henüz kadıköy'ün çarşısından çıkmadan karşılaştım bu şirin sürprizle: bir tabure dolusu bıcır! doluşmuşlar bir avuç yere, bir de güzel güzel poz vermişler üstü üste alt alta, marilyn teyzeleri ile charlie amcaları önünde, hani sanki en az marilyn kadar güzel, charlie kadar da komiğiz der gibi.
sonra sokaklara daldım, nereye gittiğime aldırış etmeden yürüdüm.
bir ağacın altından geçiyordum tam, aniden bir şey düştü, araba alarmı ötmeye başladı, neler oluyor diye etrafıma bakınadurayım, durumu çözdüm: ee tabii kestane ağacının altından geçmeye çalışırsan olacağı budur! tam mevsimi, sapır sapır dökülüyor kestaneler, ama asıl kestane ağacı altına park eden araç sahibini kutlamak lazım!
vallahi arabayı dürten ben değilim tadında ağaca doğru bakınarak hızla uzaklaştım oradan.
elbette suçluuyu fotoğraflamayı ihmal etmedim, hani beni suçlayacak olurlarsa kanıt olarak sunabileyim diye.
sonra sahile indim ki, içimdeki velet uyanıverdi. nasıl uyanmasın şu renklere baksanıza! hani yanımda bir büyüğüm olsa, yapışacağım, eteğine paçasına, n'olur al bana diye (eveeet, cep delik cepken delik, alamadım işte kendime bir tane!) ama aklımda da kalmadılar değil. hani soracak olsanız, ne işe yarar bunlar, cevap veremem, ama sanırım yapılış amaçları da işlevsellikten ziyade bebeleri sevindirmek olsa gerek.
fenerbahçe'ye giderken kurbağalı dereyi geçiyordum ki güzelce bir ev dikkatimi çekti. aslında evin kendisinden ziyade bahçesiydi ilgimin sebebi.
kurumuş ekmek festivali yapılacağına dair bir afiş bulurum umuduyla bir hayli bakındım durdum ama göremedim. hani böyle bir festival yapılacak olsa ne amaçla yapılır, kime faidesi dokunur diye az kafa kaşımadım değil, lakin mantıklı bir yanıt bulamadım.
hayvanlarını besleyecektir manasında bir yaklaşım da getiremedim, ortada görünen bir kümes de yoktu zira.
hala kafamı kaşıyarak ilerliyordum ki, barakamsı bir evin önündeki bahçe bozması bir yerde bu ufaklığı gördüm, tasmasının ipini yavru enciklere has o yetenekle bacağının birine bir dolamış ki, dört ayağının üzerinde duramaz hale gelmiş, ama hala inatla zıplıyor hayta!
eğildim zıpırı ipinden kurtardım ama ellerim çizik, pantolonum da toz ve pati izi içinde kaldı, salyası da cabası.
ama doğrusu bu şirin bakışı yakalamaya da değerdi onca çaba.
sahibinin, ev içinden gelen çekiç seslerinden, köpeği çalsalar ruhu duymayacak kadar yoğun bir işe gömüldüğü anlaşılıyordu.
sonra köprü altında gece yatısı için konuğunu bekleyen bu yorganları görünce kıvrılıp yatasım geldi. güneş de tatlı tatlı ısıtıyordu, daha ne ister insan evladı, şırıl şırıl dere kenarı sefa eyle! oh yarasın!
dönüş yolunda ise yazacağım yazıyı bir kez daha şenlendireyim istedim (evet ya, daha gezerken yazacağım yazıyı tasarlıyordum. ben zaten sizler için yaşıyorum değerli okuyucularım benim, muah, şapur şupur):
"ver güzel bir poz, sen meşhur edeyim amca" diyerek seslendim
eve geldiğimde epey bir yorgundum, ama doğrusu fotoğraf avım epey bir verimli geçmişti. meyvelerini yavaş yavaş karış karış dünya albümüme eklemeyi ihmal etmiyorum. siz de bir göz atmayı ihmal etmeyin sevgili hayranlarım :))
2 yorum:
cok hos yav :) keske seninle beraber tadinda yakalayabilseymisim ama anlatisin ve resimlerinle biraz olsun hissetmeme yetti...bu arada ne sirin kopekmis oyle!ben cok fazla kopek hayrani degilimdir ama bu biraz tilkiye benziyor diye olsa gerek icim isindi :)) ne guzel yapmissin cikmakla,dolasmakla Zibicim, paylastigin icin sagol xxx
Fred de diyor ki ekmek partisine davetli miyiz? bir de o da kopegi tilkiye benzetti :)) cunku burada arada goruyoruz gece gec saatlerde cikarlar cop avina :) ve ayni bu findik gibiler burdakiler :))
Yorum Gönder