlamış. her yer karanlık, gözlerim mekana biraz alışıp yer bulanana kadar şaşkınca bakınıyorum çevreme. ilk bulduğum banka çöküyorum. çepeçevre tablolar akıyor, duvarlarda, sütunların üzerinde kapı kirişlerinde, fare deliklerinde. birine bakmaya çalışırken öbürü kaçıyor, diğerini fark edince berikini yitiriyorum gözden. arada bir de vincent amca'nın günlüklerini karıştırmışlar, bir mana teşkil edebilecek sözlerini alıntılamışlar, yansıyor başka bir duvara. kaçınılmaz olan oluyor ve sergi nihayet doluyor. görevlilerin, artan çocukların orayı burayı kurcalayıp parmaklamasına bağırmaları arasında tabloları kovalıyorum. daha doğrusu bir biri ardına akıp giden görüntü seli içerisinden tablo seçmeye çalışıyorum! anlayacağınız tam bir kaos!
yarım saat süren serginin sonunda duvara iki yüz 200 km/h ile toslamış köpek gibi sersemlemiş vaziyetteyim. dar atıyorum kendimi dışarı. dokunsalar tablo kusacağım!!!

neden bir tanrının kulu çıkıp da bunun böyle bir işkence olacağından bahsetmedi? insanlığı bu işkencenden kurtaracak bir baba yiğit ben miyim yoksa?

sergiye gitmeye niyeti olan varsa, aynı anda 15-20 tabloyu bir iki dakika içerisinde algılayıp, özümseyebilecek bir beyne sahipse gitsin. tam tersine sahip olan da gidebilir elbet, itirazım yok. ama benim gibi ortalama bir zeka sahibi bir insan evladıysanız, gitmeyin güzel kardeşim, o azıcık aklınız benimki gibi heba olacak! benim gibi dışarı çıktığınızda sanrılar görüp soğuk terler eşliğinde sayıklamak istemiyorsanız tabii?!

bir sergiyi gittiğimde bazen bir tablonun, -vurguluyorum- tek bir tablonun karşısında dakikalarca, ki bu bazen on beş, yirmi dakikayı da bulabiliyor, geçirmeyi severim. sanatçının fırça darbesini, hangi köşeye ne tür bir ayrıntı sakladı, bunları birer birer keşfetmeyi severim. belki de bendeniz arızayım, elimde değil, ama sanatçının ömründen günler, haftalar hatta yıllar ayırmış olduğu bir esere, 15 dakikayı çok görmüyorum. eser ile izleyici arasında bir bağ oluşmazsa, ne o eserin, ne de serginin bir manası kalıyor.
oysa burada bağ kurmaktan geçin, görüntülerin kabus gibi sizi kovalamasını inanın istemem. haaa bloguma gıcıksanız, buyrun gidin kardeşim, hanya ve konya orada, ama vincent orada mı, işte onda şüpheliyim. yani sadece antrepo 3 değil, bu serginin içeriği de van gogh'a üç numara büyük gelmiş gibi duruyor.  ve izleyici olarak ben, kayda değmez varlığımla görüntülerin ağırlığı altında yüz numara büyük gelmiş görsel eziyetin altında yok olup gidiyorum ilk dakilarda.
serginin resmi web sitesi'ndeki şu alıtnıyı okuyunca van gogh adına depresyona girmeme, kulağımı kesip atmama an kalıyor:
"Sergi kırktan fazla yüksek çözünürlüklü projektör, sinema kalitesinde ses, açıklayıcı bilgiler ve 3000'in üzerinde dev Van Gogh resmini büyüleyici bir koreografi ile sergileyerek özel bir atmosfer yaratıyor. Grande Exhibitions Avustralya'dan Vincent van Gogh'un eserlerinin kendinizi kaptıracağınız ve büyüleneceğiniz çığır açan keşfi." 

ömrü boyunca bir kaç resmin ötesinde pek resim satmamış vincent'in 3000 eserinden hangisini anımsıyorsun diye sorarsanız, galiba "şu sattıkları" olurdu cevabım.
de... onlar hangisiydi acaba?