24 Mayıs 2008 Cumartesi

elveda cup

seni mahalle veletlerinin elinden alıp da bahçeye koyduğumda, çok düşünmüştüm, nereden buldular, çok mu uzaktasın, annen arıyor mudur diye. almak istememiştim seni evime, çok miniktin, çok zavallıydın henüz açılmamış gözlerinle, o ince ama ortalığı inleten sesinle. nasıl da beklemiş, umut etmiştim annen senin blur da, alır diye. bakmaya kalksam, öleceğinden korkmuştum. ertesi gün dayanamayıp almıştım seni, 2 hafta bile yaşatabileceğimden emin değilken yanımdan tam 13 yıl ayrılmamak üzere yerleştin, bütün huysuzlukların, duyarlılıklarınla evime, kalbimin kocaman bir bölümüne.

her eve gelişimi bilirdin sanki, alacakız'ın aksine, bir defa olsun eve gelişlerimi karşılamamazlık etmedin. ağladığımda nasıl da bilir, yanımda biterdin, teselli etmek ister gibi. nasıl da severdin sebzeyi, hele mısır tanelerini, ya da haşlanmış patatesi. hel hele o kestane düşkünlüğün... ölürdün kestane yemek için...
hele o baba oluşun, yavrularının annelerinden bile çok koruyşun, onlar rahat yemek yesin diye yemeden başlarında bekleyişin...


her gece olmasa da, uyku vaktim geldi mi, beklerdin ki yatağa gideyim, takılırdın hemen peşime, benle uzanırdın yatağa, sanki "şu çocuğu uyutayım da, sonra gidip yetişkin programları seyredyim" der gibi. ben uyuduktan sonra giderdin hep içeri.
hasta olduğun iki hafta boyunca ise, sen yanımda omayınca gözümü kapatamaz olmuştum. ama gitmiyordun artık, halsizce yatıyordun sabaha kadar, hatta ben kalktıktan sonra daha uzun bir zaman...

her ne kadar bazen yastık frlattıysam da sabah uyandırmalarını özleyeceğim bebişim. her istediğini emredercesine söylenerek yaptırmalarını, suya düşkünlüğünü, yani herşeyinle seni.
hastalığını çok daha erken anlamayı isterdim, üstelik korkarım senin o ortalıkta söylenerek gezinmelerin de ağrılarından ötürüydü, ama anlayamadım tatlım, bilemedim; şimdi anlamlandırabiliyorum...

son iki haftanda veterinerin ısrarıyla uygulanan tedavi de eziyet olduysa özür dilerim minik aşkım, ama umuttu işte, belk bir iki sene kazanıdrırız sana diye... bilmemiyorum istediğin kedi hayatını yaşayabildin mi birtanem, ama hayatımı pasylaştığım en dost canlı sen oldun bana cup.

13 yıl için sana sonsuz teşekkürler,

rahat uyu cup'um.

11 Mayıs 2008 Pazar

13 yıllık bir sevda

cup hasta. hem de epey hasta. salı günü başlayan bir keyifsizlik, iştahsızlık.

vitamin verdim, veteriner arkadaşla konuştum, vitamin etki eder belki, bekle biraz.
iyileşeceğine iyice kötüye gidiyor durum. cuma günü dersimi iptal edip erken çıktım. cup'u aldım, apar topar kazasker'de muayenehanesi olan bir arkadşaıma götürdüm. kan aldı, büyük ihtimalle böbrekler dedi, ama herşeyine bakalım.

oğlanda gık yok, kimbilir nasıl ağrıları var. muayene masasından kaçmaya çalışıyor, sığındıkça sığınıyor bana, hani karnımı açabilse, içine yerleşecek.
ertesi gün sonuçları aldık. böbrekler meğerse iflas etmiş. biraz daha gecikseymişim, ölüsünü bulacakmışım.

tekrar yollandık muayenehaneye. bir buçuk saat serum, sayısız iğneler ve minik kolunda kocaman bir anjiyo katateriyle geri döndük. dört gün daha serum ve iğneler var. sonra ayda bir kontrol, altı ay boyunca.

kedilerde diyalize bağlanma şansı yok, böbrekler çalışmıyorsa direkt ölüm. vet arkadaşımın söylediği, süreci yavaşlatmaya çalışacakmışız bundan böyle. şansımız varsa normal yaşam sürecini yaşayabilirmiş...

serum verilirken ben koyverdim, ağlıyorum ver yansın. haziranda tam 13 yaşını dolduracak; hayatımı en uzun paylaştığım canlıyı yitirme olasılığı .. yok şu an bile düşünmek istemiyorum.
yardımcı kadını da tepeme dikti vet arkadaş, yalnız bırakmayalım, morali bozuldu diyerek. yalnız kalınca değil a baytarım, dünden beri tutuyorum da fırsat anca oldu da koyverdim.

muhtemelen huysuzluğuna verdiğim o bağırtılar böbrek ağrısındanmış. böbrekler bir anda iflas eden organ değillermiş, yavaş yavaş ilerliyor bu.

faideli bilgi: yaşlı kediniz mi var? şu iki gösterge çok mühim, kuyruğa doğru, bel kısmı içe çökmüşse ve tüyleri kuş tüyü gibi ara ara kabarıksa bir an önce veterinere gösterin.

diyet mamalar aldım eve gelir gelmez. bir lokmacık yedi bile. üre değerinin biraz düştüğünün göstergesi. ilk zaferimiz. bu sefer de mutluluktan zırlıyorum gitsin.
tren olduk birbirimize, o nerede, ben peşinde, sonra ben nerede o peşimde.
arada kateterine hamle yapıyor, ben de başlığı takarım diye hamle yapıyorum. başlık da çok komik, takınca hayvanın tüm dengesi tabakhane yoluna...

alaca ne yapıyor diye sorarsanız; deli gibi kıskanıyor derim. haklı o da. gerçi eve döndüğümüzde, başlığını, katater takılı bandaj içindeki kolunu, herşeyi itinayla kokladı inceledi.
akşam cup yatak odasına gitmek istedi, -gündüzleri kapatıyorum kapıyı, yatağımın bazası lime lime oldu- hasta ya, her şeye izin var, işese yastığıma, baş koyacam çişine, o denli...
yattı paşamız yatağa, ben de kitabımı aldım, yanına uzandım. alaca da hop yanımızda. beni de sev, ihmal ettin tadında çıktı kucağıma. bir posta da ona sevgi. tam mutlu aile tablosu: onlar uyudu, ben okudum.

şimdi baktım, cup'a dair epey yazmışım
-maşallah, ayşegül serisi tadında cup serisi yapmışım-, gerçi okuyucum tanıyor cup'u artık, ama şuraya anımsatma tadında eskileri aldım:

kahvaltılık cup efendi
ulumaca
cup'un bebekliği
esther williams cup
masaj salonunda cup
cup ve alaca fotoları
kırpılmış cup

7 Mayıs 2008 Çarşamba

pirinç boykotu

bölüm I

pazartesi marketin birinden alışveriş ediyordum; makarnalarla pirinçler yanana. ben makarna bakarken, sakallı bir amca da pirinçlere bakıyor. sol omuzumdaki tüylü şey dürttü!
- siz pirinç boykotuna katılmıyor musunuz?
- ne boykotu o?
diye hışımla döndü amca bana, belli ki tefekkür halinden uyandırmıştım, rahatsız olmuştu.

- stokladılar ya toptancılar, fiyatlar düşsün diye bir kaç hafta pirinç almayacğız.

daha da sinirlendi amca:

- ne demek efendim, ihtiyacım var!
diyerek sana ne der gibi döndü ardını, sohbetimiz bitmiştir manasında.

ben de pirinç eksikliğinin nasıl bir ihtiyaç, ne tür bir sağlık sorununa neden olabilir düşüncesiyle ve halkımızın bu birlik duygusu karşısındaki derin minnet ile huşu içinde uzaklaştım.


pilavınız afiyet şeker olsun, darısı yoksul ülkelerin başına!

bölüm II

bugün de markette kasada sıra beklerken önümdeki genç adamın pirinç paketine takıldı gözüm.
sol omzumdaki zıpladı yine, dayanamadım.
- kimse de katılmıyor bu pirinç boykotuna
diye yüksek sesle söylendim. adam döndü bana baktı
- ne boykotu?
diye sordu. anlattım.
- hiç haberim yoktu
dedi. ve pirincini satın aldı çıktı.

rica ederim, sayemde bilgilenmiş oldun. neye yaradıysa...

3 Mayıs 2008 Cumartesi

gazetelerin düzeysizliği

televole kültürüyle mi başladı yoksa reality showlarıyla mı? önce şiddeti olabildiğince ürpertici boyutlarıyla sundular, hissizleştirdiler halkı, sonra da medyanın satabileceği haberlerin değeri kalmamış olmalı ki cevher bulmuşçasına yeni bir alan keşfettiler: cinsel şiddet.
medya tekeli gazeteleri açıp baktığınızda, taciz, tecavüz, vb cinsel suçlar öyle bir detayla veriliyor ki, sado-mazo pornografik öykü okuyor sanıyorsunuz. üstelik başlıklar bile yetiyor içeriğinin ne denli ucuz ve yaşanan o hazin olaya ne denli duyarsızlıkla yaklaşıldığını anlamanız için. buraya savımı kanıtlamak üzere örnek bakmaya girişmiştim ki, linklerini koymakla iyi bir şey yapmayacağımıdan, yani o tür haberlerin okunmasına bir de buradan katkı sağlamamak adına vazgeçtim. üstelik haberleri okurken sinirlenip gariban monitörümü de parçalayasım an meselesiydi. neymiş, parmağıyla taciz etmişmiş... filme de çekseydiniz bari!


işin tuhaf tarafı, ortalama vatandaşların bu haberleri şiddete susamışçasına alıp okumaları. bu yönde de mi bir hissizlik gelişmeye başladı, yoksa içlerindeki gizli sadist mi harekete geçti?

bilemiyorum, ama pippa bacca trajedilerinin yaşanması bu ülke coğrafyasında çok da şaşılası gelmiyor bana artık. medyanın ellerine sağlık!

çikolata yemek ya da yememek, işte asıl mesele bu

yok güzel kardeşim yok, bitti o eski aşklar, o eski dostluklar, o değer vermeler... ya da ben mi yaşlandım, yakınır oldum zamane tüketim manyaklığndan? olabilir, yaş kemale ermiş, kemal kırkları tutturmuş, saçımızda boy boy sülalesiyle yerleşmiş aklar...

bugün bir sms ile bitiyor aşklar, bir maille. yüzyüze görüşmeye bile gerek yok. gayet pratik. bitmekle de kalmıyor, tüketildi ya, geriye hiç bir şeyi kalmıyor, ne bir dostluğu ne bir arayıp sorma... dahası, gerek de yok, ne konuşacağım ki diyor insanlar.
haklılar elbette, tüketilmiştir artık. çikolatyı yiyip bitirdikten sonra soruyor musunuz ki ne halde o çikolata diye, çoktan sindirim sisteminizin çıkış kapsına gelmiştir, hakkın rahmetine, oradan da kanalizasyon sonsuzluğuna kavuşmuştur o.

yok kötü bir benzetmeydi, çikolata kimdi, yiyen kimdi? çikolata olana haksızlık olacak...

ama ilişkiler de çikolataya benzememeli zaten. fazlaca yiyince karın ağrısı yaptı diye vaz mı geçmek gerekiyor? yok sıcakta eriyor, buzdolabında fazla katılaşıyor, yiyince kilo yapıyor, yemeyince rüyalara giriyor da bilmem ne... hep yakınma hep.
hadi vazgeçtik diyelim, arada bir o çikolatanın hatrını sormak, hani yemesek de markette göz göze gelmek, o kadar tatlı olmasaydın şimdi seni alır, eve götürür bir güzel yerdim demek...
yok bu hiç olmadı...

son cümle kayıtlardan çıkarılsın hakime hanım (bu tip diyaloglarda hakim bey derler hep. ne seksist yaklaşım!)
markette karşılaşınca, aa sen de varmışsın buralarda, hala mevcutsun, bak bir parçanı yedim, ama hala yepyeni duruyorsun diyebiliriz onun yerine.

yok yok, biz topyekun bu çikolata imgesinden vazgeçelim. aslında çikolatayı da nasıl severim. hayır, konumuz çikolata değildi. tamam, hemen geri dönüyorum ama bir tavsiyede bulunayım izninizle, hiç bir dilim ekmeğin üzerinde labne peynire kahvaltılık sürme çikolata karıştırıp yediniz mi? offff yeme de seyret dur gibisinden bir hoş olmalık bir tad o!

tamam döndüm, ilişkiler demiştik, aşklar, dostluklar....
kolay bitiyor... biri gider bir gelir mantığı var, ne de olsa çağ iletişim çağı, insanlarla bir araya gelmek, kopmak kadar kolay.
telefon reklamında ne güzel demiş: "bu geyik sarmadı hooop başka geyiğe", işte bu kadar kolay dostlukları harcamak. artık fedakarlık yok, emek yok. insanlar eğlendikleri sürece birlikte olmak istiyor, hayatın bal şeker yönlerini görmek istiyor sadece. destek, paylaşım sadece iyi şeylere yönelik. peki hani dayanışma, acıları paylaşma? yok öyle bir şey, bencillik had safhada. önce ben diyor iletişim çağını yakalamış modern kentli insan evladı. önce ben, bende sonrası tufan!


son ayların popüler sitesinde bile durum öyle, ne kadar çok arkadaşın varsa o kadar popüler sayılıyorsun, forsun artıyor. yahu boşuna dememişler miydi, sayı değil, kalite önemli diye. ama dinleyen kim! az olsun öz olsun tadındaki özdeyişleri de duyan yok.
sanal sohbet listesindeki isimleri siler gibi siliyorsun sonra reel yaşamındaki dostlarını.

oyyyy, durdurun beni dostlar (hala silmeyen varsa beni listesinden), bu yazı can dündar, doğan cüceloğlu yazısına dönüşmek üzere...


yok yok ben bu blogu silerim arkadaş, canım çikolata çekti!