15 Temmuz 2012 Pazar

meeting off allstars

2006 yılından beri düzenlenen festivali bugüne kadar nasıl olup da duymadığımı inan sevgili okuyucum, hiç bir fikrim yok. yine de ruhum duymayacaktı ya, sağolsun, birlikte bir kaç kez grafitti avına çıktığım amerikalı arkadaşım ed'in amerika'ya döndüğü gün üşenmeden telefon ederek afişini gördüğü etkinliği haber verdi. şimdi ise direkt festival alanında bir bankta oturmuş size izlenimleri tam teçhizatlı kameraman cevat kelle misali aktarıyorum. 
gezi park'ının bir köşesini sunta duvarla çevrelemişler. alana da polis aramasından sonra girebiliyorsunuz. neredeyse donunuzun rengine bile bakacaklar. neyse, güvenlik lazım tabii. belli mi olur bu grafittici takımın sağı solu. zaten sokaklarda izinsiz boyalarıyla kanuna karşı gelip duruyorlar! 
henüz alan bomboş. alanı çevreleyen siyaha boyanmış sunta duvarlar sanatçıların calışma alanı. herkes harıl harıl sprey boyalarını kapmış hünerlerini gösteriyor. kimisi bitirmiş çoktan, kimisi yarım bırakıp mola vermiş, bazısı da hababam boyamaya devam. komple alanı dolaştığımda sadece bir kadın grafitti sanatçısı dikkatimi çekiyor. laf atacak oluyorum, işi bölünmesin diye fotoğraf çekmekle yetiniyorum. 

bankta yazımı yazarken grafitticilerden "hure" ile tanışıyorum. anlamını soruyorum nickinin, "almanca bilir misiniz?" diye soruyor. gülüyorum. türklere söylemiyormuş ama, anlamını, yanlış anlaşılır diye. "harfler hoşuma" diyerek geçiştiriyormuş. 13 yaşından beri grafitti'yi bulaşmış. underground pek çok grafitti topluluklarında boyamış duvarları. taksim'in çeşitli yerlerinde rastlanan çeşit çeşit "bok" onların marifeti. açılımıı da söylüyor da, hemen not almadığım için unutuyorum. ama aslında kelimenin kısa halini de kast ediyorlarmış. muzur şeyler, n'olacak! yine bir underground grubuyla en son tatile gittiğinde bir duvarı boyarken yakalanmışlar ege'de bir yerde. önce terörle mucadele'de sorgulanacak olmuşlar, neyse ki power fm için yaptıkları bilboard calışması nedeniyle gazetede çıkan bir röportajları imdatlarına yetişmiş. "adamlar grafittiyi bilmiyor ki, örgüt işi sandılar" diyor gülerek. 
 
kadıköy oda'da bir kaç yerde rastladığım ürkütücüsü yüzlerin sanatçılarını da tanıma şerefine erişiyorum, "wide" ve "canavar". sonra yeni bir grafittici kendini tanıtıyor, ares. İstanbul'a yeni düşmüş olduğunu söylüyor. 
 
tek kadın grafitti sanatçısının tekrar yanına uğramaktan alamıyorum kendimi. başta türkçe konşuyorum, meksikal çıkınca mecburen ingilizce'ye dönüyoruz, ama dokuz aydır istanbul'da olduğundan ingilizceyi unuttuğunu söylüyor "traumas". meksika'daki kadın grafitticilerini soruyorum. yüzde yirmi bes oranındaymış. 

çoğunluk ismini döşemiş duvarlara. narsist bir sunum mevcut anlayacağınız. elbette o ismi olabildiğince görsel bir estetikle boyuyorlar, ama narsizmi yadsımıyor bu.
"copikstar" ismini çizenlerden değil. fil dışı ticaretine dikkat çekmek istiyor. o yüzden fil temalı bir kompozisyon seçmiş. fillerle ilgili bir hayli bilgili. sadece nickini tanrılaştırma gayreti içinden olmadığından değil ona sempatim. çizmiş olduğu fili de  hakkıyla yapılmış. işte itiraf ediyorum: festivalde en çok hoşuma giden grafitti onunkisi. 
festivalin büyük isimlerinden biri olan hollandalı "nash" gayet alçak gönüllü.yaşını başını almış az grafitticilerden biri. bir sürü ülkede yapmış olduğu grafittileri gösteriyor hiç böbürlenmeden. burada çizdiniz mı diye soruyorum. çekinmiş. başının belaya girebileceği söylemişler. bir seyler çizmesi için yüreklendirmeye çalışıyorum. kalıcı bir kaç eserini istanbul'da da görmenin ne güzel olacağını söyleyerek ayrılıyorum onun da yanından. 
genelde gençlerin uğraş alanı elbette grafitti. çoğunluk ancak yirmi yaşında. yaşı büyükçe olan azınlık da zaten bu alanda tanınmış kişiler. ama nash bile reklam işleri aldığını söylüyor: ne de olsa grafitti bir gelir getirmiyor.

festival alanın orta yerine bir de rampa kurulmuş, skaterler, kaykaycılar hünerlerini gösteriyorlar. anlaşılan grafittinin ayrılmaz parçası hiphop. kocaman da bir sahne kurulmuş festival alanının en başına. ben alandan ayrılırken ilk konser başlamak üzere. eserlerin çoğu bitmiş değil henüz. sanırım yarına kadar kendilerine zaman vermişler, aheste aheste çalışıyor sanatçılar. ne de olsa hayranlar iş başında görmeli.


bir de ne amaçla yaz sıcağında örgü yelek giydirildiğini çözemediğim bir ağaç görüyorum. biri üşenmemiş, ağcın ölçüsünü almış, örmüş de örmüş.  pek hoşuma gittiğinden onu da es geçmiyorum. 

bu sıcakta akşama kadar sanatçıların eserlerini bitirmesini bekleyemeyeceğimi anlayarak evin yolunu tutuyorum. festival alanı yarın da açık kalacakmış. aslına gelip, bitmiş hallerini görmek lazım çöpün yolunu tutmadan onlarca güzel grafitti.

13 Temmuz 2012 Cuma

kavuşamayana para yok

aşk nerede başlar? aşıklar hep kavuşma derdinde midir? peki ya aşığın hiç öyle bir derdi yoksa?! aşık kavuşamadığı ve kavusacağına dair hiç bir umut olmadıgı maşuğundan ayrı olmayı çok dert etmiyorsa, buna ne demeli? nasıl bir boyuttasın be güzel kardeşim? benim aklım almaz oldu bu durumu. bir insan evladı nasıl olur da maşuğuna kavuşamayacağı gerçeğini bilmesine rağmen aşık kalmaya devam eder? var bir tuhaflık. bu arkadaşı bir an evvel psikiyatriye yatırın gibi önerilerde bulunacağınızı biliyorum. valla ben çoktan bulundum o öneride. ama önerimi dinlemek ne gezer! bu insan evladımız nerdeyse kavuşamadığı için mutlu mesut zıp zıp gezecek utanmasa. mazohist bu diyorum ben alenen. o da gülüyor ben öyle dedikçe. kime ne zararım var diyor. kendine var a alığım diyecek oluyorum, susturuyor beni. benden daha mı iyi bileceksin der gibi bir edayla. endişeliyim elbette. insan imkansız bir aşkla nasıl mutlu olur yahu? aylardır böyle. güleç bir halde dolaşıyor. mutsuz olsa, resmen rahatlayacağım. ama yok valla, kafir nuh diyor, peygamber demiyor. hani elimden gelse, mutsuz edeceğim kasten, sonra da, ben demedim mı diyerek şişineceğim karşısında, ama nerede! bu tip zaten hiç normal durmuyordu, tuhaflığını iyice kanıtladı. neyse, siz endişe etmeyin, ben endişe etmeyi bıraktım zira. yapacak bir şey yok, kendi düşen ağlamaz. elbet bir gün mutsuz olacak, o zaman var yaaa, öcümü almazsam ne olayım!

yunus gördüm, görüyorum, göreceğim

aha, işte yine binmişim -haberim yok sanki- vapura. gözüm deniz yüzeyine kilitlenmiş vaziyette. tabii yazmak için mecburen önümdeki yazı makinasına (alias tablet) bakıyorum. ama denize her iki dakikada bir bakmak için başım emme basma tulumba misali. hababam göz gezdiriyorum. zaten her vapur yolculugu pür dikkat deniz yüzeyini taramakla geçiyor. sanki deniz kuvvetleri beni ulusal yunus radarı olarak atadı da, ben de görevimi yapıyorum her namuslu vatan evladı, pardon, namuslu yunus detektörü gibi. hem de bir görseniz ciddiyetimi. yunus tespit edince deniz kuvvetleri prim verecek sanırsınız. öyle bir aşkla çalışıyorum ki, tüm dünya yunus radar ve detektörleri kıskanır. hele gördüm mü, hop zıplıyorum, hop hop hop. vapur alabora tehlikesi atlatıyor kaç kez. ama bu sabah, ki her zamankinden de erken geçiyorum -kargalar bile kahvaltılarına ara vererek bu erkenliğe şaşmakla meşgul- ne yüzeye çıkan var, ne yüzgeç gösteren. kıyıya yanaşana kadar umudumu yitirmiyorum, ama nafile. dün gece kesin bunlar alem yapmış köpek balıklarına uyup, bu sabah popolarını kaldırıp da beslenme alanlarına gelemediler. bir yandan da merak ediyorum aslinda. başlarına bir şey gelmiş olmasın? yok yok, ne gelecek, kesin tembellikten gelmediler. aaaa, resmen sabotaj var meseleğime yahu! ulusal yunus detektörünün işini yapmasına engel olunmakta! dünya yunus radar ve detektörleri birliğine şikayet etmezsem! nedir kardesim yahu, erken yatın benim gibi. çok mu istiyoruz?! alt tarafı görev aşkıyla tutuşan bir gariban yunus radar ve/ veya detektöriyim...