büyük oğluşum kalp hastası olduğu için gün ağarır ağarmaz sıcaklar başlamadan parka ineriz. buna rağmen, onca ağacın serinlik vermesine rağmen halsizlikten çoğunlukla yürüyemez, bankta oturur.
bu sabah, tam dönüşe geçtik, küçük yaştaki haytamın kedi kovalayacağı tuttu.
ki normalde korkar kedilerden, kedinin biri şöyle yan bakacak olsa, etrafından büyük bir daire çizerek geçer, arkasına baka baka. ama kırk yılın başında kovalayacağı tutuyor.
benim de basiretim bağlandı, dur, hayır diye peşinden koşturmadım. zaten iki sakat dizim var, nasıl koşacaksam?! sadece ardımı dönüp "gidiyorum" dedim. ki bu her olayda, yani iste başka köpeklerin peşinden koşsun, ister gitmesini istemediğim pis bir yere, çoğunlukla işe yarar. bu sefer de yaradı. yanıma gelince cezalandırmak amacıyla tam bağlayacaktım ki, hasta olan diğer oğluşum oynamak istedi. ona kıyamadım, bıraktım tekrar serbest ki biraz oynasınlar.
sokak kedilerini besleyen yaşlı bir kadın var bu parkta.
bağıra bağıra yanıma geldi o an. "sen niye kedilere saldırtıyorsun köpeklerini!?" diye çemkirerek.
sinir oldum, bu blogu takip eden bilir, 17 yıl kedi beslemiş, tüm canları (insan denen iki ayaklı canlı müsveddesini bile) ırk ayırt etmeksizin hepsine sevdalı bir insan olarak kanıma dokundu bu itham.
"zevk alıyorum da ondan!" diye ters cevap verdim.
yok kardeşim yok, biliyorum hata bende. 70'ine gelmiş bu teyze değil sufizme gönül veren. güya ben baş koydum, güya ben kamil-i insan olacağım. neredeee. sus, susmayı öğren. git. itham ettiğiyle kalsın.
teyze tabii açtı ağzını yumdu gözünü, pisikopatlığım mı kaldı, manyaklığımın mı sayılmadık, ne hakaretler!
alttan alacak oldum, "yahu niye saldırtayım?" caniye çıkarttı adımı. "zaten sizler kedi bırakmadınız, hepsini öldürttünüz!"
ama yok, ben hala akıllanmıyorum. hala karşımdakine sözlerle ulaşabileceğimi sanıyorum. "tabii, olayı bilmeden hemen karşındakini suçlamak çok kolay. bıktım sizin gibi faşist hayvanseverlerden! o çok kolladığınız kedilerin parçaladığı kuşları veterinere yetiştiren ben oluyorum, kaç kuş öldü elimde. o kediye bir şey olsa, yine ben koştururum."
bunun üzerine teyze iyice gaza geldi. "suss, konuşma. sen benim kim olduğumu biliyor musun!"
muhteşem! en sevdiğim kavga cümlesidir!
"yaşlılık var teyze, anlaşılan sen unutmuşsun!" diye yapıştırdım cevabı.
"saygısız, büyüklerine karşı terbiyesizlik ediyorsun!" diye tükürük saça saça bağırıyor teyze.
bu negatif enerjisine artık dayanamayan küçük oğluşum hırlıyor kadına. "aaaa insana da saldırtıyorsun!" diye ses frekansını iyice yükseltiyor. gel de çıldırma!
az evvel kim olduğunu bana soran teyzenin hafızası birden bire yerine geliyor.
meğer büyük politkacı karısıymış. beni bir daha sokmazmış bu parka. yapacağını bilirmiş bana.
ah, ne kadar acınası bir kimlik tanımlaması. teyze demek ki kendi kimliğini bile bulamamış. birilerinin karısı olabilmiş ancak. içim acıdı, böyle bir kimlikle tehdit etmeye çalışmasına.
"elinden geleni ardına koyma!" sıkıldım artık bu kavgadan, dönüp gidecek oluyorum.
hala ardımdan bağırıyor. "bir daha gelirsen bu parka, ayaklarını kırdırtırım!"
"ooo bu işte tehdite girer, polise şikayet edebilirim bunu."
"nah yaparsın! defoooool git terbiyesiz!"
o anda, bir kaç hafta evvel köpeğinin uzatmasını çıkarmış bir adamla kavga ettiğini gördüğüm başka bir kadın geliyor. bizim teyze, hadiseyi iyice büyüterek, kedileri parçalattı, insanlara saldırtıyor diye anlatıyor.
çarpıt, daha da çarpıt, ağaca astım, işkence de ettim, bu detayı unuttun diyecek oluyorum. yutkunuyorum, kesin inanır. sadece "az çarpıttın, daha da çarpıt!" diye bağırıyorum. öbür kadın olayın aslını öğrenmeden, "seni belediyeye şikayet edeceğim, o köpeklerini elinden aldırtacağım" diye tehdide başlıyor bu sefer.
içimden la havle çekiyorum.
alın parkınızı başınıza çalın diyerek gidiyorum.
biliyorum hata bende. en başından, böyle bir ithamla gelen kişiye cevap vermem, hele ki ters cevap vermem büyük hata. ben susmayı ne zaman öğreneceğim?
Oradan şuradan, hayattan memattan yazılar: gündelik, eşelenmelik, zaman zaman da hart hart kaşınmalık...
30 Temmuz 2017 Pazar
28 Temmuz 2017 Cuma
Osho - Sufi sohbetleri
bir arkadaşımla sohbet ederken, osho'nun sufizm üzerine olan konuşmalarına değindim. maalesef türkçe'ye çevrilmiş değiller. konuşmalar pdf doyası olarak burada bulunabilir. arkadaşımı söz konusu kitapları orjinalinden okuma isteğinin sağlar diye hoşuma giden küçük bir anlatıyı çevirdim. fırsat bulursam belki devamı gelir.
Osho Tolstoy’un
bir öyksünü anlatır.
Rusya’da pek
bilindikmiş: Bir anda üç mistik kişi peydah olmuş. Söylenenlere göre mucizevi insanlarmış.
Bir gölün ötesindeki dağda yaşarlarmış. İnananlar akın akın gitmeye başlamış
bunlara. Döndüklerinde sarsılmış, duygusal manada derinden etkilenmiş, belirgin
bir şekilde değişmiş olarak geliyorlarmış geri. Tüm ülke bu mistikleri görmek
için yanıp tutuşmaya başlamış. Doğal olarak ülkenin başpapazı bu durumdan rahatsız
olmuş: İçini kemirmeye başlamış“Kim bu mistikler?”
Hıristiyanlıkta
bir kişinin aziz olarak anılabilmesi kilisenin onayıyla mümkündü. Düşünn hele
bir bir, böyle saçmalık mı olur? Kişi azizliği ancak kilisenin belgelemesiyle
alabilir. Bu yüzden İngilizcedeki “Saint”, yani aziz kelimesi, “sanction”dan,
yani onaylama kelimesinden türemiştir. Yani diğer bir deyişle aziz olduğu
onaylanmıştır.
Kilisenin hiçbir
onayı olmaksızın, bu kişiler nasıl aziz olmuş? Başpapaz nasıl kızmasında? Tabii
kıskançlık da vardı işin içinde.
Sonunda
dayanamayıp bu mistikleri görmeye gitti. Gölü bir sandalla geçti. Yolculuğun sonuna
geldiğinde basit üç köylünün bir ağacın altında oturduğunu gördü. Başpapazı
görür görmez koşup ayaklarına kapandılar üçü de. Başpapazın keyfi hemen yerine
gelmişti. “Demek ki bahsedilen kişiler sizlersiniz. Azizliğinizi mi ilan
ettiniz siz bakayım?”
“Bunu nasıl
ilan edebiliriz? Azizlik mertebesini erişecek bir bilgimiz yok ki bizim. Bizler
fakir insanlarız, cahiliz. İnsanlar hakkımızda bir laf çıkarmışlar. Biz hiçbir şey
bilmeyiz ki. Asıl biz şanlıyız, buraya kadar zahmet edip gelmişsin. Ne olu kutsa
bizi aziz papaz!”
O da karşılık
verdi: “Hangi duaları bilirsiniz? Hangi yazmaları okursunuz?”
Onlar da yanıtladılar:
“Biz cahil insanlarız. Okuma yazmamız yoktur. Dua öğreten de çıkmadı bugüne
kadar. Yalvarırız sen öğret bize!”
“Ama en azından
bir dua biliyor olmalısınız” diye karşı çıktı papaz.
O zaman köylüler
utanç içinde birbirine baktı. Bir diğerine döndü “Sen söyle ona,” dedi, o da üçüncüye
döndü, “Sen söyle.”
Papaz
dayanamadı, “Niye bu kadar utanıyor, suçluluk duyuyorsunuz? Nedir duanız.
Söyleyin hele!”
Söylemek
zorunda kaldılar, “Biz kendi duamızı icat ettik. Aptal insanlarız, ne olur
bağışla bizi. Kızma ne olur. Bilmediğimizden kendimiz uydurduk bir tane. Çok
basit bir dua.” Hirstiyanlıkta Tanrı kutsal bir üçlemeden oluşur – Baba, oğlu
ve kutsal ruh. Onların da duası şöylemiş: Tanrıya şöyle diyoruz: Sen üçsün, biz
üçüz, bize merhamet et. İşte duamız bu. Ama ne olur kızma bize. Gerçekten çok
cahil, basit insanlarız biz.”
Bunu duyan
papaz dayanamayıp bir kahkaha patlattı. “Hiç duymadım böyle bir dua. Sizi
aptallar! Bırakın, hemen terk edin bu duayı. Size dinimize laik bir dua
öğreteyim.”
Çok da uzun
bir duaymış. Eski Rus Ortodoks Kilisesinin çok uzun bir duası varmış. Bunu okumuş
köylülere. Onlar da dinledi. “Ama bu çok uzun bir dua. Hatırlayamayız. Tekrar
etmen gerekecek.
Üçüncüsünde
de yinelemişler, “Ne olur bir kez daha, unuturuz yoksa.”
Böylece tekrar
okumuş. Sonra mutlu mesut sandala binip yola çıkmış. Tam gölü yarılamış ki, bir
de ne görsün, bizim üç köylü suyun üzerinde koşa koşa bunun peşinden gelmesin
mi! “Dur bekle, duayı unuttuk bile… Ne olur bir kez daha oku!”
Bu sefer
papaz ayaklarına kapanmış köylülerin. “Ne olur affedin beni, sizin duanız doğru
olanı! Sizin duanız kabul olmuş. Ben yıllardır dualar okudum uzun uzun, ama su
üzerinde yürümek bana bahşedilmedi. Sizin duanız ulaşmış sahibine, bildiğiniz
gibi devam edin: Sen üçsün, biz üçüz, merhamet et bize. Ve daha önce ne yaptıysanız
yine onu yapın, sizin duanız ulaşmış!”
Kalben
okunursa duaların kanatları vardır. Ansızın, düşünmeden söylenirse kelimelerin
kanatları vardır, içten, en doğal halinizden geliyorlarsa.
(Kaynak:
Mükemmel Usta, 2.Bölüm, Sayfa 78-80)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)