bugün tam da başıma gelen buydu:
telekom'un müşteri hizmetlerine, telefonla herhangi bir kampanyalarını duymak istemediğime dair özellikle not düşürtmeme rağmen, her gün onlar tarafından gelen cevapsız bir çağrı buluyorum ev telefonumda. bana göre, olay taciz boyutunda (hani, "benim olmazsan, taciz ederim seni!" adlı şarkı gibi!).
bugün yine aradıklarında açacağım tuttu, ve tuhaf, ağır konuşan bir adam sesi taklidiyle açtım, diyaloğu aktarıyorum:
- merhaba, telekom'un "bilmem ne" kampanyalarını tanıtmak için arıyoruz, konuşmalarımızın kayıt altında alındığını belirterek, bilmem kim hanımla görüşebilir miyiz?
- görüşemezsiniz, maalesef dedim, hastanede yatıyor.
hastane kelimesine zerre kadar dikkat etmemiş genç kadın ateş bir şekilde sormaya devam etti:
- kendisi ne zaman uygun olur?
- hastaneden uzunca süre çıkamayacak, ağır hasta, uzun bir süre aramazsanız daha iyi olur.
- peki, teşekkür ederiz.
ben kadına, aradıkları müşterinin ağır hasta olduğunu söylüyorum, o ise bunun için teşekkür ediyor. sanki yanlış duymuş ihtiyar rolüme devam ettim:
- ben teşekkür ederim, geçmiş olsun dileklerinizi iletirim, iyi günler.
ancak o zaman galiba dank etti kafasına da benim zorlamamla
- geçmiş olsun, iyi günler dilerim efendim.
diyerek kapattık.
eminim, konuşmamız kayıt altına alınsa dahi, yarın yine bir taciz tanıtımı gelecek.
filmdeki dench gibi, naçizane ben de öğrencilerime almanca öğretirken, en önemli dersin insanlık dersi olduğunu unutmam, ve salt bunun için, konu itibariyle yeri geldiğinde derse ara verip, insan olma yolunda küçük bir katkı olabileceğini umduğum dersi vermeye çalışırım.
mesela bu dönem, işlediğimiz ders kitabının son bölümünde "işinizden memnun musunuz?" türevinde bir bölüm vardı. olayı "yaşamdan memnun musunuz"a getirerek mini bir söylev çektim. hatta derse dönüp de, o kısımı işleyip sonuna geldiğimizde, aniden aklıma "yaşam memuniyeti üzerine" birbiriyle repörtaj yaptırmak geldi.
iki tane paralel kursum vardı. soruları sınıf içinde hep birlikte oluşturduk. detayına girip konuyu uzatmak istemiyorum, ama sınıflar arasındaki soru farklılığı bile ilginçti.
yalnız verdikleri cevaplardan ziyade, üniversiteye gelmiş, yaşları yirmi ile yirmi altı arasında değişen "yetişkin" bireylerin çoğunun "repörtaj" kavramını dahi bilmediklerini görmek daha çarpıcıydı (fırsat bulursam, onu ayrıca aktarmak isterim, çünkü o anlatmaya değer bir deneyim oldu benim için).
maalesef, kendim, kendi eğitimimde benim şimdi öğrencilerimle kurmaya çalıştığım iletişimi kurmaya deneyen bir hocaya hiç denk gelmedim. gelmediğim için, özlemini duyduğum için, kendim yapmaya çalışıyorum. ve ben onlara hayat dersi vermeye çalışırken, bazen onlar öyle bir ders veriyorlar ki bana, üstelik kendileri farkında olmadan; şapkam uçuyor.
"ben size bir öğretirken, sizden iki öğreniyorum!" dediğimde de inanmıyorlar çoğu zaman.
olsun, ben doğru işte çalıştığım biliyorum.
judi dench de call center çalışanlarını eğitirken, çok güzel bir insanlık dersi veriyor: sadece önünüzdeki yazılı olan metne robot gibi sadık kalmayın, karşınızdakinin insan olduğunu unutmayın, söylediklerine kulak verin diyor.
bugün telekom'dan arayan genç kadının söylediklerimi zerre kadar algılamadığını anladım. telekom'da belli ki, judi dench gibi bir eğitmenleri yok!
ama türkiye'nin hangi eğitim kurumunda var ki? var olanları da cezalandırıyoruz.
öğrencileri türkçe bilmediği için, onlarla iletişim kurmaya çalışmak için kürtçe öğrenen öğretmeni süreriz biz!
14 yaşındaki çocuklar ekmek almaya giderken, başına gaz fişeği yiyerek ölüyorsa ve aleviyse, muhakkak sapanla taş atmıştır.
çünkü önümüzdeki metinde yazılıdır bu, ezbere konuşuruz! aynen o call center çalışanı gibi. karşımızdakinin insan olduğunu, ne söylediğine hiç dikkat etmeden, robot gibi konuşuruz.
bu ülkenin insanlık dersi 101 adlı derse acilen ihtiyaç duymakta! hem de acilen! üstelik yönetici konumdakileri hemen bütünlemeye bırakarak...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder