şimdi kahvenin seceresini ortaya döküp, ünlü kave içerlerin, ve/veya üreticilerin tatlı cicili bicili anekdotlarını ortaya sererek geleneksel bir kahve yazısı okumaya hazırlananları uyarayım, hemen okumayı bıraksınlar, çünkü beklentileri boşa çıkacak. zira bu yazı bir bağımlının iç acıtan dramını sergileyecektir. nokta!
gün be gün anlatıp, bu blogu hala okuyan birileri varsa, bağımlılığmdan arınma sürecimi belgesel tadında aktarma niyetim vardı, lakin heyhat, hayat girdi araya...
efenim, son günlerde ağzımda bir tuhaf bir tad, düşündüm neyi abarttım son günlerde? çok sürmedi bulmak: kahveyi elbet! pek severim bu mereti! ah ah, çocukluğumda bile kokusunu duyup içmeye can attığım, ama annemin, içersen kara kız olursun diyerek içirmediği, ama yerine verdiği kakaonun (trendi adıyla sıcak çikolatanın) aynı karalıkta olduğunu ayırt etmeye yanaşmadığı o muhteşem içecek! çocukluğun verdiği o bönlüğün etkisi miydi diye sorarak kıvırımaya çalışacağım, olmayacak, yok yok, bende de renk ilişkisini kuracak zeka yokmuş belli ki, bir kez olsun, "eee bu da kara, o da kara, bunu içiriyorsun da onu niye içirmiyorsun" diye sormak aklıma gelmedi! nihayet kahve içecek yaşa gelince de olanlar oldu. ama şimdi nasıl müptela olduğumu da uzun uzun izah ederek gevretmenin alemi yok; her müptela nasıl müptela olursa ben de öyle oldum işte.
ama asıl bu bağımlılığı azaltma girişimi eğlenceli kısım. işte başta söz konusu metalik tad sebeibidir dramımın. bir hafta ara verip hem dozajı azaltacağım, hem de miktarı. güya!
ilk sabah bitki çayı içmeyi denedim, kesmedi, uykulu uykulu servise koştum, yol boyu esnedim. bu sahne diğer sabahlarda da değişmedi. yalnız gün boyu duyduğum laf, "yorgun görünüyorsun"lardı! hadi canım, öyle mi? yahu görünmüyorum, basbayağı yorgunum! meğer bu kahve amma speedy gonzales gücü veriyormuş. kompakt bir vitamin alıyorum, ama nafile! meğer o enerjiyi sadece ve sadece şu karakız içeceği veriyormuş! öğleden sonrayı zor buluyor, esnemekten bitap düşüyor ve yaşlı kadınları aratmayacak bir yorgunluk sergiliyorum.
ve her bağımlı gibi günleri değil, saatleri saydığımı fark ediyorum, 24 saat oldu, 36 saat, 72 saat ve tek damla kahve içmedim diyerek! cümle aleme de dillendiriyorum, dillendirdikçe cesaretimi arttırdığımı hissediyorum, hani lunaparkta o savuran, zıplatan aletlere binip, korkusunu yenmek için çığlık çığlığa bağıran korkak ya da bağırırş çağırış nidalarla cesaretini arttırtığını düşünen ve ancak o zaman düşmana saldırabilen savaşçı gibiyim. ancak cümle alem de boş durmuyor, fikir veriyor, "elma yi elma, enerji veriyor", nasihat ediyor "ah ah, insan hemen mi keser, bak başın ağrıyordur, vücut şimdi kofein diye bağrınıyordur" diye. yahu durun kardeşim, kırk yılın başında müptela oluşuma bir meydan okumuşum, aaa desturun, eğri konuşun, ya da amuda kalkın, ama ne olur bir susun be!
netekim altıncı günün sabahı, yedi günü de doldurmaya gerek yok, hazır evdeyim şöyle kahve keyfi yapayım dedim. ah o kahveyi makineye koklayarak koyuşumu görün, zevkten ellerim titriyordu!!! eroin bağımlısı uzun bir yoksunluktan sonra küçük bir doz bulunca böyle mi oluyordur bilmem. kahvenin makineden cam sürahiye damlayışını, çocukların dondurmacı amcayı seyrettiği gibi sevinç içinde seyrettiğimden eminim ama. hele o siyah sıvıyı fışır fışır fincana koyarken kırk atlı gibi şen olduğuma yemin dahi edebilirim. ve ah o ilk yudum! orgazmik ilk yudum, mecnun bile leyla'sına dair bu kadar içli hülyalara dalmamıştır!
kave içişimin ikinci günü: ağzımda feci bir metalik tad ve neden erken kestiğine söylenen uslanmaz akıllanmaz müptela bir ben...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder