Vapurda oturmuş, deryalara dalmışım, bir de pazar sabahı mahmurluğu var üzerimde, elimde de bir gazetenin kitap eki. Okuyup okuyup dalıyorum. Karşıma biri oturuyor, ee vapur burası, elbette oturacak, o yüzden başımı çevirip bakmıyorum. Öne doğru eğilince bana bir şeyler dediğini ayırt ediyor ve kulaklıkları çıkarıyorum. Otuz-kırk yaşlarında hafiften dobiş, sabah tıraşını olmamış karayağız bir adam elimdekini işaret ediyor:
- Kasteye bi bahabilir miyim?
- Gazete değil bu, dergi.
Ne çok bilmiş şeyim ben ama!
- Tamam ona bahayım.
Safça, ulen bu adam kitap ekiyle napsın diye düşünerek karşılık veriyorum:
- Ama ben okuyorum şu anda!
Tekrar kulaklıklarımı takıp dergiye sokuyorum burnumu.
Bizimki kolay pes edeceğe benzemiyor ki, tekrar deniyor, kulaklıkları çıkarıyorum.
- Saat kaç?
Zaten kollarım meydanda, saat taşımadığım belli. Ellerimi bilmiyorum şeklinde kaldırıyorum.
Benim gibi şapşal bile anladı bunun niyetini, devamı gelmeden takıyorum kulaklıkları. Ama yok faydasız.
- Sizi biringe benzetiyom ben. Bizim eşyerinden.
Deme yahu, eben olmasın o?
- Evet hep benzetirler.
Ben de seni benzeteceğim birazdan. Başımı dergiye gömüyorum ama anladım nihayetinde, kurtuluş yok galiba.
- Gözleriniz yeşil yeşil, ne gadar gozel.
Kibarlığıını yesinler senin! Muhabbet muhteşem bir yere gidiyor. İşte şimdi Cafer işi bitirdi, kokusu alenen çıktı ortaya dercesine bakıyorum adama "yeşil yeşil".
Bir an için duraksıyorum, ayıp olur mu diye. Kendime bir "hadi oradan" çekip, hemen giyiyorum montumu, adamın yüzüne bile bakmadan kaçıyorum alt kata.
Başından beri hata ettiğimin farkındayım: dergiyi tutuşturacaktım eline, ne seyirlik olurdu ama...
Al sana pazar keyfi!
2 yorum:
süper valla...adam resmen taciz etmiş ya.. konuşmayı pek bilmiyor ama maşallah çapkınlık diz boyu..eee kardeşim sende gazeteyi veriverseydin adamcağıza belliki sonradan niyeti bozmuş..ayrıca birazcıkda suç gözlerinde galiba...
iyi ki dergiyi eline verme mişsin! yoksa güzel yazını okuma keyfinden uzak malacaktık.
Yorum Gönder