28 Şubat 2008 Perşembe

çok tanıdık geldi

bu karikatürü görünce bana pek bir tanıdık geldi, ama epey düşünmeme rağmen bulamadım bana kimi hatırlattığını...
size de mi öyle geldi? anımsadınız mı? kimdi yahu?
bana da söylesenize!

20 Şubat 2008 Çarşamba

süper diş hekimlerimiz var

izmir diş hekimleri odası perfomansa göre ücret uygulamasının niteliği düşüreceğini ileri sürmüş ve bunun kanıtlayacak bir araştırma yaptırtmış, üç ayrı hekimin işlerini değerlendirmiş.
ortaya çıkan sonuç, iki hekimin beş günde normal bir hekimin iki katı iş çıkardıkları, hatta üçüncüsü uçmuş, beş katı iş çıkarıyor!
daha ne istiyorlar anlamıyorum, süpermen ayarında süper dişhekimlerimiz var, bunuyorlar! her devlet hastanesine bu türden bir kaç doktor, speedy gonzales tadında ariba ariba diye çığlık atarak diş oysunlar, dolgu yapsınlar işte, bakın hasta kuyruğu muyruğu kalıyor mu! hatta her birine kırmızı paçalı mavi donlar alalım, üzerinde de diş resmi olsun, daha bir havaya girerler, lazer dolguyu direkt gözleriyle yaparlar!

mizah anlayışı ya da anlayışsızlığı

başbakanımız dördüncü davasını kovalamaya hazırlanıyor. kimi mi dava edecek? ne siz sorun ne ben söyleyeyim, dava etmeyi düşündüğü kişiler ağır suçlu, ülkemizde barındırılmaması gereken tipteki insanlar bunlar, evet anladınız, azılı karikatürist grubundan, mizahçılardan bahsediyorum. her başbakanın korkulu rüyası, saygısız bir güruh bu, utanmadan eleştirirler, hiç bir şeye karşı da saygıları yoktur. sevgili başbakanımızı olmadık şekillerde resmederler, itibarını zedeleyip dururlar. anlamıyorum, ne istiyorlar ki? gül gibi bir başbakanımız var, ne alıp veremezler kendisiyle?

leman dergisi biricik başbakanımızı ne hallerde resmetmiş! güya bu fotoğraf photoshop değilmiş de, internette bir hayli zamandır dolaşıyormuş! bak sen! iftiraya bak! yahu bir başbakanın orta parmağı mı olurmuş? kim görmüş onu? hele böyle ayıpçı şekiller yapabilecek bir orta parmak?! sümmü haşa! şaşmış bunlar, münafık hepsi!

bunlar sanıyor ki, biz avrupa ülkelerinden birindeyiz, verip veriştireceğiz, oradaki saygısız mizahçılar gibi davranacağız... mesela en son erstes deutsches zwangsensemble'in skeçlerini izledim, amanın, merkel hakkında demedikleri yok! kadıncağıza sokak kadını bile demişler! ve hala serbest geziyorlar, olacak şey mi? hemen tıkmalı bunları, içeri tıkmalı, hatta idam etmeli böyle saygısızları. ama onlar başka millet, şeyleri geniş (yahu bakınız ne kadar sinirlendim, deyimi bile unuttum, neleri geniş oluyordu rahat insanların, birşeyleri geniş oluyordu, ama orta parmak olmadığı kesin, yoksa o muydu?)

almanca bilen buyursun izlesin!

cık cık cık, biz velinimetize kışt demeyiz, ama bunu mizahçılarımıza da anlatmak lazım!
lakin hukuk sistemimizde de bir tuhaflık olsa gerek, baksanıza önceki 3 davasını reddetmiş!

19 Şubat 2008 Salı

inanç, türban, özgürlük vs

inanç meselelerinde konuşmayı sevmem, herkesin inancı kendine neticede. neye inanırsanız da, o gerçektir sizin için.
kimisi reenkarne olacağına inaır ve ancak nirvana ilke sonsuzluğa erişeceğine, beriki cehennemde yanacağına veya direkt hurilerin cirit attığı cennete ulaşacağına. buyrun kardeşim inanç sizin, umut sizin, umutsuzluk da... dilediğinize inanın, yeter ki karşınızdakinin inancına da saygı gösterin.
benim derdim, kendi inançları dışında kalanları ötekileştirenler: öteki de daima yanlıştır, kötüdür, yok edilmelidir. (fanatizm burada mı başlar tartışmasına da girmek istemiyorum.)
son günlerdeki bu lüzumsuz türban tartışması pek güzel de gına getirdi.
ülke gündeminde başka mühim husus kalmamış gibi herkes oraya odaklanımş durumda. bir yerlerde birilerinin konuştuğunu duyar gibiyim:
- ne güzel kıvırdık, gündemi doldurduk
- he ya, artık kaç ay rahatız, banka mı hortumlasak, kimin malını kime peşkeş çeksek, kimsenin ruhu duymaz...
bravo!

bence türban da serbest olmalı, lambda da var olmalı ama, türbanlının rahatça yürüyebildiği yollarda travestiler de yürüyebilmeli, taciz edilmeden, saldırıya uğramadan... ne alakası var demeyin, hedef özgür olmak değil mi?
ama işte bazıları, bir tek kendine müslüman...

son günlerde bir bildiri konuşuluyor pek, konuşuluyor dediysem yanlış oldu, ben sadece açık radyo'nun haber yorum programında ömer madra'nın devamlı methinden dinliyorum demek daha doğru olacak. üç türbanlı hanım kızımız kaleme almış bu bildiriyi ve sadece türban değil, özgürlük adına diğer haksızlıklara da değiniyorlar; kürt sorununa, 301'e vb, üstelik hepsi çözülmedikçe özgürleşmeyeceklerine de bildiriyorlar.

bir anlamda, farklı bir cepheden, daha geniş bir perspektife sahip kişilerin de sesini çıkarması güzel, ama işte eşitlikçi anlayışın zırt dediği bir nokta var ki, en başında değindiğim husus o. pek güzel, herbirine değinmişler, ama hani lambda'nın durumu? hukuka ve ahlaka aykırı olduğu ileri sürülerek kapatılma kararı çıkan gay ve lezbiyenlerin derneğinden bahsediyorum.
ve lambda'nın çok güzel özetlediği basın açıklamasının başlığıyla bitiriyorum bu yazıyı: "eşitlik ve özgürlük herkes için, eşcinseller hariç..."

15 Şubat 2008 Cuma

başka şehir halleri

bu blogun düzenli okuyucusu kaç kişidir bilmem, ama iki vefalısından eminim, bu durumda o ikisi biliyordur (kalan sağlar bizimdir diyeyim mi?) ben pek severim yollarda gözüme ilişen insan evladının komik hallerini blogumda rezil etmeye (çok dedikoducuyum çoook)...
nitekim her hayırlı vatan evladı gibi ödevlerimi teslim ettikten sonra (aah evet ya, 13 yıl aradan sonra yeniden öğrenci oldum, sağır sultan duymadıysa henüz, işte fırsat!-ben böyle yaparak yaşımı da ifşa ediyorum değil mi?) kalan bir kaç günlük boşlukta başkent yankent demeden gezdim bir parça.
efendim ilk resmimize göz attığınızda koyun sucuk ibaresinin sol üst yanında bir adet ok ve üzerinde kapı sözcüğünü göreceksiniz, anlamayanlara açıklama: bu her koyunun kendi bacağından asıldığı ve sucuk sucuk terledği (bu bir deyim mi diye sormaları peşin peşin kınıyorum) yere giden kapıyı işaret etmektedir. yani "önünde durduğunuz kapı benzeri bölme, kapı değil vitrin, toslamayın!" uyarsını da ihtiva ediyor ve bence bize çaktırmadan devam ediyor: ama biz kapıya benzettik ki, bazı saflar açmaya uğraşsın, bize de gülecek malzeme çıksın).

bir de şu yalova'lılar bir tuhaf canım, küresel ısınma, çevre kirliği vs yok sayıp
tavşanlar gibi üremek istiyorlar, korkarım. dünya nüfusunun köküne kibrit suyu döküldü ya, üremek oldu tek problemimiz: "neden bebek yapamıyoruz"muş, bak sen... işin etik yanını geçtim, işte size bir kaç cevap:
- o kadar belgesel seyrettik ama bu işin nasıl yapıldığını hala çözemedik abi
- şu prezervatifleri deliyorum deliyorum, yine de bir şey olmuyor, acaba anlayıp sağlamlarıyla mı değiştiriyor alçak adam
- yahu ben doğuştan kısırım, hanıma söylesem mi acaba artık..?

sıradaki fotoğraf üzerindeki yazıyı anlayamadım, yardımcı olacak okuruma teşekkürü borç bilirim, ama ben yine de yorumumu esirgemeyeceğim: diyor ki "bu resmin alınmadığı yer şubemiz değildir" şimdiiiii, resim neye alındı? alıngan resimlerin olmadığı yerler nasıl şubeleri olmuyor? yoksa bu ticari kuruluş alıngan resimler mi satıyor? peki resim denilen cansız nesne nasıl alıngan oluyor? abartma, ikincil hatta üçüncül, mecazi anlamda kullanılmadı 'alınma' eylemi diyeceksiniz şimdi, peki bakalım tdk'ya: "alınma: alınmak işi". bravo! kutladım onları da tekrar(bilenler bilir ben hep kutlarım onları ara ara)! biz kendi naçizane bilgimiz üzerinden kodlamaya devam edelim o halde; alınmak: bir yerden alınıp götürülmesi eylemi diyelim buna, hmmm demek ki müşteriler her gelişlerinde bu resimden bir adet almaları gerekiyor, yoksa burası şube konumuna yükselemiyor! bildim mi? yine mi değil? aaa tamam bu şehre bir daha gidersem ilk iş gidip, resim alınmadığında şube olamayan bu çiğ köfteciyi alnından öpeceğim bana bu muhteşem bilmeceyi bağışladığı için!
durun, yoksa yoksa "bu resmin yer almadığı çiğ köfteciler, şubemiz değildir" demek istemiş olmasınlar? eh bravo, eğer kasttikleri gerçeken buysa, o zaman da bu muhteşem türkçeleri için ayrıca öpeceğim... (gak guk, gerçekten öpmemi beklemiyorsunuz değil mi?)

sıra geldi son güzel fotoğrafımıza ( ki onda istemeden bir de bonus foto oldu, anlatayım efendim): bu ilanı görünce hemen, yok canım, hiç istediğim saatte değil, hep istemediğim saatte sıcak simit yemek zorunda kaldım diye geçirdim içimden. yahu, istemediğim saatte niye simit yiyeyim? bunlar bizle dalga mı geçiyor? (mi soru ekinin bitişik yazılmasına hiç değinmiyorum, grrr)
ben bu fotoyu çekerken, içeriden bir görevli atladı hemen: "beni de çek beni de çek" içimden bir fesupanallah çekerek makinemi doğrulttum içerideki arkadaşa, buyrun sonuca: kendi düşen ağlamaz tadında diyerek dikkatinizi kulaklara çekiyorum sevgili okurlar!