24 Aralık 2017 Pazar

she, the angel

bu da oldu!
artık ölsem, gam yemem. öğrencilerimden yana en azından. - düşündüm de, aslında zaten gam yemezdim, bu "şaşkın" bunları aşmamış mıydı zaten?-

ama yine de bahtiyarım. elime aldıkça gözlerim fışır fışır oluyor, yüreğim taze aşka düşmüşçesine pıttırı fıttırı vaziyetleri.
bak şu tatlı veletlerin yaptığına. bu hallere düşecek insan mıydım? gördükçe zırlayasım geliyor, böyle ılık ılık. ılıman iklimin tatlı ahmak ıslatanı gibi zırlayasım geliyor hem de.

tamam tamam, hallenmeyin, anlatayım efem.

bilen bilir, işim öğretmektir benim. koca sıpalara gavurca öğretmeye çalışıyorum. sıpa derken, hakkatten sıpalar var içlerinde, ama hep tatlı sıpa. bazen yaramazlığı abartan, ama yine de tatlılıklarından fazla bir şey kaybetmeyen yetişkin sıpalar bunlar. 
neyse, bu dönem iki sınıfım vardı. başta, yalan yok, bir sınıfı hemen bağrıma basmıştım, yeni başlayan olmalarından değil sadece, gerçekten motivasyonları yüksek bıcır bıcır kalabalık bir sınıf.

öbürü ise... kötü değil, ama isteksiz.
başta, tek bir öğrenci hariç, hepsi silah zoruyla derse geliyor gibiydi. akşamları eve geldiğimde, ne yapsam da ilgilerini çeksem, nasıl oyunlar icat etsem diye kara kara düşündüğüm bir sınıftı.
derken, karşılıklı bir ısınma sürecine gerek vardı herhalde; açıldık, rahatladık, istek arttı. istek artmakla kalmadı, en zayıfları bile dili konuşmaya gayret etmeye başladı. sınıfça notlarda artış oldu. 
dönem sonu geldi, vay be, ne keyifli sınıfmış diyecek hala geldiler. (gerçi içlerinde bir tanesi, son anda yamuk yaptı... ama o da çekingenlikten olsa gerek. neyse, bu zaten ayrı bir yazı konusu).
bayağı zor ayrıldım. keşke devam edebilsek birlikte diyor oldum.

ara bilgi vereyim; efenim, final sınavını yaptıktan sonra, bir gün tayin edilir, dersler bittiğinden dolayı, öğrenciler ofise gelip kağıdını görür, itirazı varsa, eder, yoksa susar, notuna razı olur (ya da daha çok "hoca bana zaten takıktı" der, rahatlar).     

neyse, bu bahse konu sınıftan da iki kız öğrencim geldi. bir tanesi başından beri müthiş istekli ve bir o kadar da sevimli olan, diğeri de hayalinde mesleği yazdığı metinle (ah ah, bu da yazı konusu olacak derin), aklıma ilelebet kazınacak çıtı pıtı biri.

notlarını öğrendiler, ama bir türlü gitmek bilmiyorlar. oda doldu doluştu, bir sürü öğrenci girdi çıktı, bunlar bir köşede bekliyor. bir tanesinin gözleri de sanki nemli. benimse aklımdan, aldığı nota üzüldü ( ki aslında iyi bir not, ama demek ki daha yükseğini bekliyor) diye geçiyor. diğer öğrenciler nihayet gittiler. gözleri nemli olan, "hiç gitmek bilmediler" dedi. "hah, hadi anlatın bakalım, nasıl yardımcı olabilirim?" bekliyorum ki, şimdi ağlayarak not isteğinde bulunacak. e çünkü sağolsun öğrenci biz gariban (!) hocaları buna alıştırmış, başka niye hocasıyla yalnız görüşmek ister ki?

ama kaderin cilvesi, işte, sen misin tüm öğrencileri aynı kefeye koyan? 



bu iki bıcır, yanlarındaki çantadan bir hediye paketi çıkarıyor. içinden de yandaki resimde gördüğünüz defter çıkıyor. 

verirken de, demesinler mi, bize sizi anımsattı bu çizim diye! 
ben, melek? melek, ben? nasıl yahu?
oyyyyyyy, abooooooooov diye içimden nidalar tepetaklak gidiyor. 

ben, o cadı hoca olan ben, ne zaman melek katına terfi ettim?! 

hemen cadılığım tutuyor yine, uleeeeeeeeen, not verirken böyle yüreğim fışır fışır olsun diye, di mi?! 
ama bir tanesi zaten AA getirdi, ihtiyacı yok ki fışırdatmaya (hani şu an baştan ilgili olanı). diğeri desen, zaten hayalindeki mesleğin (okuyorsan evladım, ölmeden bir haber eyle, dünya kulağıyla o mesleği icra ettiğini duyayım!), okuduğu bölümle çok alakası yok. 

yani ben, ben... ("o bir melekti yavrum" -, öööhm, karıştı, o başka bir filmin sahnesindendi galiba), melek?

melek kim? cadı ben. 

kavramlar kafamda böyle uçuşurken, gözlerim de böööööööle dolu dolu oluyor. utanmasam zırıl zırıl kalacağım. sarılıyorum cici öğrencilerime, sarıldıkça doyamıyorum. onlar da bir hoş oluyor, berikinin nemli gözlerine benim gözümün nemi karışıyor...

şimdi bu yazıyı yazarken de, nem artışı istanbul hava durumunu değiştiriyor, güneş açmışken gökyüzü bulutlanıyor, vesaire.

sanal grubumuza yazıp teşekkür ediyorum her ikisine tekrar. onlar da gayretli bir şekilde, hem de çok düzgün bir gavurcayla cevaplarını döşeniyorlar. 
burnumu çeke çeke okuyorum yazdıklarını.

yok yok, artık ölsem de gam yemem, aha resimli kanıtım var! 
basbayağı melek katına torpilli geçiş yaptım, giriş biletim resimlisinden.  

not: yalnız bu defterle ne yapsam, karar veremiyorum. günlük mü yapsam, yoksa öğrencilerimin haytalıklarını mı çiziktirsem?

2 yorum:

Chimene dedi ki...


Hani Holivud filmlerinde olur ya, "the" melek insanların arasında dolaşır, konuşmalarına tanık olur ama görünmez işte öylesin sen de. Bir taraftan görünen cadı kız var (senin deyiminle, ben demedim). Bence o deftere yol hikayelerini de,
sınıftaki atışmaları da yaz ki, ileride kitap olarak basmak kolay olsun, e kitabın adı da belli oldu: defterin kapağında yazıyor.

zibirix dedi ki...

yorum ve öneri için teşekkür ederim. benim de aklımda öğrencilerimin haytalıklarını yazmak vardı.
kitap fikri tabii kulağa hoş geliyor. ancak, sadece bana ait bir kitabımın olacağını hiç sanmıyorum.
çok mühim de değil. az olsun, öz olsun, blogumla gayet mutlu mesut yaşıyorum 11 yıldır.