27 Ekim 2012 Cumartesi

kötü veterinerlik

akşam bir arkadaşıma anlatırken aklıma geldi. moda'da bir kaç sene önce açılmış bir veteriner kliniği var, dükkandan bozma minnacık yerde çalışıyorlar. sanırım sadece iki genç veterinerden oluşuyor. moda pati veteriner kliniğinden bahsediyorum. 
alaca henüz 15 buçuk yaşındaydı, göğsünde minik bir şişlik gördüm. asıl veterineri gündüzleri muayenesinde yoktu, benim de bir yoğunluğum vardı o zamanlar, akşam kursu veriyorum, gidemedim. kader bu ya, bunlara götürdüm. "aaa bir şeyi yok, su toplamış sadece. sizi rahatsız ederse şırıngayla alırız." demişlerdi. beni mi rahatsız ederse?! demek alaca'yı rahatsız eden bir şey değil. ben abartmışım demek diyerek oralı olmadım. ama bir iki ay içinde o "su toplamış şişlik" morarmaya başlanmasın mı! hemen veterinerimize götürdüm.  biyopsi yapıldı. "ah neden hemen getirmediniz, tümör aşamasına geçmiş. erken gelinseydi, tümöre dönüşmeden önce, daha kolay önlem alınırdı" dedi. ve ben yıkıldım! zırlaya zırlaya eve geldim. eve gelirken de bu moda pati veteriner'e uğradım. durumu anlattım. sizin yüzünüzden geç kaldım, dedim. "aaa, tabii moraliniz bozuk, içinizi dökün elbette!" dedi oradaki nazik genç veteriner! dondum kaldım! "size içimi dökmeye hiç ihtiyacım yok! yaptığınız hatayı bilin diye gelmiştim, ama anlaşılan sizde bunu görecek ne olgunluk ne de mesleki ahlak anlayışı var! diye bağırdım. ve oradaki başka hasta sahibine de, kedinizi nasıl bir veterinere emanet ettiğinizi bilin diye söylenerek çıktım. 
nereden mi. geldim buraya? akşam bir sokak kedisini götürecek veteriner arıyorduk, hem bayramda açık, hem de sokak hayvanından para almayacak kadar hayvanları seven bir yer. mecburen bunları da aradık, zira pek bir yer açık değil.  65 lira civarında muayene parasını alacaklarını söylediler. gözünüzü para doyursun! sizin hekimliğinizden gelecek fayda da olmaz olsun!!!!

cumartesi akşamı

yalnız yaşayan biri ne yapar akşamları? ya kıçını devirir, erkenden kanapede tv karşısında sızar kalır, ya da müdavimi olduğu bara kapağı atar, bir yere tek başına oturur ve blog yazar. 
şimdi zehir okuyucularım hemen itiraz edecek. bütün yalnızlar böyle mi yapıyor sanki diyerek. tabii ki böyle yapacak, yapmazsa bizzat o yalnızın evine kadar gelip o sızdığı kanapede uyandırmazsam ne olayım!
hmm düşündüm de, yok, uyandırmak şimdi çok meşakkatlı, ben şu oturmuş olduğum bar köşesinden yazıma devam edeyim. sanki insanlığa daha az zararım olacak (dikkatinizi çekiyorum, "faydam olacak" demedim) gibi. netekim, ben de her kentli yalnız vatan evladı gibi, hafiften sosyalleşebileceğim ama yine de yalnızlığımı da bir parça kendime saklayabileceğim bir mekanda, çevremde olup bitene hafiften göz süzmek suretiyle (mesela şu an sağ yanımdaki çift şapırtıyla öpüşüyor, sol yanımdaki garson da biraları yüklenip götürme niyetinde) evimden uzakta olma ihtiyacımı gideriyorum. bir yandan da instagram üzerinden gelen yeni yetmelerin mesajlarına cevap yazıyorum. 
aslında benno'nun yokluğu hafiften dürtüyor, kalk git evine, minik oğluşunun yanına diyor o dürten taraf. direniyorum. bütün günümüz birlikte geçti, arada özlemek de lazım. 
bu ilk bar yazım değil, sonuncusu da olmayacak elbette. bir başıma buralara gelmeye devam ettikçe ben daha çok bar yazısı yazarım.  özellikle de cumartesi akşamları. 

25 Ekim 2012 Perşembe

benno hikayeleri


benno hayatıma girdiğinden beri yazmaya pek vakit bulamaz oldum. nasıl bulayım! sabah kalkıyorum, ilk iş benno'yu çişe çıkartmak, sonra kahvaltı ve işe gidiş. işten geliyorum, ilk iş benno'yu çişe çıkarmak. hatta akşam çıkıyorsam, muhakkak yanıma alıyorum minik itimi. bütün gün yalnız kaldı zaten, bir de akşam mı kalsın. o çıkmayacaksa ben de çıkmam, daha 
birlikte belki başkasına çok sıradan gelecek ama bana göre acayip maceralar yaşıyoruz. yok kaka yemeceler, adada faytonlardan korkmacalar, ya da sokakta bulunan poşetle delicesine oynamacalar.  başka köpeklerin saldırısı ise başlı başına köpek gazetesine beş dörtlük manşet niteliğinde.iyi. 
anlayacağın sevgili okurum, benim dünyam feci halde bu minik sevgili etrafına dönmeye başlamış da ateş bacayı satış bile. hatta fransızca dersinde adını da koydum! millet iPad'ine olan aşkını ifade ederken, ben bu bıcırığa ilan-ı aşkta bulundum. hocam ise böyle bir köpek aşkını tuhaf bularak iPad aşkını onayladığını ifade etti... "la havle" demekten öte bir şey yapamadım. tabii ki içimden çektim o la havle'yi. ne de olsa hocam. iPad'e aşık olabiliyorsun da köpeğine olamıyorsun!!! nasıl bir dünya bu yahu?! bal gibi de aşığım işte. dersin ortasında ellerimi kokluyorum, ah oğluşumun kokusu sinmiş diyerek. hele ki vapura koşturmacalarım var, evlere şenlik. daha erken vapuru yakalarım da biraz daha erken oğluşuma varırım diye. 
her eve gelişim de ayrı bir heyecan.  acaba bugün neyi kemirdi, hangi eşyanın canına okudu düşünceleriyle eve varıyorum. o da sağolsun, hiç hayal kırıklığına uğratmıyor beni. ya terliğinin canına okumuş oluyor, ya da yastığın kenarından itina ile sabırla oyulmuş bir ısırık alıyor, ya da minderin elyafını salonun her tarafına saçmak için özel çaba gösteriyor. yani, her akşam başka tatlı bir sürprizle hayatıma hoş bir renk katmak için o da özenle çalışıyor! 
ama şimdi kalkıp birisi, madem yordu kerata, ver bana dese,  bunu diyenin tepesine tuğlayı indirirdim herhalde. henüz hayatıma gireli topu topu bir ay oldu, ama öyle bir yer kapladı eşşek sıpası, onsuzluk koca bir boşluk gibi...
yani görünen o ki, benno hikayeleri yakın gelecekte dadından yinmez bir halde devam edecek. 


10 Ekim 2012 Çarşamba

insan bir sürü hayvanıdır

başlığı cümle halinde yazdığımda hakaret gibi duruyor, ama kardeşim eğri oturalım düz konuşalım: ne yani yalan mı, insan evladı tam bir sürü hayyanı gibi davranmıyor mu? 
köpekleri daha iyi anlamaya çalışma gayretiyle elime geçen her kaynağı okurken etrafıma baktığımda aslında köpekler için anlatılan pek çok şeyin insan üzerine de oturduğunu görünce, şöyle bir "hayda"yı seslice düşündüm. 

ohooo, güzel kardeşim, bu dediğin yeni bir şey değil ki, zaten insanın sürü halinde yaşadığı bilinen bir olgu diyerek karşı çıkacaklar olabilir. ben de, ey ahali, amerika'yı ben keşfettim demiyorum ki! sadece bazı çok basit gerçekleri insan bilse de ancak birebir bu kadar net görünce, gerçek manada algılıyor demeye çalışıyorum. işte o çok taze şaşkınlığımı paylaşmak benim derdim. 

neyse, konumuza dönecek olursak, mesela köpeklerde bir alpha kuçu olur, o karar verir kimin ne yapacağına. hadi buyrun, bizim de yok mu alphaların alphası, en bi ana alpha! bazısını seçimle başımıza getiririz, bazısı totaliter hal ve tavırla, zorla alphalığını ilan eder. 
yolda giderken alpha her zaman yol önceliği ister, önüne gelene hırlar. hahahaha, buyur trafiğin haline bak, ya da en basitinden istiklal ya da bahariye gibi kalabalık caddelerde yürümeye kalk, bir sürü alpha hırlayıp durur. yol önceliği ondadır, onda olmazsa alphalığı sarsılır. 
en iyi yiyecek, en iyi eşya onundur, paylaşmak istemez ve bunun için savaşır. 
ve her sürü hayvanı gibi de yalnız kalamaz, ille de ait olmalıdır bir yerlere.  zaten bu aidiyet duygusuyla kendini bir alphanın yönetimine bırakır. sürünün güvenliği, yemek ya da yer bulma gibi sorumlulukları ona bırakıp basit bir köpek olmak ister.

ee bunu fark ettim de, başım göğe mi erdi?! yok valla, bir yere erdiği merdiği yok, hala aynı sürünün içinde kendi minik sürümün alphası olmaya gayret ediyorum. 

3 Ekim 2012 Çarşamba

kedi köpek ya da köpeği anlamak.

en son baktığım köpek, oniki yıl öncesine dayanıyor, o da üstelik benim değildi. aşırı yoğun çalışan ve bir sokak ötemde oturan sevgilimin napolitan masitifiydi. onun iş yoğunluğundan köpekle öyle bir haşır neşir omuştum ki, kendi sahibinden ziyade benim sözümü dinler olmuştu yavrucak. yavrucak dediğim de yetmiş kiloya ulaşmış dev bir bebekti. ama bir o kadar uysal tatlı bir bebek. bir horladı mı, tüm daire sallanırdı adeta. ama maalesef uzun bir ömre sahip olamadı. sahibiyle ayrıldık, o da iş yerine götürdü, garibim de o rada sevgisizlikten öldü. eski sevgilimle iyi arkadaşız hala, biliyorum, hala vicdan azabı çeker bu yüzden. 
yani uzun lafın kısası, köpek nasıl bakılır, ne edilir, tamamen unutmuşum. küçücük Rus finosuylanasıl iletişeceğim, şaşırmış vaziyetteydim. kedilerden komple farklı bir dile sahipler. neyse ki, şu köpeklere fısıldayan adam, cesar millan'ın web sitesi formatını buldum da hayatım kurtuldu desem yeridir. meğer köpekleri hiç tanımıyor ve davranışlarını yanlış değerlendiriyormuşuz. dünden beri başımı kaldırmadan okuyorum ve bıdıkla hayatımız değişti desem yeridir. sadece dün akşam ve bu sabah yürüme egzersizlerini yaptık ve hayvanın bana olan davranışı bambaşka! mesela, artık onsuz çıkacağımı anladığında kene gibi yapışıp, kapıya koşup, benle gelmek için ısrar etmiyor. yine koşup pencereden, ardımdan bakıyor elbette, ama galiba o sürü liderine olan saygılı bir mesafeden oluyor. 
evet ya, köpekler neticede sürü hayvanı ve katı hiyerarşik bir düzene ihtiyaç duymaktalar. evdeki tüm insanlar hiyerarşik düzende köpekten yüksek olduğu hissettirilmezse, bizim sevgi gösterisi diye zannettiğimiz, ama aslında düzeni hiçe saymak anlamına gelen davranışlar sergiliyorlar. mesela bacaklarınıza atlamak, kesinlikle saygılı bir davranış değil, ve hiyerarşide sizi kaale almadığının belirtisi.  köpeği olan okuyucum varsa, bu siteyi cidden hatim etsin. diyorum ya, dün akşam bir, bu sabah iki, ve şimdiden değişti. elbette müthiş yorucu, sürekli dikkatinizi köpeğinize vermek zorundasınız. eve geldiğimde tükenmiş olduğumu hissediyorum. ama köpeğiniz de yoruluyor. ve üstelik bu daha başlangıç. ölene kadar eğitimi bitmiyormuş. ama mutlu bir köpek için kesinlikle değer. çünkü köpeğe liderin siz olduğunu hissettirmezseniz, liderliği o ele almak zorunda. ve düşünsenize, lideri kâh dinleyip, kâh dinlemeyen bir sürüden sorumlu olmak hayvana nasıl bir eziyet.
bu egzersizlere başladığımızdan beri artık restoranların, ilgi gösteren insanların, kedilerin ve hatta başka köpeklerin -sonuncusunda henüz çok başında olduğumu itiraf etmeliyim- önünden sorunsuzca geçebilir olduk. otuz beş yere işemiyor, yolun ortasına büyük işini yapmıyor artık. dünya varmış be!
eğer sizde de bu dört bacaklılardan varsa, siz siz olun, hiyerarşide yerini bilen ve bu sayede mutlu mesut bir havhava sahip olmanın keyfine bir an evvel varmaya bakın.