29 Mart 2010 Pazartesi

bahar mı geldi ne?

bu sabah yağmur var istanbul'da, gözlerim dolu dolu oluyor bilinmez neden...
ilk istanbul'a geldiğim yıllarda favori şarkımdı. mfö'nün o yumuşsak tınısında anne hasretiyle pek bir zırlak anlar yaşardım sayesinde.
ve bu sabah, sağolsun yağmur, beni o melankoliye elinin tersiyle ittirdi. gördüğüm garip rüyaların artçı şoklarıyla, bu şarkıyı mırıldana mırıldana yanlış servise bindim. derken, servisin değil, benim yanlış olduğum ortaya çıktı. bunda düzeltilecek bir hal hiç olmadı, o yanlışlığın tecellisi ana rahmine düşüşüme denk gelir ki, benim elimde olan bir mevzu değildi zaten.
şoförün kaloriferleri yolcuların 500.üncü uyarısına rağmen mevsim normallerinin çok üzerinde tutuşunu afrika'dan göç etmiş olma ihitmaline yorumlarken, sıcaktan bunalan başımı açılmayan camlardan çıkarma isteiğimi bastırma çalışmaları ile açık radyo'dan aldığım ülke ve dünya havadisleri arasındaki bermuda şeytan üçgeninden bildiren acar muhabir kıvamında yazıyorum blogumu. şoförü uyarmaktan yorulmuş yolcuların sıcağa teslim olmuş horultularını duymamak için radyonun sesini açıyorum. obama bush'un yıllar evvel giydiği askeri montla üst ziyaretinde bulunuyormuş diye yorumda bulunuyor avi... eh zaten güleryüzlü afro-amerikan maskesini düşüreli epey olmuştu, altından çıkan bush suratıyla, onun ter kokulu kıyafetlerini giymesi çok şaşırtıcı değil.
dışarıda nemlilik düzeyi arabaların hızını, bu ise benim derse yetişme kabiliyetimi büyük oranda etkilemeye devam ediyor.
aslında bahardan, börtü böcekten bahsetmeyi düşünüyordum, ama yaşamın acımasız girdabı beni bu sisli puslu, yağmurlu, yani düz bir söylemle ne idüğü belirsiz yazıya getirdi. galiba artık onu bitirmemin, olmayan okuyucu kitlemin ruh sağlığı açısından faydalı ve zorunlu gibi duruyor.
iyi haftalar türkiye!

18 Mart 2010 Perşembe

blogumuz yarışmaya katıldı!

eveeeeeeeeeet, zibirixia yarışma katılmaya karar verdi, karar vermekle de kalmadı, katıldı! etme eyleme, kim okuyr ki sana oy versin dedim, dinletemedim, çalış, yazdır beni yarışmaya, ne olursa olsun katılacağım dedi, inat mı inat! eh dedim, hadi gönlün olsun, bir de bu deneyimi yaşa madem, beşinci yıl şerefi tadında -tamam yahu, vurmayın yüzüme, henüz beş olmadı, ablaları abileri, ama ha dört buçuk, ha beş, o yaştaki veletleri bilirsiniz, laf dinlemezler işte- biz de bu yarışmaya katıldık. ödül olarak bi halt verdikleri yok, zaten kazanma umudumuz olmadığından ödüller de pek ırgalamıyor desem abartmış olmam. naçizane katıldım demek amaç.

17 Mart 2010 Çarşamba

soyu koruyoruz; bol soslu, pardon, soylu olur inşallah!

vay ahlaksızlar, demek yurt dışlarına gidip gidip elin gavurunun bankalarındaki spermlere talip oluyorlar! tüüüüh bunlara! vay gidenlere! devlet büyüklerimiz ve sağlık bakanlığımız olayın ayırdına vardı da bu densizleri yola getirmek üzere bir seneden üç seneye kadar hapisle cezalandıracağını duyurdu.

hah beğendiniz mi yaptığınızı? tiiiii oralara kadar gidip, hem yol parası, hem tedavi paraları bayıldınız, geri dönüp o babasız bebeği hapislerde büyüteceksiniz, o olacak ancak! öyle aşna fişna olmadan bebek mi olurmuş! hele ki gavurun spermiyle! yazıklar olsun size! soyu sopu bozacaksınız, saf türk ırkına zeval getireceksiniz! bu mu vatan millet sevginiz? haaa sorarım size!

halbuki sokaklarda cıva gibi işsiz türk genci fink atıyor, kahvelerde fıkır fıkır ne yapsak diye kara kara düşünürken okeyle vakit öldürüyorlar! bulun bir tane, bir kaç kuruş sıkıştırın cebine, hatta durun, eminim bedava yapacaklardır bu işi, dahası, size para dahi teklif edebilirler, sonunda karlı bile çıkarsınız bu işten!
ama sakın haaa, sokaklarda diğer milletlerin gençlerine alıcı gözle bakayım demeyin! gerçi büyüklerimiz onu henüz akıl edemediler, ama ben düşündüm, endişeliyim de, bu ülkemize gelen gavurlarla ne yapacağız? aha kaptı bir kızı, iki aşna fişna, al sana genetiği türklükten çıkmış bir bebe! meclis tez elden bu hususta da bir çözüm düşünmeli! hiiii maazallah, sonra türk soyu nice olur?! el ele dolaşan türk kızlarımız ile yabancı oğlanlar tez elden mahkum edile! ama tersi teşvik edilmeli, yabancı kızlarla bizim oğlanlar ele ele, diz dize, artık ne gerekliyse, kamu alanlarında o eylemi icra edebilmeli, yabancı kızları hamile bırakmalı, soy sop bozmak neymiş onlar da görmeli!

15 Mart 2010 Pazartesi

vermezsen gebertirim

"ula seviyorum seni namusuz, neden anlamirsen? vallah yüz vermezen aha silahı alır alnından fururum seni, gara toprağın olursun, benim olmacağnsan! gız gaçma, alacam seni! beni sevip sevmemen umurumda değel, alıp evimin gadını, çocuhlarımın anası, yüreğimin suldanı yapacam seni. beri bah, gaçma diyom sağa! dur len! aha gayboldu, aha silah, seni bulup gebertmezsem, gahpeeeeee!
bah buldum, benden gacabileceğini mi sandın?! niye anlamirsen, yüreğim yanir! senin de yansın alçak garı, geber! zalim yar, madem sevmion beni, varmayacan, vermeyecen bana, gimselere vermeyesin, gimselere varmayasın, al sana!"


çiyuuv çiyuv çiyuv! üç el silah sesi duyulur, genç bir kadın ne olduğunu anlayamadan kanlar içinde yığılır.

bunlar hikaye değil, bir hafta bile olmadı, benzeri yaşandı. gencecik, daha baharında bir öğretmen, polise, savcılğa şikayetlerde bulunmasına, başka bir şehre atanıp, kaçmasına rağmen sapığı tarafından öldürüldü. peki onu koruyamayan, ama öldürüldükten sonra "başarılı" bir şekilde sapığını yakalayan polislere ne yapıldı dersiniz? evet ya, plaket verildi!

yakalamak deyince aklıma geldi, yoksa bir benzerliği olduğundan değil, dink'in suikastçısını yakalayan polislere de plaket verilmiş miydi? vermediyseler çok ayıp etmişler... cık cık cık

11 Mart 2010 Perşembe

boynuz çıkartmak ya da çıkartmamak II

ilk yazının geyiğinden hafta sonu izlediğim filmi anlatamadım. mushisi ünlü bir manga dizisinin filme uyarlanmış hali. insanlara musallat olup türlü rahatsızlıklara sebep olabilen bir nevi mistik böceklerle baş edebilen, ve zaman zaman kendisi de bir hayli etkilenen bir böcek ustasını anlatıyor.
japonların, o uzak doğu yaşam anlayışına özgü doğayla iç içelik filme hakim. animesini izlemediğüim için aslına ne kadar sadık kalmış minvalinde bir eleştiri sunamayacağım, bilenler film halini sevmemiş gibi duruyor linkini attığım sitede. ben sevdim, uzak doğu kültürüne olan hayranlığımdan değil sadece, iddiasız, sade duruşu da içten geldi.
boynuz bunun neresinde diyebilirsiniz, demeyin, seyredin. filmin başında boynuzlu minik bir kız görüyoruz. bu siyah ya da beyaz duman halinde süzülen mushilerin neden olduğu rahatsızlıklardan biridir bu boynuzlar. ufak kızı mushilerden kurtarmayı başarır bizim mushi ustası ama anlaşılan o ki, çinlilerin mushi ustaları yok, olsaydı boynuzlu teyzeye kesin bir çözüm bulmuşlardı şimdiye değin...

boynuz çıkartmak ya da çıkartmamak

niye gazetelik olmuş bu teyze anlamadım. boynuz çıkartmak çok da şaşılası bir mevzu değil ki!
sen şimdi dünyayı en çok kirleten ülke haline gel, ekonominin nabzını attırmaya başla, müstakbel süper güç tadında ortada dolaşarak, eskisi kadar sana kafa tutamayan ülkelere de kirliliğini gözlerine sok, sonra da bu durumdan belli ki çok rahatsız olmuş teyzeme şaşır! kadıncağızın içine işlemiş, n'apsın! içine işlemekle de kalmamış, 6 santim kadar da dışına işlemiş, yetinmemiş, öbür yanından da işlemeye başlamış...
ha yani, ben bizim ülkenin durumundan öyle bir rahatsızım ki, kuyruk çıkaralı bir yıl oldu, kimse gelip, aaa ablacığım, gel seni de çıkaralım gazete köeşelerine demiyor. tabii, ne 101 yaşındayım, ne de bu teyze kadar alımlıyım, ondan olsa gerek...
ama sonra kalkıp birileri , biricik başbakanımza bir takım mahlukatların gövdelerini çiziyor! olacak şey mi kardeşim! bu ne rezillik! sonra da gelip aldığı hapis cezalarına şaşırıyor... biz kendimiz kuyruk, boynuz çıkartabiliriz, ama öyle yüce varlıklarımıza laf ettirmeyiz efendim, haddini bil! gerçi, o yüce varlıklarımız bize meydan bırakmıyor sağolsunlar, kendi işlerini kendileri görüyor valla. öyle biri karikatür mü çizecek, höt diye kafasına geçiriyor! hey gidin hey, başka ülkede var mı acaba bu kadar çok karikatüriste dava açan hükümet lideri? kesin rekor bizimkinde! ben bu hususta tamamen arkasındayım biricik başbakanımızın, hatta biraz daha gayret etsin diye bekliyorum, onun adına guiness rekorlar kitabına başvuracağım. hoş, gerçi o bana bırakmaz bu işi, kendi halleder ya, neyse....

1 Mart 2010 Pazartesi

dprm

önce haiti, ardından chile bizi de bekleyen felaketle karşılaştı. haiti'de öncesinde de zaten bir kaos mevcuttu, depremle daha kötü bir hal aldı, ki oradaki deprem daha hafif olmasına rağmen yüzeyde oluştuğu için daha büyük bir yıkıma neden oldu. güney yarım kürenin en fakir ülkesi olması yaralara tuz biber ekti.
chile ise latin amerika'nın en zengin ülkesi. ölenlerin sayısına bakınca, alt yapının sağlamlığını, depreme hazırlıklı olduğunu görmek mümkün. üstelik kayıtları tutulmuş en büyük depremi yine onlar yaşamış 1960'da. ama ne kadar hazırlıklı olunursa olunsun, tek bir kişinin ölümü dahi onulmaz acılar yaratmıştır eminim.
peki ya biz? unuttuk mu 99'da olanları? şimdi ne kadar hazırlıklıyız peki? 99'dakinden sonra istanbul'u otuz yıl içinde bekleyen depremden bahsedildi durdu, yani artık yirmi yıldan az bir sürede olması beklenen bir depremden bahsetmeleri gerekirdi, ancak hiç kimsenin sesini duymaz olduk. ancak 17 temmuz anmalarında tek haberlik bir anımsatma mevcut. ne yani, o kadar mı hazırlıklıyız ki artık bu mevzuyu konuşmamıza gerek yok? yoksa umursamaz mıyız topyekun? ölüme karşı kayıtsızlığımız mı bu? ölen ölür, kalan sağlar göçük altında kalır anlayışı mı?
hani hep sonradan aklımız başımıza gelir der dururuz ya, bu sefer sonrasında da pek aklımız başa gelmiş görünmüyor. 99'den beri 11 yıl geçti? ne yapıldı bu süreçte ahkam kesmekten başka? güya tüm kentteki yapıların durumu tespit edildi ve aslında çoğunun depereme dayanamayacağı gerçeği saptandı. bir kaç bina dışında güçlendirme yapıldı mı?

bu felaket bizi beklemiyor olsaydı bu yazıyı yine yazardım, bu sefer sadece orada ölenler için ağıt yakarak, bizi bekleyen tehlike için değil.