11 Ağustos 2012 Cumartesi

alacakızım

galiba filmin sonuna geldik. haftalardır süren idrar yolu enfeksiyonlarından sonra çok daha büyük bir problem yaşadığını veterinerimiz müjdeledi. akciğerler ödem yapmış. sonunda röntgende karartılar da çıktı. kanser olasılığı yüksek.  gecen sene ameliyatla alınan tümörün iç organlara sıçrama olasılığından zaten bahsedilmişti. galiba o güne geldik.
cupcup öldüğünde, soz vermiştim, alaca'yı kesinlikle acı çekmeden yollayacaktım. ama konuştuğum ikinci veteriner de kinayeli bir şekilde ötanazi mi yapalım diye sorunca, yaşama olasılığı olan kedisini   zorla ölüme gönderen tiran gibi hissettim. meğer ne zormuş böyle bir kararı vermek. bir yandan, cupcup'da yaşadığım o acı tecrübeden sonra, can çekişen bir canlının sırtından para kazanmaya mı çalışıyor şüphesiyle yaklaştığım veterinerler, diğer yandan asıl acı çekmek istemeyen ben miyim minvalinde giden iç hesaplaşmalarım. ve bütün bu karmaşanın ortasında günden güne eriyen onyedisinde bir kedicik. amaç bir kaç haftalığına ömür mü uzatmak? ama diğer yandan babamı düşünüyorum. hastalığının pik yaptıgı noktada vazgeçmedik onun yaşamasından, kendisi vazgeçmişti oysa. altı aylık hastane çilesinden sonra, yeniden yaşama döndüğü dou dolu iki sene geçirdik. son bir haftası dışında yaşama bağlı kaldığı ve birbirimize daha da sıkıca bağlandığımız iki güzel yıl. iyi ki onca cefayı göze almışım diyorum bugün. peki ya alaca'yla da benzeri mümkünse? üç gündür oksijen çadırına giriyor sabah akşam, biraz canlanır gibi oldu. bir haftadan sonra ilk kez dün aksam su ve tavuk suyu içince zil takıp oynadım. ha gayret be kızım, belki iki yılımız daha var, ha, ne dersin?

Hiç yorum yok: