5 Haziran 2008 Perşembe

vicdanlı olmak ya da geçip gitmek

bugün paşa paşa evde çalışırken, tam pencermin önünde kopan kadın çığlıklarıyla irkildim. ne oluyor diye bakayım dedim ki, kağıt toplayan bir adamcağız boylu boyunca düşmüş yere, şu devasa çuvallı arabası da yanına, iki kadın da panik halde etrafa sesleniyorlar. hiç düşünmeden kolonya ve suyu kaptığım gibi gittim yanlarına, ambulans gerekir mi diye de bakayım istedim.
ben dışarıa çıkana kadar adamı kaldırıma oturtmuşlar, etrafına üç beş kişi daha yetişmiş -çoğunluk civardaki ev kadınları-, bir tane de ortayaşlı adam var.
adam elini yüzünü yıkadı, kolanyayı kokladı, sonra döndü benden bir dilim ekmek istedi, koştum içeri, hazırladım hemen bir şeyler, getirdim. adam "sabahtan beri bir şey yemedim, çocuklarım da aç kaldı evde" diye başladı yemeye, bir yandan da anlatmaya, meğerse bir hastalığı varmış, ama ne hastalığın adı anlaşabildi, ne de kullanması gerekn ilacın adı. her ne kadar başlarda panikle feryat eden kadın, söyle ilacını ben alayım diye ısrar ettiyse de adam anlaşılır bir şeyler söylemeyemedi. kadın fiyatını sordu ilacın, "biz verelim paranı, sen al ilacını al" dedi. 20 lira çıkardı cüzdanından, sonra toplaşmış olanlara seslnedi, sizler de verin 20şer lira" diye, kimse itiraz etmeden çıkarıp verdi, hatta ben de tüh, cüzdansız fırladım dışarı diye utandım. neyse bir kadınla o orta yaşlı erkekden çıkıştı 20şer liralar da, toplayıp verdiler adama.

buraya kadar her şey normal gibiydi, olası bir şey tabii, açlıktan ve ilaçsızlıktan düşüp bayılmış olabilirdi pekala. ama tüm o panik durumu geçince, aldı beni birden bir düşünce. ben bu hikayeleri duymuştum yahu! buyur, burnumun dibinde olup bitiyordu. özellikle de paraların verilmesini organize eden kadının çantasının açık kaldığını görünce, onu bu yönde uyarabilmesi, açlıktan bayılmış ve yeni kendine gelmiş bir adam için garip sayılmaz mıydı?!
hele ki herkes gidip de, bu tekrar ayaklanıp, kısa günün karı 70 lirayı topladım derecesine bizim apartmana bakışını görünce...
hani insan, eğer durum buysa, helal olsun, sağlam numara çekti diyesi geliyor!

4 Haziran 2008 Çarşamba

cup sonrası

c.ö. ve c.s. diye ayırmalı bu dönemleri.

bir tuhaflaştık alaca ve ben.
ilk bir kaç gün alaca açısından ne denli sevnidiriciyse benim açımdan o denli yıkıcıydı. hatun haklıydı elbette, cup ile kıskanılacak bir ilişkim oldu hep. inkar da etmedim hiç, cup'un özel olduğunu açıkça söylediğim oldu.
cup'tan sadece 4 ay sonra aileye katılmasına rağmen onun kadar sevilmediğini hep hissetmiştir cilveli, haylaz alacakızım. kaç kez kıskanıp cup ile arama girmiştir minik sevgi kelebeğim. ama sanırım, sorun bir parça da benim onda kendimi özel hissetmeyişimdi -ne bencillik-, neymiş eve gelen herkese sırnaşıyormuş. ne güzel işte tam bir sevgi delisi, herkesle paylaşacak sevgisini ille de! soğuk nevale cup tabii bir tek bana gösteriyordu o sevgiyi... ama işte insan bencilliği, özel olduğunu ille de hissetmek istiyor.

ohhh kaldım mı şimdi bu sevgi kelebeğine?!
evet ilk günlerde çok mutlu oldu o da, kıskanması gereken ve onu her fırsatta pataklayan bir "beyaz"basan yoktu artık.

ama dördüncü müydü, belki de beşinci gün söylenerek karşıladı beni kapıda. "nerede kaldın kör olasıca, sıkıldım evde yalnızlıktan" dercesine.
artık eskisine oranla çok daha fazla karşılamaya geliyor. tamam cup gibi kapı önünde hazır halde değil; kapının sesini duyunca geliyor, ama o da büyük bir değişim. ve ne denli sıkıldığının da göstergesi.
üstelik gün boyu da söyleniyor bir şeylere, neredeyse cup kadar konuşkan bir hale dönüşecek...
ama korkutmuyor da değil beni bu değişim: bana bir derdini mi anlatmaya çalışıyor da ben anlamıyorum? ilk fırsatta bir chek-up yaptırmalı, sonra cup'taki gibi pişmanlıklar yaşamayayım!

not: fotoğrafta ilk günlerin keyfini görüyorsunuz! yok yok, baktım, şu anda da aynı keyifle mışıldıyor aynı yerde!

yaşı-yorum

uzun zamandır yazmıyorum, yazasım yok! bir kaç tane başlanmış blog yazısı boynunu bükmüş gariban tadında bekliyor devamının yazılmasını. boynunu bükmüş yazı da acıların yazısı tadında beklemeye mahkum olur ancak, onun başka bir geleceği olamaz.

tuhaf bir dönem bu, yakınlarımı yitirdiğim... babam açılışı yaptı sanki, yok yok, ondan öncesi var, ölümler hiç eksilmedi, ama en ağır ikisi, babam ve cup oldu.

geçen hafta da fransıca hocamı ve ayın zamanda öğrencimi yitirdim -bir taşla iki kuş oldu bu galiba!- bir buçuk senedir birlikte ders yapıyorduk, 45 dk almanca, 45 dk fransızca... gencecik 28 yaşında kız. baş ağrısı yüzünden gittiği hastaneden nur topu gibi bir beyin tümörüyle dönüyor...

sürekli aynı espiriyi yapar oldum, aman haa bana yaklaşmayın fazla, ölürsünüz yoksa. yeni çağın medusa'sı gibiyim, gibisinden de öteyim hatta , baktığımı taş etmekle kalmıyorum, dönüş yolunu da direkt tıkıyorum!

ama tüm bu ölümleri geçtim -sanırım her insanın az ya da çok böylesine dibe vuracağı zamanları olmuştur- ne denli az arkadaşımın olduğunu gördüm. elbette pek çok insan mesaj göndererek , hatta bir kaçı telefon ederek taziyelerini bildirdi, ama sadece iki üç kişi, gerçek anlamda kalktı, kapımı aşındırdı, ne halde olduğumu görmek için bir çaba gösterdi. iyi dostların sayısı elbette bir kaç kişiyi aşmamalı diye boşuna denmemiş... ama ne bileyim, belki de ilgisini beklediğim insanlardan bir şey gelmeyişi beni incitti. yoksa çoğunluğunun desteği sözde kalması değil sanırım.

bir de dozaj yetmezmiş gibi sevgili de kaçtı gitti! e tabii kim n'apsın sorunlu sevgiliyi?! güzel güzel kendine aramak varken! tipik erkek bahanesi mi? yok yahu! bu klasik bitiş cümlesini etmeyen bir kadın varsa ilk taşı atsın!
her neyse, o yakadan da durum berbat oldu anlayacağınız...

yok değil, görüyorsunuz, berbat bir yazı çıkarıyorum bu ruh haliyle! halbuki "acı" yazmak için her zaman iyi bir çıkış noktası olmalıydı...

bu da kötü yazılarımın arasına girsin, ne yapalım! diğer istiflenmiş balıkların yanında kokuşmasına gönlüm el vermedi...