gelmez oldu hiç sesin
söyle canım nerdesin
uzaklara mı gittin
hangi gizli yerdesin
kalbim seni özler
yollarını gözler
nerde verdiğin sözler
niçin neden gelmedin
gelmeden bahar sen gel
kimse olmadan engel
bitsin artık bu hasret
gurbet elde kalma gel
kalbim seni özler
yollarını gözler
nerde verdiğin sözler
niçin neden gelmedin
gülelim güller açsın
elemler bizden kaçsın
sevişip koklaşmamız
etrafa neş'e saçsın
uzaklara mı gittin
hangi gizli yerdesin
kalbim seni özler
yollarını gözler
nerde verdiğin sözler
niçin neden gelmedin
gelmeden bahar sen gel
kimse olmadan engel
bitsin artık bu hasret
gurbet elde kalma gel
kalbim seni özler
yollarını gözler
nerde verdiğin sözler
niçin neden gelmedin
gülelim güller açsın
elemler bizden kaçsın
sevişip koklaşmamız
etrafa neş'e saçsın
kalbim seni özler
yollarını gözler
nerede verdiğin sözler
niçin neden gelmedin
iki gün aramadım mı, üçüncü gün arar, fırça atardın, merak etmiyorum yaşlı anneciğimi diye. bir ay gelmeyince, bayramdan bayrama ziyaret ediyor olurdum.
bu şarkı çaldığında bütün bu sitemlerinin özetini dinler gibi olurdum. ama sanırım daha o zaman, sadece zihinsel değil, kalben de anlardım seni. anlardım ki, böylesine sitem ama aynı zamanda da özlem dolu ve hızlı, güzel bir parça seçmiştim seni anlatan.
aslında aramaktan yüksünmezdim ki hiç. sen ne kadar sitem de etsen, bu aramalar çoğu zaman benim için keyifli olurdu. yalan yok be anam, anne olmayı becerememiştin, belli ki, ben de sana evlat olmayı becerememiştim ki bu kadar eleştirirdin beni. ikimizin de elinden gelen buydu. anne kız olmayı beceremedik; bunu ancak bugün görebiliyor olmam içimi acıtmıyor. vakti değilmiş. ya da yaşasan, yine beceremezdik ihtimal ki.
ama içimde kalan bir şey var ki, onu sana söylemek isterdim: son senelerde en yakın kız arkadaşım oldun bana. kaç kız arkadaşım var ki bir saat telefonda konuşayım?
ama çekinirdim işte aramaya; ne zaman o sohbetin kavgaya dönüşeceğini, senin bir şeyi yanlış anlayıp telefonu yüzüme kapatacağını kestiremezdim. hadi ben cahildim, gençtim anne, bilemiyordum. oysa senin benden 30'a yakın bir sene fazlan, tecrüben, yaşamışlıklığın vardı.
şimdi yaşasan, yine değişen bir şey olmazdı seninle. yine kavga ederdik; sen küser, kızar, beni evlatlıktan red ederdin muhtemelen. ama bir yanım da diyor ki, ah yaşasan da evlatlıktan red etsen be gülüm...
ben seni affettim birtanem. şiddet içinde geçen çocukluğum ve ilk gençliğim, intihar girişimlerinle geçirttiğin ilk çocukluk yıllarım, bırak üniversiteyi, liseyi bile okutmak istemeyişin, üniversite öğrencisi olduğum yıllarda, söylediğim basit bir şey için, iki üç sene küs kalıp, her hafta sonu eve gelişimde ağlayarak özür dileyişlerime yüz çevirmelerin ve şu an anımsamadığım yüzlerce suçlamaların için affediyorum.
eve çıkmama izin vermemiştiniz üniversitedeyken, ben de sokak satıcılığımdan kazandığım üç beş kuruşla derme çatma bir apartman dairesi kiralamıştım bir arkadaşla birlikte. pencere macunları dökülmüş, kışın bir köşesinden rüzgarın girdiği, diğerinden çıktığ, bırak şofbeni, sobanın bile olmadığı buz gibi bir ev. ilk karyolamın portakal kasalarından ibaret olduğu bir fakirlik. altı yıl geçirdim o evde. bir kez olsun gelip dolaşmamıştın. ama olsun be tatlım, elinden gelemezdi. kendi acılarının altında öyle çok ezilmiştin ki, nasıl gelesin birtanem.
bunları saymam sitemden değil güzel anam. hepsini orada bırakmayı öğreniyorum artık.
kendince sevdin sen de beni. hem de çok sevdin.
senin bildiğin eğitim şekliydi dayak atmak. ve yardım istemek de suçlamaktan geçiyordu. başka türlüsünü öğrenmemiştin ki!
ama bir de hayran olduğum yanların var ki, onları boyna ansam, çok gelmez: 18'inde genç bir kadının dil bilmeden, altmışlı yılların türkiye'sinden tek başına üstelik, yabancı bir ülkeye işçi olarak gitmek hangi babayiğidin harcıdır? ilk gittiğinde, tavuk almak içim girdiğin dükkanda yaptığın tavuk dansını. ya da henüz yeni tanıştığınızda başka şehirden hafta sonları seni görmeye gelen babamın seni ertesi gün de görmek uğruna tren istasyonlarında yatışını. babamın böyle aşık olması boşuna değil.
fotoğraflarına bakıyorum. yapılı saçların, kırmızı rujunla çok güzel bir kadın bakıyor bana. kim bilir kaç erkeğin başını döndürmüştün vaktinde. sonra bir ayağı kısa hafif aksadığı için topal lakaplı bir adamı, benim tatlı munis babamı seçmiştin evlenmek için. belki de sebebi buydu. munis oluşu.
ilk okul mezunu bile olmayan kaç anne, küçük kızını regl olacağı zamana hazırlar, ve ilk adetini gördü diye, pasta alıp anne kız arasında mini kutlama yapar?
okuma yazmayı bile orada bir türk cemiyetinin kursunda öğrenmiştin. imza atmayı becerdiğin gün, nasıl da mutlu olduğunu anımsıyorum.
ah, bir de nasıl güzel sesin vardı. o kargacık burgacık yazınla ilahileri biriktirdiğin defteri saklıyorum hala. sıkıldın mı, ezberinden okurdun onları.
ama en güzel de Kuran'ı okurdun. her perşembe okuduğun Yasin'lere âmin dedirtmek için iyi ki de zorla oturtmuştun yanı başına. öyle bir yerleşmiş ki o güzel sesin kulaklarıma, sanki şu an söylüyorsun canlı canlı karşımda...
ve en çok da, müslüman damat isterim ille de deyip, tanıştığında otuzbeş yıl evvelinden kalma bir parça almancanla, almanca bilmeyen ingiliz sevgilime saatlerce aile albümünü gösterip fotoğrafları anlatmanı gülümseyerek anımsıyorum.
ördüğün şallara bakıyorum, özene bezene örmüşsün. hele yarım kalan patchwork yatak örtüsü... tam bir sene uğraştım bitirmek için. hiç senin ördüklerine benzemedi, benim ördüklerim. ama galiba en çok da bu yüzden birbirini tamamlayan güzel bir yatak örtüsü oldu, sürekli yatağımı örten.
sen ölmeden önce son bir yıl, terapi sayesinde ben değişmeye başlamıştım. ilk defa hayatımda bendim seni reddeden, sen beni değil. aylarca konuşmamıştık. ama almam gereken bir yoldu o birtanem.
toksik bir çocukluğun izlerini bir bir silmeye senden başlamalıydım. nefret doluydum o günlerde sana karşı. terapistim, gün gelecek, kendiliğinden konuşmaya başlayacaksın annenle yeniden, ama önce içsel anneni bulman gerek demişti.
aylar sonra konuştuk da. seyrek de olsa ziyaretine gider olmuştum yeniden. eskisi gibi her şeyine olmasa da, yardım etmeye çalışıyordum.
ölümünden sonra öğrendim kuzenlerden, o konuşmadığımız aylarda, rica etmişsin meğer, ne olur göz kulak olun, iletişimde olun. benle konuşmasın, yaşadığını bileyim yeter diye.
gelecektim bugün ziyaretine, ama yaşayan bedenim, artık var olmayan bedenine isyan etti bir kez daha. hastane ziyaretlerinden başımı alamayınca kalakaldım, gelemedim sana. mezarında yasin bile okumayı düşünmüştüm. gidemeyince küçük bir pasta aldım. üzerine 73 yazdım, üç mum yaktım. en son ne zaman doğum gününü kutlamıştık ki?
kızmadın ya? bilirim, tatlıyı pek sevmezdin.
ama kızmana, gönlünün kırılmasına kıyamam. ardımdan kuran okuyacak kimsem yok derdin, benim ateist oluşuma sitem ederek. olsun be tatlım , senin için abdest alıp, yasin'i de okurum tatlı annem.
ama dersen ki
gelmez oldu hiç sesin
söyle canım nerdesin
uzaklara mı gittin
hangi gizli yerdesin
uzaklara mı gittin
hangi gizli yerdesin
diye,
buradayım tatlım, buradasın bitanem, kalbimin en derin yerinde, senle ayrılmamacasına.