21 Ekim 2006 Cumartesi

Bir şaşkın vardır bende, benden içeri, hiç de ses etmez dışarı...(Part 2)

Söylemeyi unutmuş olabilirim, ama şaşkınlık konusunda yaptıklarım yapacaklarımın teminatıdır demeliydim, dememişim…

Şimdi demiş bulunuyorum lakin!

Demem odur ki, hasta sevgili haberi ile başlayan şaşkınlıklar dizisini başarıyla sürdürmeye kararlı olduğumu, şu geçtiğimiz birkaç gün içinde iyice idrak etmiş bulundum.

Şaşkınlık, Volüm 1

Vapurda pek havalı dolanan bir keloğlan, güya güneş gözlüklerinin gerisinden beni kesiyor. Çareyi, bunun havasına beş çeker asortik bir hareketle gözlüğümün güneşlikli klipsini takmam oluyor tabii (“Aboov, ne klipsi bu?” diyenlere parantez açıp sevabına açıklama yapayım: efem, bunlar gayet şık bir model, normal “mö” gözlüğünüz üzerine istediğiniz renk ve ebatta mıknatıslı klipsleri var, takıyorsunuz, “mö” gözlüğünüz hemencecik matrix kamuflâjına bürünmüş! Almak isteyenlere optikçi arkadaşımın meelini veririm. Ne de olsa komisyonum cukka!).

Vapurun tırabzanına yaslanırken de, “bizi ergenliğe yeni adım atmış sübyanlara bırakma” türevinden bir ah çekiyorum.

İşte böylesine bir umursamazlık ve “hıh” havalarındayken rüzgâr saçlarımı dağıtıyor, sanki inadına yüzüme bırakıyor. Ben de o havalı pozuma halel gelmesin diye elimi saçıma atacak oluyorum, olamıyorum derken, elim gözlüğüme çarpıyor, benim klips manyetiğinden kurtuluyor, havada zarif bir salto atıp ben elimi uzatamadan balıklama serin sulara dalıyor!

Peşinden, sana yanlış öğretmişler deniz gözlüğü değilsin, geri gel diye seslenecek oluyorum, demin saçımı suratıma üfleyen rüzgâr, bu fırsatı kollamış bir yunusun erken gelen bayram hediyesi için teşekkür eden flipper vari kikirdemesini taşıyor kulağıma…

Şaşkınlık, Volüm 2

Okul dönüşü bir taş iki kaş misali (atasözünü ziyan etmiyorum, sadece çok feci kuş severim, kıyamıyorum, ne yapayım?) otobüste öğrencilerin ödevini okurken öyle bir dalmışım ki (ama çocuklar da roman gibi yazmış, okuyanı acaip sarıyor), son durağa geldiğimizi ancak başka bir yolcu dürtünce fark ettim. Panikle eşyalarımı toparlayayım, kendimi otobüsten dışarı atayım, şoför beni maazallah dağa falan kaçırmasın diye koşuşturmacaya gireyim diye debelenirken kendimi finikülerin içinde buldum. Ama boynumdaki kolyeyi bulamadım! Üstelik Prag’dan, hem de Karlsköprüsü üzerinde aldığım mavili incikli cincinkli güzel bir şeydi (hay havam batsın değil mi, kaybımı anlatırken dahi hava atacağım!). Ah ah!..

Eylemlerim devam edecektir…

Hiç yorum yok: