8 Kasım 2012 Perşembe

cloud atlas ve kötü sinema salonları ...

uzun zaman sonra sinemaya gitmeme değdi bu film kesinlikle! olay örgüsü altı ana öykü üzerine kurulu ve  farklı zamanlarda sürekli yeniden yolları kesişen ruhların farklı kişiliklerde olup birbirinin hayatını etkilemesinden oluşmakta. basitçe söylemek gerekirse, reenkarne olan, ikisi ana olmak üzere, toplam 15 karakterin film boyunca farklı ırk ve akrabalık, arkadaşlık ya da düşmanlık ilişkisinde yeniden karşılaşması da diyebiliriz buna. 
film aslında olağanüstü etkileyici. sonmi karakterinin de filmde söylediği gibi: "ölüm sadece bir kapı. kapandığı anda, başka yerden yeni bir kapı açılır!" demek ki ölümden sonra yeniden dünya'ya, ya da bu dünya olmasa bile başka bir gezegende yeniden insan formunda yaşama merhaba diyecek ve toprak altında kurtçuk maması olmakla kalmayacağız hissiyatını veriyor. bu size teselli ediyorsa, elbette hemen zaman kaybetmeden filmi seyretmeye gidin derim. ama durum o kadar basit olmamalı. 
tabii ki bu hem senaryosunu yazan ve yöneten wachowski kardeşlerle tykwer usta'nın hayal gücü. onlar böyle buyurmuş. çok da güzel buyurmuş. film boyunca aslında bir nevi ölümsüzlüğü yaşıyorsunuz. yok o çağda, yok bu çağda, hem de aynı bedende yeniden dünyaya gelerek, aslında minik molalarla faniliği ekarte etmiş oluyorsunuz. tabii filmde. 
yeniden dünyaya, ya da işte başka bir evrende dünyaya gelme fikri iyi de, bu neden sürekli aynı bedende vuku bulmak zorundaymış diye insan sormadan edemiyor. tabii sinema dile bu, şimdi farklı oyuncu kullansalar, sonraki hayatlarında kimin kim olduğunu seyirci karıştıracaktı diye itiraz edilebilir. yine de bu kadar kolaya kaçılmaması gerekirdi diye düşünüyorum. istedikten sonra bunu anlatacak bir dil muhakkak geliştirilebilirdi. reenkarnasyonun, sanki başka yaşam formu kalmamış gibi hep aynı bedende ve ille de insan formunda olması bence biraz kısır bırakmış, daha da zenginleşme olasılığı olan olay döngüsünü. yani resmen insanın wachowski kardeşlerle tykwer ustanın daha çok oyuncuya parası mı çıkışmamış diyesi geliyor. zaten siyahi ya da çinli oyuncuları beyaz ırk mensubu gibi göstermeye çalışmaları da biraz komik ve inandırıcılıktan uzak olmuş. ama başka bazı oyuncuların da büründüğü kimlikler o kadar başarılıydı ki, ardında hangi oyuncunun olduğunu anlamak için jeneriği beklemem gerekti. 
film her ne kadar farklı zaman dilimlerini anlatıyor gibi görünse de -bunu sonmi'nin anlatımından anlıyoruz- sürekli farklı zamanlar arasında atlaması ve belli bir sıra gütmemesi bana paralel evrenler çağrışımını yaptı daha çok. zaman akışının hızlı veya yavaş ilerlemesine oranla da farklı çağları yaşayan paralel evrenler. ve aslında hepsi tek bir anda olup bitiyor da, yaşam formlarının farklı zaman algısı yüzünden aralarında binlerce, yüzbinlerce ve hatta milyonlarca yıl varmış gibi görünüyor. tabii benim yaşama bakışımı yansıttığı için böyle düşünmek hoşuma gidiyor. sizin bu anlamı çıkarmanız gerekmez. 
her ne kadar eleştiriye boğmuş gibi dursam da, film genel manada çok hoşuma gitti. çok zengin bir anlatım ve etkileyici bir yaratıcılık ürünü olduğu kesin. hiç. bir anında sıkıldığımı anımsamıyorum. hatta sinema salonunda aniden başlayan ve rahat onbeş dakika boyunca susmak bilmeyen alarma rağmen yerimden kıpardayamadım. 
ne alarmı diye şaşırdınız değil mi? ikinci yarıdan sonra, durduk yerde alarm başladı. neredeyse isyan çıkarıyorduk ki, fuayiye çıkınca orada daha beter bir alarmın çaldığını duyunca vazgeçtik. demek ki genel bir arıza vardı. neyse ki alarmın başladığı noktaya geri sardılar filmi de o kısmı yeniden seyredebildik. 
tabii ilk yarısında soğuktan donmam ayrı bir şikayet konusu, ama şikayet edince, ikinci yarıda klima mı açıktı da kapadılar yoksa kaloriferi mi açtılar bilmem, ısınmaya başladık. ama tam ısındık derken de şu alarm tepemizde öttü. kadıköy'ün en büyük sinema kompleksinin bu kadar köt hizmet vermesi ayrı üzücü ya, şimdi buna ne desem bilemedim. 

Hiç yorum yok: