4 Mayıs 2012 Cuma

yaşasın bir mayıs: hadi ötekileştirin beni!

bir mayıs resmi tatil ilan edileli iki yıl olmuş. üstelik iki yıldır da taksim meydanı'nda kutlanmasına minik gözdağıları (hııı yaramazlık yaparsanız, bir dahaki seneye vermem o meydanı haaaa!) verilerek de olsa izin veriliyor. sabah adı lazım olmayan bir sosyal paylaşım sitesinde emekçi ruhuna uygun bir şekilde kutlamalar içeren iletiler duvarımda yayınlıyordum ki, "ne bu sanal emekçilik, kaldır kaba etini de meydanlara ak, sanal ortamda aktivist numarası çekme!" diyerek yollandım mecidiyeköy'e. elbette gönlü emekçiler için atan arkadaşımın gel ısrarının da payı var. yalan yok.
mecidiyeköy'de, bütün kortejlerin buluşma noktasında buluştuk. ben hangi korteje katılacağız diye bakınırken benim eski sosyalist, yeni beyaz yakalı ortaokul arkadaşlarım, "sabit grup yok, biz hepsine destek vereceğiz" dediler. ne bileyim, hiç böyle joker kortej elemanlığı yapmadım. ne zaman bir yürüyüşe katılsam, aslında dahil olduğum bir gruba katılır, onlarla miting alanına yürürüm. eh peki, bu sefer de böyle olsun diyerek başladık yürümeye.
her bir grup ana baba günü. muhteşem sloganlar hazırlanmış, bağırılıyor hep bir ağızdan var güçle. derken bir grubun kepi hoşumuza gidiyor, kepleri dağıtan kişiyi bulup istiyoruz. korteje dahil olma sözüyle veriyor görevli birer tane. bir müddet bu grupla yürüyoruz. sloganlarını tek vücut can havliyle bağırıyoruz. 
katkımızı yeterince yaptığımızı ya da daha doğrusu "kepin" karşılığını ödediğimizi düşündüğümüz bir süre sonunda da sıvışıyoruz öndeki gruplara doğru. en eğlenceli grup tiyatro sendikası çıkıyor, ritmik ve neşeli sloganları var, insan hemen bir çifte telliye sardırıyor. çomaklar üzerinde yürüyeni mi arasınız, süper mario kılığına gireni mi, aslancık olup miyavlayanını mı... 
yere atılmış bir dövizlerini buluyorum, "oyuncu da işçidir"i alıyorum elime, kepimle de tam bir uyumsuzluk hali! olsun, ben joker emekçiyim işte! "ortaya karışık emekçi"
beş on dakika elimde tiyatro emekçisi gibi dolaştırıyorum dövizi ki, çomakların üzerindeki hanım fark ediyor beni. "sen en iyisi o dövizi bana ver" diyerek joker oluşumu anımsatıyor bana. boynum bükük veriyorum.  ama yine de ayrılmıyoruz yanlarından, çifte tellilere sardırmaya devam diyerek yürüyoruz. derken bir yerde sıkışıyor kortej. el ele tutuşmuş tiyatrocuların yanına sıkışıyorum. "korteji bölmeyelim" diye azar işitiyorum, yine gözler kepimde. haydaaaa, ne zaman böldüm? kepimden dolayı bölücü gibi mi duruyorum yoksa? "valla o gruba da ait değilim" diyecek oluyorum, emekçi tiyatrocu manidar bir bakış fırlatıyor. ne zaman öteki haline geldik? yanımdaki arkadaşla uzuyoruz itinayla.
solda dövizimi kapan çomak cambazı mavili ablayı görebilirsiniz.
ama maşallah ne çok tiyatrocu varmış, yürü yürü bitmiyor. "seyirci kalma, tiyatronu sattırma" sloganı atılmaya başlanınca, dayanamıyorum, verip veriştiriyorum. "hadi oradan, destek oluyoruz işte, korteje almak istemiyorsunuz" diye. yok öyle yağma! bu dışlama da neyin nesi?
ama bir tek onlar değil ki, bütün grupların öyle bir tutumu var, aralarında başka grubun dövizini taşıyan, yeleğini ya da kepini giymiş olana şüpheci gözlerle bakıyorlar.
ileride politik bir partinin dövizini buluyorum tuvalet kuyruğunda. "işçi cinayetlerine son verilsin!" diyor döviz. yerde kalmasın böyle güzel bir mesaj diyerek alıyorum, arkadaşım da bir sendika yeleği bulup geçiriyor sırtına. öbür arkadaşlarımız akıllı, hiç renk vermemek için ne bir döviz ne de kep taşıyorlar.
tuvalet kuyruğu deyince de tuvaletçiyi anmadan geçemeyeceğim, zira onun keyfine diyecek yok, o gün loto'da altı rakamı tutturmuşçasına para basıyor alenen. öyle bir kuyruk var ki, arkadaşlarımı beklerken parkta, köpeğin teki ağaç gövdeme işemeye kalkıyor, kepimi gösteriyorum, hırlıyor o da.
benim parti dövizimi fark eden başka bir sendika grubundaki adam -ama bu sefer gayet sevecen bir ötekileştirme ile- "grubunuzdan çok uzağa düşmüşsünüz" diyor. yaaa "sormayın, ayran içtik, ayrı düştük" diyerek gülüyorum ben de.
en minik emekçi
taksim meydanı ana baba günü, iğne atsan yere düşmez, gezi parkından istiklal girişine, yani meydanın bir ucundan diğer ucuna yarım saatte yol alabiliyoruz. ben gitmeye karar veriyorum, ama çıkışı bulana aşk olsun. herkesin polis barikatının üzerinden tırmandığı bir noktadan ben de tırmanıyorum miting alanından çıkabilmek için. ama başka bir koridora götürüyor bu da beni, labirentteki fare gibi görünmeyen peynirin kovalıyorum resmen. ama emekçi yılmıyor işte, miting alanından da nihayetinde emeğiyle çıkmayı başarıyor!
görmemişin bir mayıs'ı olmuşçasına ne kepimi çıkarıyorum, ne de -bu sefer kimseye kaptırmadığım- dövizimi bırakmıyorum. hatta kepimi beğenip isteyen bir sokak veledine de "hayatta vermem, ne sloganlar atarak, kortejde yürüyerek kazandım ben o kepi" diyorum. merakla bakan gözlere caka satarak yürüyorum istiklalde, vapurda çaktırmadan dövizimi okumaya çalışan amcaya da -ben de çaktırmadan tabii- dövizi görebileceği şekilde çeviriyorum hemen. -güya belli etmeden- göstere göstere taşıyorum üşenmeden eve. neyse, en azından seneye malzemem var, inadına ortaya karışık emekçi olarak katılacağım yine!

bir mayıs manyaklığı diye bir hastalık mı var ne...

şşşşşt, vali duymasın da.

Hiç yorum yok: