Tam hoşgeldin diyecektik sana, az kalmıştı yeryüzüne gözlerini açmaya!
Annen, baban, büyükannelerin ve deden, dış kapının iç mandalı olarak ben dâhil herkes heyecan içinde bekleşiyorduk. Ne zaman gelecek bu deli dalgalı minik deniz!
Ocakta büyük gün olacaktı oysa ama ne oldu da fikir değiştirdin be ufaklık?
Kim korkuttu seni bu kadar da vazgeçtin? Kim korkuttuysa hakliydi belki, yolda yürürken gaspa ya da okulda bir saldırıya uğramaktan, küresel ısınmadan, savaşlardan, fesattan, nefretten ürktüysen, kim suçlayabilir seni?
“Düşündüm de anne, ben o dünyaya meydan okuyacak kadar yürekli değilim, minik ruhumu su an olduğu saflıkta saklamayı tercih ettim, gelmiyorum. Belki daha sonra babayiğit bir kardeş yollarım size!” diyerek şurada iki ay kalmışken...
Ama seni saracak sevgi dolu anne kollarını, yumuşacık öpücüklerini, babanın senle yapacağı futbol, basketbol karşılaşmalarını, hele saçını çekeceğin ve sana arkadaş olmaya hazır bir sürü insanı da tepmiş oldun bilmeden.
Yoksa amacın masum bir eşek sakası mıydı be bıcırık? Şunlara kalbimi nasıl durdurabildiğimi göstereyim hele...
Ah be ufaklık, ah be minik deniz, bilsen ne çok acıttın seni bekleşenleri, hele anneni! Hadi şimdi gel de teselli et!
Kim giyecek ocak ayında o minik patikleri? Söylesene hayta denizcik?!
Senle hiç tanışamadık, belki de böylesi daha iyi oldu bıcırık!
Hani gelip de aramıza, şirin gülücüklerinle kalplerimizde yer edip kısa sürede geri dönseydin daha çok acıtacaktın…
Kim bilir…
Her neredeysen rahat uyu.