24 Mayıs 2009 Pazar

bir yıl geçti

aslında mevzu ortada: cup!

bir yıl, bir gün geçti. en yakın dostumu özledim, eşşek herif rüyalarıma giriyor... sabah anırmalarını bile özlüyorum.

ama insanoğlu bu, acıya alışıyor.

üstelik gidişi alaca'ya yaradı. epey bir yakınlaştık haspamla. cup'un sağlığında asla olmayacağı kadar. ama yine de cup'un tutarlığı, o dozunda olan dostluğu bambaşkaydı...

iyi uyu be oğluşum, her neredeysen şimdi.

anane

eski, sonradan da sadık okuyucum olan çok şeker bir arkadaşım dün fırça kaydı, bir gözüktün, yine kayboldun, yazı yazsana diyerek.
söz verdim, yazmam gerek, ama sabahtan beri güzel bir konu düşünüyorum; cık, gelmiyor...
sonunda sınav için kullanmaya karar verdiğim karikatür beni dürttü! nasılsa öğrencilerim blogumu bilmiyor, yarın sabahki sınava harıl harıl çalışıyorlardır, dolaysıyla gönül rahatlığı ile buraya alabilirim karikatürü. ruhları bile duymaz!

derste işlediğimiz kitabın son konularından biri yaşlılık, yaşlıların sorunları, huzurevi, üç jenerasyon aynı evde oturmalı mı ve yaşlılığınıza dair bir plan var mı kafanızda gibi, yirmili yaşların başında olan nesile gayet fuzuli görünen bir meseleydi.
o yaşları hatırlasanıza, başımızda kavak yelleri, değil yaşlılığı, otuzlara gelmeyi bile çok uzaktaki bir hadise olarak görüyorduk. hele kırkına gelmek! resmen bir ayağın çukurda!
al işte, bu yaz kırk oluyorum! ayağımı çukur dışında tutabilmek uğruna her havuza gidişimde iki kilometre hababam yüzüyorum... (deri mi diye espri yapanın dersini yüzerim, iki kilometre de yetmez!)

ama o yaşlarda bana ders olacak bir tecrübe de anneannem sayesinde bahş olundu. yerimiz var, yenimiz de dar değil, hadi anlatayım:
kadın müthiş huysuz. ikinci kocası, yani üvey dedemin ölümünden sonra yalnız kalmasın diye yanımızda otursun demişti annem. ama geçinmek ne mümkün?! her gün başka bir hır çıkıyor. üstelik tüm aile bireyleri ile ayrı ayrı kavga etmeyi becerecek kadar da yetenekli haspam. az biraz da paranoyak. bir defasında o uzun donlarını çaldım diye beni suçlamıştı. dolabın alt köşesinde ortaya çıkaana kadar da diretmişti, geri ver diye. 17 yaşlarında mıyım neyim. o zaman uzun kukuletalar da moda değil ki, başıma geçireyim o donları akça pakça. hatta ortaya çıkınca da, gizlice geri koydu diye inat etmişti. yani hatun huysuzluğun kitabını yazmış! tamam kabul, genetik bir durum söz konusu! ister istemez geçmiş! kan çekiyor, ne yaparsın...

anlayacağınız, bizim hatun yapamadı bizle. annemin bütün geri gel yalvarmalarına karşın, evini barkını bağışladı bir huzurevine, ömür boyu bakım garantisi alıp gitti yerleşti. (annem
de hafiften mazohist korkarım, niye yalvardıysa, kendi de günde 5 vakit savaş horonlarını tepiyordu halbuki).
işte bizim yaşlı kız, gittiğinin kaçıncı ayı bilmem, yaşlı bir amca bul! fingirde, ve evlenmeye karar ver. kendi deyimiyle 68, bizim hesaplarımıza göre 74 yaşında üçüncü kez dünya evine girdi. off siz ama öncesinde annemi görün! ful kuvvet itiraz! konu komşu, akraba, yedi düvel diyar ve sülale boyu ne dermiş.
yalan yok, anneannemi sevmezdim, ama bu meselede tam destek çıkan bi ben olmuştum. belki de annemi bu kadar zıvanadan çıkarması başka bir sebepti benim için, ne de olsa asi gençlik yıllarım, ama diğer yandan, müthiş cesurca da buluyordum. sen kalk 74ünde tekrar evlen, olacak şey mi!
ama nasıl bir evlilikti anlatamam. taze gelinle damat ziyarete geldiklerinde şaşı beş olmuştuk hep beraber: el ele, diz dize, göz göze. diyeceğim o ki, anneannem son golü sağlam atmış, zil zurna aşık olmuştu. üstelik sutyeninden ayırmadığı, hiç birimize koklatmadığı para cüzdanını amcanın eline tutuşturacak kadar da güvenmiş.
annem evlenmelerinden önce sormuş, "anne, ya bu adam başka şeyler de isterse ne yapacaksın?" anneannem utangaç başını eğmiş, "ee yaparız o zaman, ne yapacan" diye cevap vermiş. bu arada damat da bir yaş büyük anneannemden!

amca hala sağ mıdır bilmem. evlilikleri de çok sürmedi zaten, üçüncü yılında anneannem felç geçirdi, eli ayağı tutmaz oldu. ama o amca ona nasıl baktı! el üstünde tuttu, hani kuş sütüyle besledi desem, kuşlar bile cik cik şahitlik yapar! ihtiyar kız bir üç sene de öyle yaşadı. sonra da bu kadar yoğun bir aşka dayanamadı, huysuz melek tadında öbür diyara uçuverdi.
annemden amcanın haberlerini çok uzun zaman evvel son kez almıştım, sonrasında onlar da irtibatı kaybetmişler: amca altıncı hatunu boşadıktan sonra gezmeye gelmiş annemleri. kim bilir, belki onuncu hatunla evlenme hazırlığındadır, ya da hurileri kovalıyordur başka mekanda...
gerçi, o tarafa geçtiyse, anneannem izin vermeyecektir ona kesin.

hani kıssadan hisse, aşk başınıza muhakkak bela olacaktır, er ya da geç! elbette gönül abla 74 yıl beklemek istemez... hele bir de prens için mevcut tüm kurbağaları öpme mevzusu var ya, neyse ona hiç girmeyelim şimdi...

durun bakalım, yarın öğrencilerim ne yumurtlayacak....