17 Eylül 2015 Perşembe

doğum günü hediyesi

geçen gün doğum günümdü. çocukları aldım can dostum fatih'le kınalı'yı gittik. 

hemen iskelede en az bonbon kadar, hatta belki daha büyük bir panço bey karşıladı bizi. ve en az onun kadar da ünlüydü de; pek çok yerde, panço diye seslendiler peşinden, o da gitti, koca gövdesini sallaya sallaya sevdirdi kendini. (ah kafam ah, fotoğrafını çekmedim onun!) 
bizimkilerin renginde devasa bu çocuk önde, bizimkiler de boy sırasıyla peşinde, matruşka misali yürüyorlardı. görülesi bir sahneydi cidden. görenler şaşkınlıklarını gizleyemiyorlardı. kocaman bir aile gibiydik. 

merkezin biraz dışında, pazar yolunun ötesinde bu mini kafilemize bir de bej renkli bir labrador kırması minik hanım katıldı. elbette sokak köpeklerine yakışırcasına destursuz, davetsiz olarak. 

daha sıcak günlerde denize girdiğimiz plajın yakınlarında nevalemizi mideye indirirken, bu iki ada çocuğu da bizimkilere getirdiğim mamalardan bolca nasiplendiler. 

burada bir parantez açıp dost canlısı ada köpüşlerini biraz anlatmam lazım, durumu daha iyi anlayabilmeniz için. 
ister köpeğiniz olsun ister olmasın, sevgi gösterdiğiniz ada köpüşü hemen sizi sahiplenir, ada turunuz boyunca da bir an yalnız bırakmazlar. sahiplenmekten kastım da sizi korumaya alır bu canlar. mesela daha vahşi, saldırmaya meyilli başka köpeklere karşı hemen gardını alır, sizi korurlar. siz de karşılığında kendi nevalenizden bir pay verebilirsiniz elbette, hayır demezler. ama hiç bir ödül de vermeseniz, başını ya da göbeğini okşamanız bile ona ödül olarak yetecektir. 

neyse efendim, ben yaşadığım olaya geri döneyim: bir müddet orada oturup da denize girmek için biraz fazla serin bir hava seçtiğimizi fark ederek, dönmeye karar verdik. 
dönüş yolunda elbette yine hep birlikte hareket ettik. 
panço bey, ve maalesef ismini kimseden öğrenemediğimiz genç hanım bizi iskeleye kadar uğurladılar. 
vapura bindik, vapur hareket etti. biz ada hülyasına dalmışken, bir de ne görelim!? adsız küçük hanım, bizi bulmasın mı!

haydaaaaa!
sen ne zaman, hangi arada daldın onca yolcunun arasından? 

yanımızda oturan yaşlı adam görmüş meğerse. vapur kalkış yaparken, bu kızımız kararsızlıkla bir iskeleye bir vapura geçmiş durmuş. 
görevliler nasıl görmemiş o da muamma. 

ama bu çocuğun bir şekilde adaya, yuvasına geri dönmesi lazım!
kaptan köşküne çıktım. 
biz kabataş'ta bırakırız diyor, peygamber demiyor. adama anlatamıyorum, adaya dönmesi gerek. kabataş'ta bırakırsanız belediye bulur, direkt barınağa götürür. ölüm kampları orası, ölür orada. ada çocuğu bu, özgürlükten başka ne bilir bu çocuk?

baktım ki, oralı değil. o halde kendi ellerimle kabataş'ta ben teslim etsem kınalıada'ya gidecek ilk vapura? buyrun tabii dedi. 

kadıköy'e yaklaşırken bizim kız heyecanlandı. tamam geldim sizle, ama artık evime dönsem minvalinde kıpır kıpır. yok tatlış, burası senin değil, bizim eve gider. ama merak etme, sen de evin yolunu bulacaksın diye seviyorum bolca. anlamıyor, çocuk işte. 

neyse, kabataş'ta indik. vapuru bulduk. bu görevli de aynen kaptan gibi kayıtsız. ben çalışıyorum burada, köpek gözetemem diyor. ben kaptana bir sorsak diye debelenirken yer amiri geldi. nerede bunun ağızlığı diye sormaz mı! ne ağızlığı yahu, sokak köpeği bu! vapura kaçak binmiş bir sokak köpeği. ama görevli sanki ben gezintiye çıkarmışım gibi benden hesap soruyor. 
fatih dürttü, boşver, bunlara dert anlatamazsın diye. 
biz götürsek olur mu dedim. buyrun dedi gemi personeli. biz de elimizi hızlı tutup, yer amirinin daha fazla arıza çıkarmasına izin vermeden hemen orada hazır bekleyen vapura geçtik. 

bizimki yine kadıköy'e varınca hareketlendi, ödül mamaları ve belki de benim haytaların heyecan yapmayıp yol boyunca fosur fosur uyuması, benim de onu bolca sevmem sayesinde, ama galiba en çok da, sakin bir köpek oluşundan, yolculuğu sorunsuzca atlattık. 

kınalıada'ya geldiğimizde bunun sevincini görmeliydiniz. hopluyor zıplıyor, ama bir yandan da bizim de peşinden gelmemizi bekliyor. 
panço bey de orada, anımsıyor bizi, kuyruk sallayarak geliyor yanımıza. 
neyse ki burada fazla beklememize gerek yok. onbeş dakika sonra dönüş vapuru kalkacak. 

bu sefer, hani şu hikayedeki maymun gibi, akıllandım. iskele görevlisine haber veriyorum, aman şu kıza dikkat edin de binmesin tekrar vapura. onun sayesinde adadan çok, vapurda vakit geçirdik, bir tur daha atmayalım diyorum. 
görevli tamam diyor, ama adam sadece turnikelerin geçiş noktasını gözetliyor. bizim akıllı bıdık iskele çıkış kapısının altından sürünerek hemen buluyor bizi iskelede. 
haydaaa. 
çocuk git! 
hemen önüme yatıyor, bin türlü cilve. 
tatlışım alamam seni. iki köpeğe zor bakıyorum, üçleyemem, ne olur gelme! 
yok, geleceğim diyor. 
sonunda yüreğim cız ederek, yerden taş alırmış da atarmış gibi yapıyorum. taş yemeye alışkın her sokak köpeciği gibi o da siniyor ve ilk fırsatta kaçıyor. 
özür dilerim tatlım, kalbini kırdım. ama ne yapayım?

vapur kalkana kadar kaçtığı yöne bakıyorum, bir yerden peydah olacak endişesiyle. 
gelmiyor. hayali taşım kalbini gerçekten kırmış anlaşılan. güvenilmez bu insanoğlu'na demiştir belki de. köpeklerin aklından ne geçer?!

vapur hareket ediyor. derin bir oh çekiyorum, ama bir yandan da cız ediyor yüreğim. kış gelecek elbette, o da sıcak bir yuva bulma derdinde sadece. inşallah bulursun diyorum içimden. gittikçe uzaklaşan adanın ışıkları parıldıyor karşımda. 

oturuyoruz bir yere. 
ah be çocuk, yaşattığın tüm zorluklara rağmen, ne güzel doğum günü hediyesi oldun! 

not: kadıköy'de inmek varken, üşenmeden benimle tüm bu yolculuğu yapan can dost fatih'e buradan kocaman bir teşekkür. 

Hiç yorum yok: