Neyse boş ver, keyfini çıkar şimdi!
Birden gülümseyerek biri yaklaşıyor bana doğru. Eyvah dikiz olayını abarttım galiba, şimdi laf edecek. Aman pek de şirin gülümsüyor. Gelip karşıma dikiliyor, dudaklarını açıyor ve miyavlıyor! Evet yanlış okumadınız, adam resmen miyavlıyor! Mart ayında mıyız demeye kalmıyor, gözlerimi ovuşturup bakıyorum tekrar.
O da ne? Odamın tavanı beyaz beyaz sırıtıyor bana doğru! Hani kızgın kumlardan serin sulara hoplamalar, hani yanık tenli miyavlar…
Beyaz tavan fonlu sahnenin orta yerinde ağır çekimde bir pati uzanıyor henüz uyku kıvamından ayılamamış sol gözümün 45 derecelik ekseni üzerinden suratıma paralel burnuma doğru. İkiz kulelere dalan kamikaze gibi diyeceğim, ama bu hızda ilerlemiş olsaydı o uçaklar, değil içindeki insanları, komple binayı taşımış olurlardı uçak varana kadar.
“Cup!” diye inlememle pati hızla uzaklaşıyor, hani ben aslında rüya görmeye devam ediyorum, o pati de orada hiç var olmadı cinsinden bir masumiyetle mırlıyor bir de üstüne üstlük.
Şimdi kalk mis gibi palmiyelerin gölgesinden gri bir İstanbul sabahına, yeni dökülmüş betonu hiç görmemiş heveslilerin ayak izi çıkarmaya çalıştıkları gibi burnunda patisinin izini bırakmaya gayretli bir huysuza da mama servisi yap!
Hadi oradan diye mırıldanarak popumu yeni Esenboğa Limanı’nın hava sahası tadında pirelere dönüyorum.
Yalnız, uyku mahmurluğundan olsa gerek düşmanı her defasında küçümseme gaflet ve delaletine dalıyorum. Su uyur, Cup uyumaz, uyanık olmakla da kalmaz sizin de uykunuza incir ağacı diker, bir de etrafında 500. geleneksel dolunaya ağıt yakma şampiyonası düzenler! Ağıt demekle ağıtlara hakarette bulunduğumun bilincini idrak etmenin mahcubiyetiyle hatamı derhal düzeltiyor ve böğürme şampiyonası olarak düzeltiyorum.
Şimdi Birleşmiş Boğalar ve Öküzler Birliği’nin temsilcileri tekzip yazısı gönderebilir, o mahlukatın çıkardığı ses ile bizim bülbül sesimiz karşılaştırılamaz diye. Ben de bunun üzerine Eşekler Federasyon’undan çekinerek “anırma” diyeceğim, ya da demeyeceğim ama derdimi ifade etmiş olmayı umacağım. Çünkü bu dört ayaklı, beyaz postlu ev arkadaşımın çıkardığı ses, kesinlikle kendi türüne ait olması gereken ses değil, başka bir şey…
İşte o tarifi mümkünsüz nadide ses sabahları hemen kalkmadığım takdirde evin tüm odalarında yankılanmaya başlıyor.
Uykumun katma değer oranı doğrultusunda bazı sabahlar yastık kavgasına kaçmaya çalışsam da, kalkmadan ulaşılabilir yastık ve bilumum pelüş yaratıktan oluşan cephane azlığı ancak 15-20 dakikalık bir gecikme sağlıyor. Çünkü işgalci güç sizden sabırlı! Ve ses gücü paketlenip ses bombası kıvamında piyasaya sürülebilir (bunun piyasasın bilen varsa, haber versin, zengin olduğumun resmidir! Tamam, söz veriyorum, gelirin %10’unu cebinizde bilin!)
Sonunda komşuların uzaydan düşmüş bir yaratığı boğazladığımı NASA’ya ihbar edecekler endişesiyle bizim huysuzun sesine rakip çıkabilecek bir homurdanmayla kalkıyorum zoraki.
Bu kadar gürültünün sebebi elbette yatak altındaki petrol kaynakları değil, beyefendinin mama kabındaki yoksunluk. Ama sanırsınız ki, Somali’ye yardım paketi birkaç ay gecikmeli geliyor!
Üstelik bağırtının ahenk ve ses uyumundan tüm sülalenize rahmet okunduğunu da gayet net anlıyorsunuz.
“Hay ben de senin yedi sülaleni saygıyla anıyorum” mukabilinde bir nidayla mutlu sonun göründüğü mama kabı istikametine yol alıyorsunuz.
Yanda da açlıktan bitap düşmüş bir deri dört pati kalmış Somalili Cup efendiyi görüyorsunuz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder