6 Haziran 2014 Cuma

yaratıcı deha keşfedilmezse, ya da aileni yitirmenin dayanılmaz hafifliği

bir mutasavvıf mı demişti, tam anımsamıyorum, belki de sadece bir özdeyişdir, derler ki,
asıl büyüme hem anneni, hem babanı kaybettiğinde başlar diye. 

on yaşımdan beri tuttuğum günlüklerimi okuyorum bir haftadır, ve bu sözün ne kadar doğru olduğunu, gerçek manada özgürlüğün ancak iki ebeveyni de yitirdiğinde başladığını anlıyorum. 
çünkü artık kimsenin çocuğu değilsin. 
kendi içine doğru asıl yolculuk da o zaman başlıyor. 

iyi ki deli gibi günlük tutmuşum o zamanlar. 
zira yaşadığım o zor yaşantıda kaçış noktam yazın, yani edebiyattı. ister günce, ister şiir, ister gözlem, öykü, roman fragmanları... neyin üzerine bulsam yazmışım, bir peçeteye, annemin sigara kağıdının arkasına, teksir kağıtları, kullanılmış hediye paketi kağıtları. ve deli gibi defter tutmuşum...

yayınlanmamış bir raf dolusu yaratıma bakıyorum, dün düzenledim o rafı, bazılarını okudum, bazılarını attım.  
amma çok yazmışım, nefes almaktan ziyade yazmışım.  

keşke ondokuz yaş öncesi yazdıklarım da duruyor olsaydı... ruhu nur içinde yatsın, annem yırtıp hemen hemen hepsini çöpe atmıştı. 
gözlerini bozacaksın, bunlar yüzünden çıldıracaksın diye kızarak...

ve yayınlanmış bölük pörçük, azıcık şeyler...
abartmıyorum, sahte mütevaziliği de sevmem, ama yazdıklarımın onbinde biri bile yayınlanmış değil. 

zira türkiye'de kitabını basacak olan yayıncı, ya arkadaşın olmalı, ya basılsın diye fingirdemeyi göze alacaksın (artizlik yönetmenin yatağından geçer cümlesini genç yaşımda, hem de çok bilindik bir derginin yayın yönetmenin o iğrenç teklifi sayesinde, henüz yirmi yaşımda öğrendim), ya da bir şairin müridi olacaksın (hah, ki o şair " kumaş var, ama işlenmesi lazım." minvalinde aslında yapıcı, ama müridi olmadığım için de elinden tutulmaya değer bulmaz bulmuştu beni, kendisi pek tanınmış, değerli bir şair, denemeci ve hocadır) ya da senden kötü şiir yazan, ve belli ki henüz aşamadığı kompleksleri yüzünden, sana yol göstermeyi göze alamayanların (o da çok tanındık, ama rezalet şiir yazar, ama yine de severim kendisini, aralarında elimden tutmamasına rağmen, üşenmeyip yazdıklarımı okuyan ve eleştiren bir o olmuştu) ara sıra ziyaretçisi olacaksın.

genç yaşımda edindiğim bu deneyimlerden sonra kapı kapı tıklatıp o az ve öz yayıncı, yazdıklarıma değer biçecek bir editör aramaktan çabuk yıldım. 
yayınlanan o azıcık şeyler de, ya bir arkadaşımın elimden tutup sürüklemesi, ya da ben üşenmeyip, ya da kendime biraz güvenim gelip, posta yoluyla gönderdiğim az girişimlerim sayesinde oldu...

o yüzden şimdi, öğrencilerimi iyi tanımaya çalışıyor, almancanın ötesinde kim olduklarını görmeye çalışıyorum. aralarında yeteneklisini gördüğümde de dürtmeye, uyandırmaya gayret ediyorum. 

bu ister resim olsun, ister sinema, ister edebiyat olsun. hatta son dönem, aşçı bir öğrencim vardı. genç yaşında yemek yapmanın yaşamdaki en büyük tutkusunun olduğunu, ve yemek yapmazsa, öleceğini söyleyen yakışıklı mı yakışıklı bir delikanlı. ama o çoktan bulmuş yolunu, çok şık bir restoranda çalışıyor. eminim ileride çok ünlü bir şef olacaktır. 

ama maalesef, o çok yetenekli genç insanların çok azına ulaşabiliyorum. zira ne kadar yetenekli olduklarının farkında bile değiller. 

geçen gün çok eskilerden beri tanıdığım, amerikalı bir edebiyat prof'u arkadaşımla yaptığım sohbet bu konuda beni onayladı. 
zeki ve yetenekli bir çocuğa, yetenekli olduğunu söylemediğin, (şu aşçı öğrencim gibi) o bunu kendi başına da keşfetmediği sürece, hep diğerlerinin de kendisi kadar zeki ve yetenekli olduğunu zannetmeye devam edecektir. dolayısıyla ne kadar özel olduğunu bilmeyecek. 
ne kadar acı değil mi?

şimdi çocuk, ömrü boyunca bunu kimseden duymadıysa ne yapsın? sonra da kalkıp dil öğreten alelade bir hocası bunu söylediğinde, elbette ki inanmaz, emin olamaz, olayın üzerine gitmez. 

edebiyat dersini verdiğim yıllardı, baş örtülü bir öğrencim, nasıl güzel hikayeler yazıyor, ben boyna daha çok getirin, okuyayım diyorum. o getirdikçe, ben keyifden bayılıyorum. ona, sizi yarışmalara sokalım dedim. ders almanca, o da tabii almanca yazıyor. 
hadi araştırın internetten yarışmaları, birlikte bakalım, bir kaçına mutlaka katılmalısınız diye motive etmeye çalıştım. gözleri parlamıştı. 
ama sonra tekrar haber alamadım ondan. baş örtülüydü. muhafazakar ailesinden çekindi belki de... bilmem.  
ya da çap (iki bölüm birden okuyan, üstelik ikisi de çok zor müspet bilim bölümü) yapıp, bu alandaki öğrenci olarak okulu birincilikle bitiren bir deha vardı. 
o edebiyat dersime değil, ama almanca 301-302 derslerini, yani iki dönem orta seviyenin sonundaki düzeyde iki dersime girmişti. yazdıkları çok çok seviyesinin üzerinde. inanılmaz bir üslup, inanılmaz bir yaratıcı güç. "daha çok yazın, olağandışı bir yeteceksiniz!" dediğimde, çok ukala, ama bir o kadar da sevimli bulduğum bir cevap vermişti: "hocam, benim edebiyatla işim olmaz, siz istiyorsunuz diye yazıyorum. benim amacım dili öğrenmek, başka bir şey değil!"
eminim çok başarılı bir bilim adamı olacaktır o çocuk. 

demek istediğim, orta okul ilk dışında, yazıya karşı yeteneğimin olduğunu söyleyen bayan regate (ayhhh, çok google arama yaptım, bulamadım kadını) dışında, benimle böyle ilgilenen bir hocam olmadı hiç. bunun özlemini çektim. özlediğim şeyi öğrencilerime vermeye çalışyorum, ama korkarım o genç zihinler beni yanlış anlıyor. 
zira geçen gün, "eee öykünüzün devamı ne oldu. hani şato, bebek, gizem, konuyu nereye bağlayacaksınız?" diye sorduğum çocuk, "aaaah, cidden merak ediyor musunuz? ben sizin beni gaza getirmeye çalıştığınızı sandım." dedi. 

hayır, gerçekten ilgileniyorum çocuklarla. 
kendi görmediğim ilgiyi, doğurmadığım, ama belki de tam da bu yüzden çocuğum olarak bağrıma basmak istediğim, üstelik her dönem değişen bu bir sürü öğrencime vermek istiyorum. 

ahhh, bir anlasalar...

haberler.com

bu sefer facebook üzerinde, kendini haber kanalı olarak adlandıran, ama haberden ziyade insanların kültürleriyle dalga geçen, hayvan haklarını hiçe sayan videolar paylaşan bir fb sayfası bu. 

ya, artık kurtulalım bu deliden dediler, ya da gerçekten ikna ettim. 
ben ikincisine inanmak istiyorum.  

call center ya da insan olmak

judi dench'in başrölünü oynadığı bu filmde http://www.imdb.com/title/tt1412386/, bir sahne vardır: judi dench, otel çalışanlarının call center bölümüne konuşma dersi verir. bir çalışanla da örnek konuşma yaparlar, müşteriyle nasıl konuşulacağına dair. en sonunda, konuşma metninize bağlı olarak konuşmayın, karşınızdakinin insan olduğunu unutmayın ki, satmaya çalıştığınız ürünü daha rahat satabilirsiniz, zira öncelikle o insana ulaşmanız önemlidir, der. 

bugün tam da başıma gelen buydu:
telekom'un müşteri hizmetlerine, telefonla herhangi bir kampanyalarını duymak istemediğime dair özellikle not düşürtmeme rağmen, her gün onlar tarafından gelen cevapsız bir çağrı buluyorum ev telefonumda.  bana göre, olay taciz boyutunda (hani, "benim olmazsan, taciz ederim seni!" adlı şarkı gibi!).
bugün yine aradıklarında açacağım tuttu, ve tuhaf, ağır konuşan bir adam sesi taklidiyle açtım, diyaloğu aktarıyorum:
- merhaba, telekom'un "bilmem ne" kampanyalarını tanıtmak için arıyoruz, konuşmalarımızın kayıt altında alındığını belirterek, bilmem kim hanımla görüşebilir miyiz?
- görüşemezsiniz, maalesef dedim, hastanede yatıyor.
hastane kelimesine zerre kadar dikkat etmemiş genç kadın ateş bir şekilde sormaya devam etti:
- kendisi ne zaman uygun olur?
- hastaneden uzunca süre çıkamayacak, ağır hasta, uzun bir süre aramazsanız daha iyi olur. 
- peki, teşekkür ederiz. 
ben kadına, aradıkları müşterinin ağır hasta olduğunu söylüyorum, o ise bunun için teşekkür ediyor. sanki yanlış duymuş ihtiyar rolüme devam ettim:
- ben teşekkür ederim, geçmiş olsun dileklerinizi iletirim, iyi günler. 
ancak o zaman galiba dank etti kafasına da benim zorlamamla
- geçmiş olsun, iyi günler dilerim efendim.
diyerek kapattık. 

eminim, konuşmamız kayıt altına alınsa dahi, yarın yine bir taciz tanıtımı gelecek. 
filmdeki dench gibi, naçizane ben de öğrencilerime almanca öğretirken, en önemli dersin insanlık dersi olduğunu unutmam, ve salt bunun için, konu itibariyle yeri geldiğinde derse ara verip, insan olma yolunda küçük bir katkı olabileceğini umduğum dersi vermeye çalışırım. 
mesela bu dönem, işlediğimiz ders kitabının son bölümünde "işinizden memnun musunuz?" türevinde bir bölüm vardı. olayı "yaşamdan memnun musunuz"a getirerek mini bir söylev çektim.  hatta derse dönüp de, o kısımı işleyip sonuna geldiğimizde, aniden aklıma "yaşam memuniyeti üzerine" birbiriyle repörtaj yaptırmak geldi. 
iki tane paralel kursum vardı. soruları sınıf içinde hep birlikte oluşturduk. detayına girip konuyu uzatmak istemiyorum, ama sınıflar arasındaki soru farklılığı bile ilginçti. 

yalnız verdikleri cevaplardan ziyade, üniversiteye gelmiş, yaşları yirmi ile yirmi altı arasında değişen "yetişkin" bireylerin çoğunun "repörtaj" kavramını dahi bilmediklerini görmek daha çarpıcıydı (fırsat bulursam, onu ayrıca aktarmak isterim, çünkü o anlatmaya değer bir deneyim oldu benim için). 

maalesef, kendim, kendi eğitimimde benim şimdi öğrencilerimle kurmaya çalıştığım iletişimi kurmaya deneyen bir hocaya hiç denk gelmedim. gelmediğim için, özlemini duyduğum için, kendim yapmaya çalışıyorum. ve ben onlara hayat dersi vermeye çalışırken, bazen onlar öyle bir ders veriyorlar ki bana, üstelik kendileri farkında olmadan; şapkam uçuyor. 
"ben size bir öğretirken, sizden iki öğreniyorum!" dediğimde de inanmıyorlar çoğu zaman. 
olsun, ben doğru işte çalıştığım biliyorum.   

judi dench de call center çalışanlarını eğitirken, çok güzel bir insanlık dersi veriyor: sadece önünüzdeki yazılı olan metne robot gibi sadık kalmayın, karşınızdakinin insan olduğunu unutmayın, söylediklerine kulak verin diyor. 

bugün telekom'dan arayan genç kadının söylediklerimi zerre kadar algılamadığını anladım. telekom'da belli ki, judi dench gibi bir eğitmenleri yok!  

ama türkiye'nin hangi eğitim kurumunda var ki? var olanları da cezalandırıyoruz.
öğrencileri türkçe bilmediği için, onlarla iletişim kurmaya çalışmak için kürtçe öğrenen öğretmeni süreriz biz!
14 yaşındaki çocuklar ekmek almaya giderken, başına gaz fişeği yiyerek ölüyorsa ve aleviyse, muhakkak sapanla taş atmıştır. 
çünkü önümüzdeki metinde yazılıdır bu, ezbere konuşuruz! aynen o call center çalışanı gibi. karşımızdakinin insan olduğunu, ne söylediğine hiç dikkat etmeden, robot gibi konuşuruz. 

bu ülkenin insanlık dersi 101 adlı derse acilen ihtiyaç duymakta! hem de acilen! üstelik yönetici konumdakileri hemen bütünlemeye bırakarak...