"sustuğumuz için açığa çıkamıyor, sır gibi saklanıyor bu fizik ötesi dünya?!"
demiştim bu sabah, ya da gecenin bitiminde. ama özenle de susmaya devam ettiğimi fark ediyorum şimdi. çünkü nereden başlayacağımı bilmiyorum.
konuşursam deli diyecekler, susarsam ben kendime yabancılaşacağım.
aylardır edebi mecmua'da şiirle anlattıklarımı izlenimci bir üslupla düz yazıya çevirmeye kalktığımda tıkanıp kalıyorum. zira şiire sığınıp, onun ardına saklanmak çok daha kolay. her ne kadar olanı biteni imgelere çevirmek zor görünse de. düz yazıda son, ama aslında bilhassa mayıs ayını, değil yazmak, düşünmek bile aklımdan tam anlamıyla şüphe etmeme sebep oluyor.
gülerek deliliğini ilan etmek başka, bu düşünceyle gerçek manada başa çıkabilmekse bambaşka. iki ayrı mevzu.
ve işte yine başlayamıyorum anlatmaya. boş bir sayfaya saatlerce bakıyorum, sanki kendiliğinden dökülecek satırlar.
sorun şu ki, yeniden uykuya bağımlılığım gelişti. uyku zihni zayıflatıyor, düşünme yetisini baltalıyor. keşke hiç uyku ihtiyacımız olmasa! hele ki ömrün üçte birini uykuda geçirdiğimizi düşündükçe... uykuya feci halde düşman kesildim. ki bunu daha önce anlatmıştım bir yazımda. ne ne zaman sıkıya gelsem zihnim yeniden uykuya sarınmak istiyor.
onaltı yaşındayken jack london'ın "martin eden"i okumuş, yazar olan kahramnın daha çok yazabilmek uğruna uykusunu bir saate indirgemesinden öyle etkilenmiştim ki, ben de uykumu kısmaya başlamıştım. tabii ancak dört saate indiriebilmiş, genç. bedenim ama ancak beş altı ay buna dayanabilmiş, çok zayıflamaya ve göz altlarım morarmaya başlayınca annem durumu anlamış ve beni zorla uyutur olmuştu.
biliyorum konudan sapıyorum. gayet bilincindeyim.
gerçeği yazmayı başarmış olanları düşünüyorum. ya yeni bir dînin yayılmasına neden oldular, ya da hayal gücünün ardına sakladılar.
kutsanmış biri olmadığıma göre kendi gerçekliğimi ancak hayal gücümün ardına saklayabilirim. o halde bu yazının bir manası yok. edebi mecmua'da görüşürüz...