önceki yazımda değinmiştim ya, bonbon ah bonbon diye.
evet maalesef, yeni eve taşınalı bonbon'la bir türlü karşılamaz olduk. halbuki, evi de, daha taşınmadan, iki kez gösterdim, bahçeme bile işedi hayta. hani evi bulamadı tekrar, biraz uzak kalıyor eski evime, onu anlıyorum. ama yollarda, parklarda niye karşılaşmaz olduk, orası muamma.
anlayacağınız, tam manasıyla bir aşk filmine dönüştü bizim hadise: hani iki kişi bir yerde tanışırlar ve inceden tutulurlar birbirlerine, ama ilk anın şaşkınlığı, ya da film bu ya, ne telefon numarasına ne de nerede yaşadığına dair bir bilgiye sahiptirler. sonra film boyunca karşılaşamayışlarını izleriz. boyna birinin az evvel geçtiği mekandan, diğeri bir kaç saniye ya da dakika farkla kaçırır.
mesela biri sokaktan geçer, öbürü aynı yolun diğer ucunda karşı kaldırımdan yürür, yolun tam ortalarında görebilecekken birbirlerini, caddeden koca bir kamyon geçer, aralarına girer de görmezler. yeniden karşılaşmaları kaderin merhametine kalmıştır artık.
bizimki de aynen o durum. parklarda arıyorum adamı, 5 dakika önce buradaydı diyorlar. bonbon'un asıl babası, "bu gece bize geldi yine" diye nispet eden mesajlar atıyor. sonra başka bir köpüş sahibine rastlıyorum. aaaa bir aydır bizden çıkmıyor diye anlatıyor. içleniyorum.
nasıl da burnumda tütüyor kerata. hele şu son bir kaç haftadır iyice yer etmişti aklıma, dilimden düşmez olmuştu.
nihayet duydu mu beni ne, altıncı hissini "pause" modundan tekrar işler hale mi koydu şu haylaz oğlan (eskiden hissederdi bu hayta beni!)?!
dün sabah yine bakına bakına vapura yürürken bir havlama sesiyle yüreğim hop etti. kimse çıkmadı karşıma. yanlış alarm diyerek ah çektim içimden.
derken metro parkının orta yerinde, iki genç kadının oturduğu park bankının yanında bir köpüş. gözlerim de uzağı görmez, ama yüreğim bu kez deli gibi hop etti. az önceki hop ediş de buna bir önhazırlık mıydı yoksa?
"bonbon!?"
beriki fırladı ayağa, o da şaşkın, emin değil.
"bonbon, unuttun mu beni?!"
bir koşturuyorum ona doğru. zırıl zırıl ağlamaya başlıyorum. sarılıyorum koca oğlana, yuvarlanıyoruz yerlerde basbayağı. doyamıyorum, öpüyorum tozuna kirine aldırış etmeden suratını, gıdısını. göz yaşlarım tozuna karışıyor.
kimbilir nasıl bir görüntümüz var! bankta oturan kadınları fark ediyorum, gülüşerek bakıyorlar bana. açıklama ihtiyacı hissediyorum her nedense, hani kim bu deli demesinler diye. (deli olduğumu cümle alem biliyor gerçi ya...)
tekrar hayta aşkıma dönüyorum, bir posta daha sarmaş dolaş oluyoruz. oturuyorum başka banka, o da kafasını gömüyor kucağıma.
tüyler uzamış, güzelleşmiş. bir posta daha zırlıyorum.
öyle bir özlemişim ki beş dakika mı sürüyor kavuşma anımız bir ömür mü ayırt edemiyorum.
sonra yeryüzüne dönüş yapıyorum. okula gitmem lazım. içim burkuluyor.
bir sonraki vapurla gidip, derse geç mi girsem minvalinde düşünceler bile aklımdan geçiyor.
bir müddet daha sarmaş dolaş kalıyoruz öylece. yüreğim cız ederek kalkıyorum. bir an gelecek oluyor peşimden, sonra tekrar oturuyor. akıllı çocuk, az yolcu etmedi beni vapura. biraz bozuluyor sanki gidiyorum diye, bakakalıyor ardımdan. burnumu çeke çeke gidiyorum iskeleye.
kimbilir artık, tekrar kavuşmak ne zamana kısmet...