cormack mccarthy'nin aynı adlı kitabından uyarlama olan filme yönetmen John Hilcoat'un elleri değmiş. kitabı okumadım, ama okuyanların izlenimi, yapılabilecek en iyi uyarlamanın bu olacağı yönünde.
aslında bu uyarlama işi zaten tam başa bela bir mevzu, çoğu kitap sever, eserin katlediğini düşünüyor -ki ben de bu görüşe çoğu zaman katılanlardanım- haksızlık da etmiyor bunu diyerek, yazıyla ifade edilen imgenin satır arası boşlukları olur, okuyucu bu boşlukları alır, tepe tepe kullanarak kendi yaratıcılığı doğrultusunda da gönlünce doldurur, oysa görsel sanatlarda, o eseri ele alan sanatçının yaratıcılığına mahkum oluyoruz. ama itiraf etmeliyim ki kitabın çok üzerinde, benim naçiz yaratıcılığmın belki de hiç erişemeyeceği boyutlara taşıyan filmler de olmuştur. J.G. Ballard'a hazılık etmeyeyim, ama Güneş İmparatorluğu Spielberg tarafından başka bir yapıt kategorisine girivermişti gözümde hemen. farkındayım konudan saptım, edebiyat uyarlamalarını işlediğim bir dersi bir sene boyunca verince insan kendini kolayca kaptırıyor bu mevzuya.
gelelim "the road" filmine: adından da anlaşılacağı üzere, bu bir yol filmi. ama alışkın olduğumuz türden yol filmleri değil. gri bir arka plan üzerinde, ölmeye yüz tutmuş bir distopiada geçiyor. yollarda bir baba ve oğul. filmdeki veriler, filmin günümüzde geçtiğini gösteriyor. sebeninin hiç bir şekilde anılmadığı, ama günümüzdeki doğa kirliliği ve karbon dioksit salınımlarını düşününce dünyayı saran bir sera etkisinden kaynakladığını söylemek mümkün. öyle bir sera etkisi ki, çevrecilerin olacağını söylediği tüm kara tablo gerçekleşmiş gibidir: gri arka planın hakim olduğu sahnenin içinde ağaçlar birer birer ölüyor, hayvanların çoğu, hatta neredeyse hepsi yok olmuş, devlet mefhumu ortadan kalkmış, kaos hüküm sürüyor ve yer yer depremler şiddetini hissettiriyor. sürekli yanmakta olan bir amerika atmosferinde, yiyecek sıkıntısı baş göstermiş, dolayısıyla kanibalizm tavan yapmış, bilhassa çocuklar avlanmış ve mideye inidirilmiş durumda (Jonathan Swift'in "naçizane öneri" adlı satirik metnini anımsatan bir durum).
film boyunca isimlerini öğrenemediğimiz ve kısaca "papa" ve "boy" olarak isimlendirilmiş iki ana karakter filmi baştan sona başarılı bir şekilde dolduruyor. viggo mortensen oğlunu can pahasına korumaya çaba sarf eden, sürekli panik ve umutsuz bir babayı inandırıcı bir şekilde veriyor. ama beni en çok küçük oyuncu Kodi Smith-McPhee etkiledi desem yeridir. bu kara atmosfer içinde yetişmekte olan çocuk imajını başarılı bir şekilde veriyor. sadece iyiliğe olan inancında, belki çocuk naifliğinden belki de babanın negatif bakışına zıt kutup oluşturması için biraz gerçek dışı duran bir ısrar buldum. onun dışında yaşından büyük bir oyunculuk sergilediği kesin. özellikle böceği ilk kez gördüğü sahne hem atmosferi hem de çocuk merakını çok iyi aktaran başarılı bir ayrıntı.
yönetmeni kutladığım bir başka detay da tüm o gri, ölü atmosferi renkli 'flashback'lerle rahatlatmasını bilmesi. ama bu zaten siyah-beyaz çekilmiş filmlerin çokça tercih ettiği bir yöntem, arada renkli sahneler katmak. hem o sahnelere bir ayrıcalık verir, hem de siyah beyazla biraz monotonlaşma tehlikesine girebilecek film rahatlatılır.
lafı daha fazla uzatmadan, görme keyfinizi de bozmadan toparlamak gerekirse: görülmeye değer filmler arasına alınması gereken bir yapıt "the road"!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder