14 Ocak 2012 Cumartesi

bir olma hali ya da uykusuzluğumun sanrılarında gezinirken

sekiz gündür, önceleri sinuzit, şimdi ise bioritmimin bozulmasından dolayı uykusuzluk çekiyorum. insomnia boyutlarına varır mı bu gidişat bilmem, varırsa da yapacak bir şey yok. her insomnia hastası gibi bununla yaşamayı öğreniriz elbette. (burada bir güncelleme yapma ihtiyacı hissediyorum; sonunda akıl edıp sinüzitim için doktorun vermiş olduğu ilacın yan etkilerine bakma akıllılığını gösterebildim, meğerse müsebbibi şahsen kendileriymiş...!)

yatakta hareketsizce yattığım anlarda meditasyon yapmaya çalışırken, bedensizliği hayal ediyorum. düşünsenize, bedenin oluşturduğu bu ağır külfetten kurtulmuş, salt ruh haline geçmiş, saydam, ele avuca gelmez, hava olup çıkmışsınız!
ama bahsettiğim, ölüm değil. hoş, gerçi ölümü de böyle hayal etmiyor değilim, özü kapsayan ve mevcut olma halinin gercek manada kendini geliştirmesine engel olan ağırlıktan arınma olarak! ama bu fani bedeninin varlığına öylesine alıştırmış durumda ki insan oğlu kendini, onu yitirmeyi bir facia olarak algılamakta. ölümü ah ve vahlarla karşılamakta. ee tabii ne de olsa kendi ölümü değil! şimdi sen kendi ölümünü yaşadın mı ki, nereden biliyorsun? kabilinde gayet mantıklı bir soru gelebilir. neredeeee! geri dönüşü belki de mümkün olamayan bu tecrübeyi yaşama aşkıyla da intihar edemem, kusura bakmayın, ya yanıldıysam? bir de o tarafı var! ki mülümanların "allah"ı ya da hiristiyanların "tanrı"sı, ya da herhangi bir dinin tek ve/veya çok tanrısı varsa, zaten hapı yutmuş vaziyetteyim. "cehennem"lerinin müdavimi olacağım kesin. hatta beni, öbür günahkarları yaksın diye en dibe yerleştirecekler, demirbaş ayarında, bir daha hiç çıkmayayım, kor gibi yanmaya devam ederek.
ama konumuz olan bedensizliğe döneyim ben izninizle. ölüm ve facia demiştim. yok efendim öyle facia macia. tam tersi, facianın içinde onu hapis tutan bir zindan gibi beden. ee kurtulduk ne olacak? çok güzel şeyler olacak! misal, içimizde bizi biz yapan o özün, yani husserl'in kast ettiği öz kavramını, asla değişmeyen ve ontolojik anlamda bizi reel kılan özün ta kendisini idrak etmemizi sağlayacak bence. galiba ancak o zaman, plotinus'un bahsettiği "bir"e ait trilyonlarca parçadan biri olduğumuzun ayırdına varacağız. iste o "bir" az evvel var mı yok mu diye kanaat getiremediğim ama sizin de tahmin edeceğiniz üzere "tanrı", "allah" ya da "kozmik enerji", adını nasıl koymak isterseniz koyun o metafizik gücün ta kendisi bence. -hani az önce emin değildin, diyerek çıkışmayın hemen, durun hele, bir dinleyin anacım önce beni!-
ee güç bu denli büyük olunca kendisini yalnız hissetmiş olmalı ki, dur şuradan minik parçalara bölüneyim de bunları birbirine düşüreyim, bakalım benim onlar, onların da ben olduğumu ayırt edecekler mi kabilinde bir bölünme vashıl olmuş. diğer bir deyişle insan evladı işte o metafizik gücün bedenlere geçirilerek bölünmüş hali. yanlış anımsamıyorsam hem kur'an'da hem de incil'de, maalesef hangisi olduğunu anımsayamadığım ayetler de buna işaret ediyor olmalı, "yaratıcı"ın insanı kendi suretinde yarattığını söylerken.
sorun da tam bu noktada başlamakta kanaatimce, zira yoldan çıkışımızın bedenleşmemizle başladı! bedene hapis olmakla 'öz'ümüzün dayandığı noktayı unutmuş, cisim kazanmış benliğimizden ibaret olduğumuzu sanıp tüm var oluşu cisimler dünyasına indirgemişiz.
tabii bunlar plotinius'un değil, benim çatlak düşüncelerim! yalnız plotinus'un bu mevzuda söylediği bir şey daha var, o da, o 'bir'i merkezi bir kuvvet olarak tarif eder, ve ondan çok uzaklaşan 'ruh'ların kötü olarak tabir ettigimiz, hırsız, katil, ırz düşmanı [ya da devlet liderine] dönüştüğünü söyler. başka deyişle, yaratıcı gücü merkezde güneş olarak alırsak, bölünmüş minik hallerini de birer gezegen, hitler'i artık gezegen bile sayılmayan plüton, ya da dört uydusundan biri olarak görebiliriz. yok yahu, galiba hitler'i komple güneş sisteminin dışına iteklemek lazım.

eee peki, kurtulduk bedenden, "öz" olma halini deneyimledik, ne olacak diye sormayacaksınız umarım aziz okuyucum. bunun ötesi yok ki! "ben" olma hali ortada kalamayacağı için sonsuz özgürlüğe de ulaşmış olacağımızı düşünüyorum. "ermek", "nirvana" ya da "aydınlanmak" deyin, işte mutlak olma halidir bu. ama varmaktan ziyade, yol almayı seven, cevaptan (cevapların bir önemi yoktur, tek işlevleri yeni sorular doğurmasıdır demişti tez hocam, kulakları çınlasın) ziyade, doğru soru sormayı amaç edinmiş bendenizi ürkütmüyor değil bu durum. buyrun, başladığımız yere geri mi döndük? ouroborus'un o mutlakiyetini kırmak için "bir" olma halinden çıkmamış mıydık? (bu arada hemen nasıl da biz diyerek, kendimi de o "bir"in, bunun idrakına varmış üyesi haline getirdim!)
tevekkeli, havva cennetten kovdurmamıştı kendini!

Hiç yorum yok: