anlatayım efenim.
pazar günü yatak döşek yatıyorum, grip ilacı içtim, vurdum kafayı yattım. gece boyunca bir kaşıntı! anlam veremedim.sabah duş sonrası bir bakıyorum ki aynaya, eyvahlar olsun, kulaklarım, alnım saç diplerim kıpkırmızı. kaşımaktan mı oldu diyecek oluyorum. önce prospektüsü aç oku diyor bir yanım. belli ki ilaç alerji yapmış. yoksa üç haftadır saçıma iyi gelsin diye sıktığım ilaç uyuz mu etti beni?
hemen yan etkilerini açıp okuyorum. şu ibare yazmasın mı: bu belirtileri görürseniz doktorunuza görünün diye. şansıma, aynı günün öğle sonrasına aile doktorundan randevu alabildim.
derdimi anlattım. bir ateş düşürücü bir de boğaz spreyi, hadi yallah.
ee ama kaşıntı? yangı da var, o ne olacak? hiç olmazsa bir antihistaminik neyin alayım.
kadın rahat ayol, "tamam hadi, o halde iç bu akşam ve yarın sabah birer tane, yarın akşama bir şeyciğin kalmaz." diye yolladı beni.
değil bir iki gün, pazartesiden beri hapı yutuyorum, kaşıntı arttıkça artıyor. dünden beri de gözlerim davul gibi olunca, yok yok, bu öyle antihistaminikle, şamtimistanikle geçecek gibi değil.
hadi ben bir doktora görüneyim dedim, ama nerdeeeeeee! ne yakın poliklinkte, ne de hastanelerden bugün randevu almak mümkün değil, hep dolu. taaaa dört beş gün sonrasına veriyorlar.
eee ya iyice kötüleşirse?
bir arkadaşın akıl vermesi üzerine, şansımı acilde deneyeyim dedim.
yolumun üzerindeki ilk büyük hastanenin aciline daldım. ohh kaydımı aldılar. aldılar ama, her gelen vaka benimkinden acil.
haklılar tabii, şimdi tansiyonu çıkmış amcanın durumu elbette daha acil, ya da enjeksiyon yaptıracak teyzelerin. herhalde. zaten ben kaydımı aldılar diye şükrediyorum. dört beş gün beklemek vardı ucunda.
neyse efenim, uzunca bir süre bekledikten sonra sıra bana geldi. girdim, pratisyen hekim olduğunu tahmin ettiğim cırtlak sesli doktor kızımız aldı beni bölmelerden birine.
- nefes alma güçlüğü var mı?
-yok
boğazınıza bakayım, aaa deyin.
- aaaa
- boğaz da şişmemiş.
- gözlerim şişik, o sayılmaz mı?
- yok açabilecek durumdasınız, acil bir durum değil bu.
- eyvallah
- yine de size bir kortizonlu iğne yapalım, boş göndermeyelim. zahmet edip gelmişsiniz.
tabii son cümle hayali, ama hani tavır o yöndeydi. ben de tabii, acil bölümü acil olmadığını öğrendiğim durumumla meşgul ettiğim için ezik durumdayım. kortizonlu iğneye itiraz edecek gibi oluyorum, gak guk çıkıyor ağzımdan ancak.
neyse, popoya yiyorum ben kokteylimi. pazartesiden beri almakta olduğum ilacı da beğenmiyor doktor, (eh haklı tabii, onca gün aldım, bir halta yaramadı) daha bir alengirli antihistaminikli reçetemi alıp çıkıyorum tırış tırış.
hava güzel, yol güzel, yürüye yürüye yolu yarılamışım lay lay lom bir şekilde. birden bir baş dönmesi başlıyor. hah buyur bakalım!
yoldan taksi çevirsem, şimdi surat asacak kısa yola. yürü kızım sen, kırık ayakla dünyanın yolunu yürümüş kadınsın, bir baş dönmesi mi koyacak! diye gaza getiriyorum kendimi.
mesafenin dörtte üçünü bitirdiğim yerde baş dönmesi öyle bir artıyor, boğazım şişmiş, nefes almam zorlaşıyor. haydaaaaa!
dayanıyorum bir duvara, hemen yoldan bir adam koşuyor durumu fark edip, sonra ilerideki dükkandan da biri çıkıp su ikram ediyor, oturtuyorlar. ambulans çağıralım diyor biri.
amanın, sakın diyorum, zaten hastaneden geliyorum. dinleneyim, bir şey olmaz diye zar zor konuşarak durduruyorum adamları.
15, 20 daika oturuyorum orada, popom donuyor. kalkıyorum.
beş dakikalık yolum kalmış, inat değil mi, hala taksi çevirmiyorum.
iki sokak ileride tekrar, bu sefer bahçe duvarına tutunuyorum. sanırım yanımdan geçen bir kadın geri dönüyor, giriyor koluma. aaa siz hiç iyi görünmüyorsunuz, eviniz yakınsa götüreyim, ne olacak diyor.
ay ne güzel insanlar var diye geçiyor aklımdan, duygulanıyorum. zoraki yutkunmaya çalışıyorum. ama boğazım, sana yutkunmak yasak diyor.
ama kadıncağız bir geveze. bütün hayat hikayesini 200 metrede anlatıyor. öğretmenmiş, de 42'sinden sonra üniversite okumuş da, şimdi yeni atanmış da, okulu sevmemiş vs vs. yaaa çok tatlı bizim insanımız, güya beni eğlendiriyor. ben de kabalık olmasın diye kendimi toplayıp cevap vermeye çalışıyorum, kesik kesik bir şeyler mırıldanıyorum ayyaş gibi.
bir de güya koluma girdi, ama öyle bir asılıyor ki...
hani dengem gitti gidecek zaten.
kolumu öyle aşağı çekiyor ki.
ben de mecburen iyice yavaşlatıyorum adımlarımı dengem bozulmasın diye.
kadıncağızın da acelesi mi var nedir. herhalde baktı ki kısacık yol bitecek gibi değil, kendince daha da çekiştiriyor.
- ben giderim, sizi işinizden alıkoymayayım demeye çalışıyorum.
- aaa, ne olacak canım, götürüyorum işte sizi.
çattık belaya. kadın iyilik yaparken öldürecek beni.
sonunda dayanamıyorum.
- yaa ben size sadece tutunsam.
diye cümle oluşturmayı başarıyorum.
oh be, işkence bitti.
- ateşiniz var
diyor iki dakika sonra.
neyse, nihayet sağ salim varıyoruz kapıya.
ama kadın gitmek bilmiyor. hala anlatıyor da anlatıyor işini. gider belki diye meslektaşız diyorum. daha beter çamura batıyorum. bu sefer sorular sormaya başlıyor. bir yandan bahçe çitine tutunuyor, bir yandan cevaplamaya çalışıyorum. artık gücüm tükenme noktasında.
penceremi işaret ediyorum.
- çaya kahveye gelin bir gün, o zaman laflarız diyorum.
- aaaa olur tabii.
diyor.
- ben dinleneyim artık.
meğer işkence bitmemiş!
ayrılırken beni kucaklamaya çalışıyor. zor nefes alıyordum zaten, nefesim kesiliyor bir an düşecek gibi oluyorum.
anlıyor mu durumu, ya da benim hırıltılarımı mı duyuyor, bilmiyorum. bıraktığı anda, o halimle ne kadar hızlı hareket edebiliyorsam, kapıya yöneliyorum hemen.
ohhh evdeyim. artık ölsem de gam yemem.
gerçekten de ölü gibi bir saat uyuyorum.
bütün gün leyla gibiyim, akşam oldu, yeni yeni kendime geliyorum.
hani alkolsüz kafa bulmak isterseniz, birebir!
sonra, bu yaşadığım antifilaktik şoka mı giriyor diye bakayım dedim.
amanın, bir de ne göreyim. benim yaşadığım aşamanın bir sonrası bilinç kaybı ve ölümmüş.
sevgili acil servis doktoruma kortizonlu sevgiler gönderiyorum buradan. geç de olsa, acile gitmiş olmanın hakkını verdirdi kadın bana. artık hiiiiiiç ezikliğim kalmadı valla.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder