Yaz başıydı galiba, yan apartmana yeni birisi taşınmıştı. Kendisini görme şerefine(!) erişemediysem de kedisiyle bir hayli muhabbetimiz oldu. Çünkü hayvancağız günü pencerede miyav da miyav diye ağlanarak geçiriyordu. Apartman aralığına bakan mutfak pencerem, onların açık olan ve yüklüğe benzettiğim bir odanın camıyla karşı karşıya.
Kedi sürekli ağlıyordu. Önce şımarık bir kedi diye çok üstünde durmadım, ancak bu ağlamalar bitmeyince komşunun kapısını çaldım, apartmandaki diğer komşularına sordum ama nasıl ulaşabileceğime dair bir bilgiyi edinemedim.
Karşı pencerenizde ha babam bir kedi miyavlarsa hangi yürek dayanır buna? Elbette pes etmedim. Başladı mı benim camdan cama yem maceram! Bir avuç kuru mama gazete kağıdına itinayla sarılır, karşı pencere hedeflenir ve "Birleşmiş Kedi Milletleri " damgalı yardım paketi fırlatılır. Paketimiz de güm diye apartman aralığına düşürülür! İyi bir atıcı olmadığımı biliyordum, atışlarımı düzeltene kadar da apartman aralığını kedi maması bahçesine çevirmiştim bile. Yine de yılmadan bir hafta beslemiştim kediyi.
Bu esnada ne bizim kedi miyavlamaktan vazgeçmişti (ki ben durumu abartmış, poşet içinde içecek su yardımı bile yapmaya başlamıştım, üstelik pencere hedefini artık minimumda ıskalar vaziyette), ne de ben sahibine ulaşmayı denemekten. Sonunda karşı emlakçıya sormayı akıl edebilmiş, bu sorumluluk sahibi kedi dostuna ulaşabilmiştim.
İlk telefon konuşmamız da yaklaşık şu mecrada cereyan etmişti:
- Merhaba ben yan komşunuz, kediniz bir haftayı geçti pencerelerde ağlıyor
- Ah evet teşekkür ederim duyarlılığınız için
- Ama hayvanı bu kadar yalnız bırakmanız… Sizce doğru mu?
- Haklısınız ama teyzemin kalp sorunu, babamın tansiyonu, memlekete gitmek zorunda kaldım…
- Olabilir, ancak birisine anahtar bırakın hiç olmazsa, yazık değil mi o hayvana
- Anlıyorum da bu sizi niye bu kadar ilgilendiriyor? Sizin sonunuz mu?
Tabii benim şalterler bu cümle üzerine atar!
- Ne demek benim sorunum mu? Elbette benimi sorunum. Ama bu kadar az ilgilenirseniz kedinizle asıl sizin sorununuz olacak, çünkü yeni kabul edilen hayvanları koruma yasasına göre suç işliyorsunuz!
Konuşmanın devamını toparlayamayacağım bağrışmalara dönüşmüş, hakarete varacağını sezinlediğimde de çareyi telefonu kapatmakta görmüştüm.
O dönemde bir hayli araştırmış, birkaç hayvanları koruma kuruluşuna yazmış (ve sadece bir tanesinden – o da belediyeye şikayet edin minvalinde bir yanıt almış) ama kısa sürede sorunuma çare oluşturacak çözüm bulamamıştım.
Geçen zamanda kediyi biraz daha gözlemleme fırsatını bulunca, bizimkinin bir parça yaygaracı olduğunu, dolaysıyla sahibine bir parça haksızlık etmiş olacağımı anlamış, özür dileme maksadıyla tekrar aramış ancak telefonlarım yanıtsız kalmıştı.
Ve sanırım iyi de olmuş yanıtsız kaldığı.
Artık evde olduğunu çıkardığı gürültülerden (kah biriyle canhıraş kavga ediyor, kah messengerin sesini sonuna kadar açıyordu) anlıyordum.
Yine bir gün mutfak penceresi açarken bir de ne göreyim, bambaşka bir kedi yabani yabani bana bakmasın mı karşı camdan?
E bizim “ağlak” nereye kaybolmuştu?
Sevgili komşum, başını derde sokacağını anladığı kedisini yenisiyle değiştirmişti! Hani bozuk çıkan ütünüzü mağazaya götürüp de çalışanıyla değiştirmek gibi bir şeydi bu galiba!!!
Değiştirme de işe yaramıştı hani, yeni kedi cıkı çıkmaz hatasız gıcır gıcır bir şeydi yani!
Aylarca “ağlak” kedinin akıbetini merak ettim.
Birkaç gün önce arka bahçede kedinin biri acı acı miyavlıyordu, yahu bu miyavlama bir yerden tanıdık geliyor ama nereden diye düşünürken, miyavlanı epey uğraştıktan sonra görebildim. Bizim “ağlak” olmasın mı bu!
Oh be, ne ala iş! Bozuk çıkan malı at sokağa, yenisin al! Ütü ya bu, kim ne der?
Ülkemizde pek çok hayvan “severin” petshoplardan yüksek rakamlara alıp da hevesini giderdikten ya da bakamayacağını anladıktan sonra sokağa attığı onca “pahalı” hayvancık varken, bir sokak kedisinin akıbetini kim ne yapsın!
Yok yok, hepsine yazık, hepsine yazık da, elden ne geliyor?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder