28 Ağustos 2010 Cumartesi

ikili olma halleri

yalnız olsan bir türlü, iki olsan iki türlü... yalnız olanlar bir ilişkiye özenir, ilk karın kıbırdama evresini atlatıp ilişki boyutuna dalmış olanlarsa tekrar yalnızlığa hasret.
evet evet anladınız... şu aralar ilişki muzdaribiyim...
nedir bu ilişkilerle alıp veremediğimiz?
zaten üstad sartre aşkı tarif ederken boşuna dememiş bunun beyhude bir gayret olduğunu, ona göre çünkü "aşk, iki insanın bilinçlerini birleştirme çabasıdır. boşuna bir çaba, çünkü insan kendi bilincine mahkumdur."
srüekli bir karşı tarafı anlama gayretine giriyor bir taraf, muhtemelen de öbür tarafın da böyle bir ayreti var ki işlem sürüyor belli bir müddet. ilk başta her şey zaten laylaylom, karındaki kıpırtılar ağır basıyor, kelebekler, çiçekler her şey pespembe, tabii beyne kan gitmiyor, millet de sanıyor ki dünya şahane... sonra reel yaşama ayak basıyor bizimkilerin, kelebeklerin kanatları soluyor falan filan (geri kalan klişe betimlemeleri siz düşünün işte, yormayın beni), eee bu ilişki nasıl devam edecek, hep böyle çiçek böcek kelebek durumları mı? (dileyen burayı dilediği çerçeveye oturtabilir, ister buna ilişkinin belli bir resmiyete dönüşmesi, ciddileşmesi, arkadaş çevresinde bilinmesi vs diyebilir, ister aynı eve çıkma halleri, ister evlenme, ister boşanma -durun hızlı sardım filmi galiba...- hebele gübele deseniz bile sorun yok, nasıl derseniz diyin yani) ya da mealiyle izah etmek gerekirse: ne zaman beklentiler başlıyor, işler aslında o zaman sarpa sarıyor. bi taraf bu gelişmeyi istemiyor, diğer taraf istiyorsa, öfff sorun var! iki taraf da bunu istiyor, ama bir türlü nihayete eremiyorsa, yine sorun başlıyor. yani iki ucu b...lu değnek
senin durumun hangisi ola ki diye sorarsanız, o pek mühim değil, mühim olan, benim şu anda içinden çıkamadığım bu ilişki hallerinin bunaltıyor olması. tabii diyebilirsiniz, eeee güzel kardeşim, başlarken bana mı sordun diye, doğru, sormadım valla, sorsam ne diyecektiniz?
yok yok, bu olmadı.
ay yok yazarken bile bunaldım.
ya ben aslında bu yazıyla ne demeye çalıştım?
şunu demeye çalışmadığım kesin: beklemeyin bir şey kardeşim, bak sorun çıkıyor...
tabii demesi kolay! sıkıyorsa gel de lay lay lom kelebek hallerine geri dön, sonbahar yavaştan geliyor, ne kelebeği çiçeği, kara kışta n'apacaz?

24 Ağustos 2010 Salı

hızma ve insan hakları mahkemesi

mekan beyoğlu'nda bir giysi dükkanı, başrollerde sıcaktan bunalmış bir adet bendeniz ve satış yapamamaktan gına getirmiş satıcı teyzeyle dikilen, muhtemelen o da diğer satıcı olan, lakin sıkıntısından potansiyel müşterilere müsallat bir amca (breh breh breh, amma da uzun tarif oldu beaaaa).
tam elbiselere bakıyorum ki, amca alenen kaşınıyor ki, soruyor: "bu burnundakini niçin taktın?"
ben de belli ki havamdayım, kaşımak istiyorum, başlıyorum teraneye: "niçinini bilemem, babam takmıştı, hatta küçükken zincirde dolaştırır, tef çalıp oynatırdı."
sonra kolumu uzatıp gösteriyorum: "hatta bu kollarım filan da tüylüydü ayı gibi, ama artık tıraş ediyorum."
amcanın gözleri fal taşı kıvamında. ben dayanamayıp gülüyorum, yanındaki teyze de gülüyor. tamam diyorum içimden, dersini almıştır herhalde artık, başkalarına da hızmalarına yönelik böyle sorular sormaz gayrı....
thhkb (tüm hızmalıların haklarını koruma birliği) adına görevini ifa etmiş olmanın huşusuyla soyunma kabinine dalıyorum. çıktığımda deminki amcanın yanındaki teyzeye hala konuyla ilgili bir şeyler söylediğini duyuyorum: "... demek ki burada da oluyormuş, ama nereye kayboldu o kızcağız..."
sonra beni fark ediyor: "şükür gitmemişsiniz, insan hakları mahkemesine başvurmanız lazım."
bu sefer benim gözler faltaşı kıvamında, işletirken işletilmeye mi başlandım nedir?!
"insan hakları mahkesmesi mi? niye, hızma yüzünden mi?"
"babanızı şikayet etmeniz lazım! bakın hindistan'a gitmiştim, orada da kızlarına bu tür işkenceler yapıyorlar, ayı gibi ortalıkta oynatıyorlar zincire takıp. demek burada da oluyormuş! şikayette bulunmanız lazım, ben de gelirim sizinle çekinirseniz."
dumura uğramak kavramına yeniden anlam yükleyesim var, o kadar dumur vaziyetlerdeyim yani, amca sağlam işletiyor! işletilme şüpheleri ile bana bir defa el kaldırmamış, dünyalar tatlısı rahmetli babişimi şaka niyetine de olsa karalamış olmanın pişmanlığı arasında zihnim mekik dokuyor...
"babam dünyalar tatlısı adamdır, şikayet etmem!" diyerek fırlıyorum dükkandan. ardımdan "çekinmeyin, şikayet edin" diye konuşmasını sürdürüyor amca.
yanımdaki arkadaş uzakta kalldığından tüm muhabbetti kaçırmış, kolundan çekeleyerek çıkarmama şaşırıyor. ama en şaşkın benim!
tamam amca kaşındı da, galiba ben de accık kaşınmışım belli ki...
acaba amca da tisb (tüm işletilmiş satıcılar birliği) adına görevini ifşa etmiş olmanı huşusu içinde mi, yoksa ihm'ye adıma şikayette mi bulunuyor şu an?
sizce?