haydaaaa, bu blogçu da şiddetle kafayı bozdu, iyi ki şiddet üzerine bir tez yazdı diyenler olacaktır şimdi. yok yok, tezden dolayı değil, ama şu kentli olamayan istanbullu yüzünden tası tarağı toplayıp kaçacağım gün yakın gibidir...
yer: rumelihisarüstü, nispetiye caddesi'nin son kısımları. günlerden: sıcak bir yaz günü (aslında feci şekilde bunaltan), ana kahraman, ki bendeniz oluyorum, sıcak bunaltısıyla hisar kampüsteki kapalı yüzme havuzuna doğru seyir halindedir. kahramanımız karşı hisadaki poğaçacıyı görünce, havuz sonrası lezziz börek hayaliyle karşıya geçer, mutlu mesut ıspanaklı böreğini alıp tekrar gölge olan sağ yana geçmek niyetindedir. zaten maceramız da burada başlar.
hoş istanbul sürücüsü her yerde f1 şoförü sanır kendini, ama bu bahsettiğim, ara sokak tadındaki caddede hız denemeleri ne ola ki? yer mi bulamadın güzel kardeşim?
neyse sapmayalım biz vukuattan, efenim, karşıya geçmeye çalışırken, yan sokak içine burnunu sokup, etrafta yaya mı varmış, heyhat nidasıyla hızlıca manevra yapıp ters yöne giden çok sevgili dört tekerlekli dingillerimizden nadide bir örnek kahramınımızı ezmesine ramak kalır. üstelik bu marifetinin farkında bile değildir. kahraman kızımız da, ya da ana karakterimiz diyelim, -zira yaptığı işin kahramanlıkla yakından uzaktan ilgisi yoktur, kahramanlara hatta hakaret olacaktır o yaptığı- o ezilme ve kahvaltılık ezme olma potansiyelinden kaçmak üzere karşıya yönelir, en büyük hatayı da zaten böyle yapar. sokak içindeki arabayı kollamıştır, solundan gelen arabanın da henüz çok uzakta olduğunu görmüştür, ama sağına zamanında bakmayı becerememiştir. heyecan katacağız ya, o yönden son hızla, hani girişte bahsettiğim f1 pilotlarından hanım kızımızın üzerine doğru uçmaktakdır. can havliyle kaldırıma atar kendini kızımız, bir saniyelik bir farkla f1 pilotu çarpışma anını kaçırmıştır. ve o hızla bile giderken hayal kırıkılığını gizlemez, camdan sarkarak " önüne bak, önüne bak" diye höykünür. dedik ya kahramanlıkla ilgisi yok diye bu kadın karakterinin, ezilmemesine rağmen dizlerinin bağı çözülmüş duvara yaslanmıştır ki, şaşkınlıkla sürücüye bakar. gayet naif bir şekilde, şoförün neredeyse ezmesine ramak kalan bir yayayın halini soracağına böyle bağırmasını anlayamaz ve şaşkınlığı kızgınlığa dönüşüp beklenmedik bir ses gücüyle "bu yolda çocuklar da oynuyor, otobanda değilsin, asıl sen önüne bak" diye f1 pilotumuza lafı yetiştirir. tabii soförün bunu duyup duymadığından emin değildir, o hızla giderken rüzgarın sesinden başka bir şey duymuyordur herhalde diyerek yoluna devam eder karakterli karaktersiz karakterimiz.
(sürücümüzün kendisini nasıl gördüğünü göresiniz istedim, aha resim. "schumi" halt etmiş valla).
aradan beş dakika geçmiştir ki, bir araba yavaşlar yanında, kızımız oralı olmaz, zaten az önceki şokun etkisiyle bununla ilgilenecek durumda değildir. arabanın penceresinden birinin sarktığını da görmez. o biri "aptalsın sen" diye bağırınca arabayı tanır ancak. ana karakterimizin beyni dört işlem yaparcasına duman çıkarır, hızlı bir şekilde, yayayı ezemeyince geri dönüp hakaret eden birinin piskopat potansiyelinin bir hayli yüksek olduğu neticesine varıp, kızımızın diline hemen sus emri gönderir. hep birlikte üçüncü sayfa haberi olmak istemiyoruz demektedir beyin, dil ve refleks birliği. başka bir deyişle yayamız duymazlıktan gelir. soför buna iyice hiddetlenir ve ısararla "şşşt sana söylüyorum, aptalsın sen, aptal!" diye bağrınır. ama bakar ki hala tepki alamıyordur, nihayet bu inadından vazgeçip basar gider.
yayamız şaşkındır, bu, bu neydi şimdi böyle?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder