geçen cuma, hem de o yağmurlu gün, aldım haytayı, doldurdum çantaya nevalesini suyunu, atladık vapura, maceraya atıldık!
vapura biner binmez benno'da bir heyecan! üst arka dış bölümde gittim ki, insanlardan bunalmasın diye. bir o yana koşturdu, bir bu yana. vapurun her yanını keşfetmeye çalışır gibiydi. karaköy'den ver elini hani şu malum yokuş, yüksek kaldırımdan tünel'e. yağmur'a biraz uyuz bir vaziyette her tarafı koklaya koklaya çıktık. yol boyunca da tek karşılaştığımız sokak köpişi de buradaki bir büfenin önünde mama dileniyordu. tabii bendeki kuru mamaya pek ilgi göstermedi. tünel tarafında ilk durağımız türk-alman kitabevi. bir eğitim kitapları temsilcisi var, o da köpek sahibi, benno'yu da fb üzerinden tanıyor, açtı hemen kucağını, tüm kitabevi'nden dolaştılar, ben kitaplara bakarken. sonra ver elini istiklal. neyse ki henüz öğle üzeri o korkunç kalabalığa ulaşmamıştı, yine de benno bir sağa bir sola bakıp olan biteni algılamaya çalışırken başı döndü. galatasaray'dan boğazkesen'e döndüm. ikinci durağımız olan alman kültür'e gelmiştik. önce sekretarya'ya uğradım. eee onca yol geldik, eski iş arkadaşlarımla benno'yu tanıştırmadan gidilir mi başka yere. tabii herkes bayıldı minik zıpırıma. sonra kütüphanesine uğradım, zaten bu yolculuğun nedeni orasıydı. sizinki anlaşılan şimdiden yorulmuştu, sıcağı da görünce mayıştı. yayıldı masalardan birinin altına. ben işimi bitirdim, ama benno'dan tık yok. anca, hadi gidiyoruz deyince ayaklandı.
dönüşü de boğazkesen'den aşağı, tophane, oradan da karaköy'e geri dönmek amacım. ama başladı mı fotoğraf serüveni, o kısacık yol uzadı bir saate. yolun sonlarına doğru hissedilir biçimde benno'yu sürükler olmuştum. vapura varana kadar da tam çamurda oynamış veletler kadar kirloz bir vaziyetteydi. üşümesin diye bu sefer vapurun içinde oturalım dedim. zaten o da hemencecik koydu başını ayağımın dibine, kapadı gözlerini. ama ben rahat duramadım ki, hababam fotoğraf çekmek için dışarı çıkınca, çocuk da onu bırakıp gidiyorum endişesiyle duramadı yerinde. vapurdan indiğimizde yorgunluğu iyice ortaya çıkmıştı. o son on dakikalık yolu, "hadi bennocuk, az kaldı tatlım"larla zor bela geldik. eve girer girmez, patiler de silindikten sonra bir koydu başını, akşamın erken saatine rağmen uyudu, ta ki, ben yatana kadar da kaldırmadı. uff, onca yeni koku, yeni insan, yeni mekanlar... haklı çocuk.
vapura biner binmez benno'da bir heyecan! üst arka dış bölümde gittim ki, insanlardan bunalmasın diye. bir o yana koşturdu, bir bu yana. vapurun her yanını keşfetmeye çalışır gibiydi. karaköy'den ver elini hani şu malum yokuş, yüksek kaldırımdan tünel'e. yağmur'a biraz uyuz bir vaziyette her tarafı koklaya koklaya çıktık. yol boyunca da tek karşılaştığımız sokak köpişi de buradaki bir büfenin önünde mama dileniyordu. tabii bendeki kuru mamaya pek ilgi göstermedi. tünel tarafında ilk durağımız türk-alman kitabevi. bir eğitim kitapları temsilcisi var, o da köpek sahibi, benno'yu da fb üzerinden tanıyor, açtı hemen kucağını, tüm kitabevi'nden dolaştılar, ben kitaplara bakarken. sonra ver elini istiklal. neyse ki henüz öğle üzeri o korkunç kalabalığa ulaşmamıştı, yine de benno bir sağa bir sola bakıp olan biteni algılamaya çalışırken başı döndü. galatasaray'dan boğazkesen'e döndüm. ikinci durağımız olan alman kültür'e gelmiştik. önce sekretarya'ya uğradım. eee onca yol geldik, eski iş arkadaşlarımla benno'yu tanıştırmadan gidilir mi başka yere. tabii herkes bayıldı minik zıpırıma. sonra kütüphanesine uğradım, zaten bu yolculuğun nedeni orasıydı. sizinki anlaşılan şimdiden yorulmuştu, sıcağı da görünce mayıştı. yayıldı masalardan birinin altına. ben işimi bitirdim, ama benno'dan tık yok. anca, hadi gidiyoruz deyince ayaklandı.
dönüşü de boğazkesen'den aşağı, tophane, oradan da karaköy'e geri dönmek amacım. ama başladı mı fotoğraf serüveni, o kısacık yol uzadı bir saate. yolun sonlarına doğru hissedilir biçimde benno'yu sürükler olmuştum. vapura varana kadar da tam çamurda oynamış veletler kadar kirloz bir vaziyetteydi. üşümesin diye bu sefer vapurun içinde oturalım dedim. zaten o da hemencecik koydu başını ayağımın dibine, kapadı gözlerini. ama ben rahat duramadım ki, hababam fotoğraf çekmek için dışarı çıkınca, çocuk da onu bırakıp gidiyorum endişesiyle duramadı yerinde. vapurdan indiğimizde yorgunluğu iyice ortaya çıkmıştı. o son on dakikalık yolu, "hadi bennocuk, az kaldı tatlım"larla zor bela geldik. eve girer girmez, patiler de silindikten sonra bir koydu başını, akşamın erken saatine rağmen uyudu, ta ki, ben yatana kadar da kaldırmadı. uff, onca yeni koku, yeni insan, yeni mekanlar... haklı çocuk.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder