30 Haziran 2007 Cumartesi

eyvah kuraklık geliyor! yaşasın su tüketimi! - 2


hani demiştim ya ilk yazımda, halk, su hiç bitmeyecek gibi davranıyor, peki belediye ne yapıyor dersiniz?
ne yapacak, halktan daha beter cahil davranıyor!
buyrun: dün sabah çektiğim videofilm size cevap versin!

anlamadığım, bütün çevre kuruluşları ve çevre bakanlığı bile bu kadar bas bas suyu az harcayın diye bağırırken, belediyler nasıl oluyor da bahçe hortumunun açık bırakıp suyu boşa harcayabiliyor? nasıl bu kadar cahil olunabilir?
boşa akan suyu gördükçe içim parçalandı!

vaktim olsa, sırf merakımdan orada durup, suyun ne kadar süreyle aynı noktaya akıtıldığını filme almaya cevam edecektim.

29 Haziran 2007 Cuma

çarkı felek


bu fotoğrafı dayu gönderdi.
görünce dayanamadım, buna bir yazı çıkar dedim.
sanki
karşımdaki çiçek değil de rengarenk bir uzay mekiği, hani neredeyse mr. spock'u camdan bakarken göreceğiz...

tabii merak ettim, neyin nesi bu "atılgan" diye.
gavurca, yani latince adı
passiflora caerulea, nam-ı diğer blue passion. ingilizce adı buysa, vaaaay, türkçe adı ne olmuştur diye merak ediyor insan, ama karşıma çıka çıka ne çıkıyor dersiniz?
çarkıfelek !
hatta ikinci bir adı var, o da diğerinden beter: saatçiçeği.

şimdi gel de Türkler için tutkulu insanlar de!
yelkovanı
suya dalmış, akrebi birinin totosunu ısırmış saatin bir de meyveleri var, türkçe adını bulamadım, ama ingilizcesi çiçeğin adına yaraşır bir şekilde: passionfruit.

daha detaylı bilgi için bir de blog buldum, adı bahçevan.


derken envai çeşidinin fotoları içinde kayboldum gittim.
hepsini buraya almak mümkün değil, o yüzden en çok beğendiklerimi ve elbette spock'a yaraşır olanlarını sizle paylaşıyorum.
isimlerini de es geçeceğim, neticede hepsi passiflora ailesinin yakışıklı birer üyesi.

ha, şunu da belirtmezsem ölürüm: hani bitkisel bir şurup var ya, bitkisel sedatif yazar ambalajının üzerinde, ama aslında placebo olan bir "ilaç", işte bu bitkinin özünden yapılmaktadır.

ne bitkiymiş yahu, güzelliğini seyret için açılsın; meyvesini ye karnın doysun; özünü de sık, şurup yap, yatıştırsın!
daha ne olsun?
ek bahçene bundan bir adet, ömür boyu mutlu kalırsın!!

28 Haziran 2007 Perşembe

kaç yılın en sıcak günü

ntv'deki hava durumu sonucusu ile haber spikeri kaç yılın en sıcak gününü yaşadığmıza karar verse de biz de bilgilensek: hava durumunda 75 yılın en sıcak gününü yaşadık derken, spiker 5 dakika bile geçmeden buna hemencecik 3 yıl ekleyip, 78 yılın en sıcak haziran gününü yaşadığımızı söylüyor.

e tabii benimkisi de iş, şurada 3 yılın lafı mı olur?

ne iş olsa yaparım abi dükkanı

evimin hemen yanındaki sokakta bu dükkan. dileyene tesisatçı oluyor, dileyene branda geriyor, eskicilik yapıyor, bisiklet tamir ediyor, tabela ve afiş yazıyor.
bir de fotoğrafta görünmeyen bir dikiş makinesi dikkatimi çekti dükkanın içinde, yani giysi tadilatı da mevcut.
her iş geliyor abinin elinden, anlayacağınız ne ararsanız var!

hani dükkana girsem, brandası değişmiş, bisikleti tamir edilmiş, giysilerindeki yırtıkları dikilmiş, evindeki kapı gıcırtısından kurtulmuş (belki böğüren komşuma da bir çaresi vardır...) yep yeni gıcır gıcır biri olarak çıkacağım!

insanın her eve lazım diyesi geliyor böyle bir dükkan için.

25 Haziran 2007 Pazartesi

yaratıcı yurdum otobüsçüsü

tam koltuğa oturacağım, koltuğun sırt kısmı yatabilen koltuklar tadında arkaya kaykılmasın mı!

hani iki durak arası uyuma pozisyonuna rahatlıkla geçebilirsiniz.
ama "çay kahve servisi yapılacaktır, koltuklarınızı düz konuma getirin" diyen bir anons yok, olsa da zaten koltuk düz konuma gelmiyor! basbayağı kırılmış sırt kısımları koltukların.


yurdum otobüsçüsü yine de yılmamış o bozuk koltuklarla yola çıkıyor. bulmuş bir parça kablo, dolamış tutma yerlerinden yandaki sağlam koltuğa, onu da destek yapmış.

ne yani, yolcu otuabildiğine şükretsin! bir de sırtını mı dayayacak?!

24 Haziran 2007 Pazar

okul bahçesinde bir tavşan rakibi

gezintiye çıkmıştım, hava da sıcak mı sıcak, ben tıngır mıngır yürüyorum, ot böcük görmüşüm, içim açılmış. ama birden kalaba oluyor, insanoğlundan geçilmiyor, ayaklar önümdeki otları çiğniyor, sinir oluyorum. hadi yolun karşısına geçeyim, bu kadar gelmişim, artık geri dönemem diye niyetleniyorum, hazır şu teneke kutular da geçmiyor, tam bir ayağımı atıyorum asfalta, bir el uzanıyor "ayy canım ezilecek buuu!" diye inleyerek kaldırıyor beni koyuyor geldiğim yöne.
bak sen haspama, ezlecekmişim! sen nereden biliyorsun a zilli, sanki dört tekerlekli canavalardan kendimi koruyamayacak kadar acizim! hem zaten onca yolu, sen beni geri koyasın diye teptiydim ben!

22 Haziran 2007 Cuma

martı jonathan kasapçı

evet, martımızın adı jonathan, soyadı kasapçı. nedeni de gayet açık sanırım.

benden önce daldı dükkana, gerçi biraz ürkek adımlarla ama buranın devamlı müşterisi olduğunu hissettiren alışkın adımlarla ve selam bile vermeden girdi konuya: kes abi butun en iyi tarafından, kuşbaşı olsun!
kasap da bu garip müşterisine gayet aşina bir halde sordu, kardeş paket mi yapayım, burada mı yiyecen?

ben ağzım açık bir halde bu vukuatı film olarak kayıt etmeyi akıl etmeye çalışırken koca gövdesiyle densiz bir insan evladı müşteri tipinde
bizim iki kanatlı arkadaşı ürkütür şekilde hücum buyurdu!

dolaysıyla çekebildiğim görüntü, bizim jonathan'ın dükkana tekrar girmeye çalışmasından ibaret kaldı.

20 Haziran 2007 Çarşamba

tango

inanılmaz bir film. hele ki 1980 gibi bilgisayarlı animasyonun olmadığı ve herşeyin elle yapıldığı bir dönemde meydana getirildiği düşünülürse bir baş yapıt olduğunu kuşkusuz kabul edersiniz.
aynı mekanın içinde 44 farklı karakter girip çıkıyor ve hiç biri birbirine değmeden hareket ediyor, yani aslında birbirleriyle hiç bir ilintileri yok ve odanın içinde tamamen tek başınaymış gibi hareket ediyorlar!
film
polonyalı Zbigniew Rybczyński'ye ait ve 1983'de Oscar almış. buna ilaveten 3 daha farklı film yarışmasından ödüllerle dönmüş.

19 Haziran 2007 Salı

bir şaşı, bir şaşı daha

bizim mahallede, elimde makine dolanırken - evet helaya bile fotoğraf makinesi ile gider oldum sizin yüzünüzden, öhöm yani sizlere hizmet amacıyla demek istemiştim. hani olur da marifetim dile gelir, kaçırmayayım, sizlere kanıtıyla birlikte sunayım manasında. neyse konudan sapmayalım - baktım şu şaşı arkadaş bana bakıyor! aslında bana baktığından çok emin değildim, çünkü bir gözü bana, diğer gözü konya dolaylarına bakıyor gibiydi ama benim ona baktığımdan emin olabilirsiniz. onun tek gözü ve benim iki gözümün karşılaştığı noktadada elim hemen makineye gitti ve beyefendi olduğunu düşündüğüm bu şaşı beş kedi kardeşi poz poz resimledim.

bu arada ben mi şaşı kedileri buluyorum, onlar mı beni bilmem, ama portföyümde şaşı kediler birikmeye başladı...

18 Haziran 2007 Pazartesi

bankacı robin

almanya'daki bir bankacı fakir olduğunu düşündüğü müşterilerine para dağıtmış!

valla ne diyeyim, 10 ömür yaşasam böyle bir bankacım olmayacaktır.
bir sabah kalkıyorsunuz ve hesabınızdaki bir kaç liranın üzerine
birden bire şöyle güzel bir yüz binlik eklenivermiş!

korkarım ben salakça bir şekilde bankayı haberdar ederdim!
zaten kesin bu robin amca'yı ele veren benim gibi saftirik bir müşteriydi...

15 Haziran 2007 Cuma

saksağın yuvasından üzücü haber!

son ankara seyahatimi anlatırken bahsetmiştim. minik saksağan bebeleri büyyecekti o yuvada. ama maalesef bebelerle birlikte herşey dağıtılmış. sevgilim ofiste unuttuğu bir şey için geri dönecek olmuş, içeri girdiğinde ne görsün: yuvanın yerinde yeller esiyor! neymiş, görüntüyü bozuyormuş, kirlilik yaratıyormuş!

Tepelerine saksağanlar pislesin!

14 Haziran 2007 Perşembe

güzel buluş

aslında yoruma yer bırakmayan bir buluş bu!

düşünsenize: oturduğunuzda günün stresini atmanızı sağlayacak bir kenefiniz var! gönül daha ne ister ki?
"hay ağzına ettiğimin" diyerek ister patronunuzu hayal edin, ister kayınvalidenizi!

hatta üşenmeyin, değiştirebilir suratlar yaptırın, hani şu tek kullanımlık kağıtlar var ya, kenefin kenarlığına döşeyip üzerine tünediğiniz, işte onlardan yaptırın: her gün başkasının ağzına şeedin, rahatlayın!

ben de mesela başbakanlısını yaptırmayı düşünüyorum. belki yanlarına Bush ve Blair'lisini de katarım.

Bir tek şu dil biraz düşündürüyor. Hareketli bir şeye benziyor bu sanki, tahret amaçlı mı kullanılıyor acaba? ıyyyy, düşüündüm de... koca bir dil! yok yok vazgeçtim hemen nedense!!

eyvah kuraklık geliyor! yaşasın su tüketimi!

medya bangır bangır yırtınıyor, baraj seviyesi düşük, kuraklık olacak, suyunuzu dikkatli kullanın diye. yetkili merciler uyarıyor, pek çok yerden suyu daha akıllıca, fazla harcamadan kullanma yöntemleri gösteriliyor.

peki bizim sevgili halkımız ne yapıyor?
hemen halısını yıkıyor, foşur foşur kapının önünü suluyor hortumla. müdahale
edip laf edince de "aaa ama olmaz ki başka şekli" diyor.
ya bu tehlike uyarıları yurdum insanında kısa devre yapıyor, güllük gülistanlıkmış gibi algılatıyor ya da bu insanlar ezelden beri polyanna'yı suya gönderip susuz getiren cinsten.

yani olayın kendisi gerçekleşene kadar herşey teoriden
ibaret sanki... aynen deprem senaryosunu dikkate almamaları gibi.

ama sadece "cahil, bilgisiz ve vurdumduymaz" yurdum insanı değil ki bunu yapan. çevremde suyu sonsuz kaynaklara sahipmişiz gibi kullanan yığınla eğitimli insan da var. isimlerini şimdi ifşa etmeyeceğim, ama onlar kendilerini zaten bilirler!

hani adeta, yahu bu dünyadaki son idealist salak ben mi kaldım dedirtiyorlar adama!

her ne ise torunlarımıza muhteşem bir dünya bırakacağımız kesindir...

10 Haziran 2007 Pazar

oynak pompacı

bambaşka bir şey ararken rastladım kendilerine. bakın amcam nasıl da döktürüyor!

mekan bir benzin istasyonu.
ya bizim pompacı çok az kazanıyor, ek gelir olarak dansözlük yapıyor, ya da benzin istasyonunun son kampanyası bu: 50 ytl'lik benzin alana bir posta çifte telli bonus veriliyor!

hani bir şey değil ama aynı adamın yeri gelince herkesten daha maço kesildiğine bahse varırım.
başka ülkede böylesine kıvırtık maçolar var mıdır?

sırf yazmış olmak için...

...başladım bu yazıya. yazmayınca, sanki gece yatarken dişimi fırçalamayı unutmuş gibi hissediyorum.
bir yanıma bir şeyler batıyor, uyuyamıyor kalkıyorum yataktan.


ama gündelik hayata bakarken bu aralar o alaycıl, herşeyi tiye alan yanımı bulamıyorum.
hayat pek bir ciddi bakıyor her açıdan.

halbuki önümde yazmak istediğim upuzuuun bir liste var, yeni sokak müzisyenlerinden tutun da alt katımdaki komşularım, kedilerim ve iş arkadaşlarıma kadar geniş bir yelpazede çekiştirebileceğim bir sürü insan ve olay dizilmişler bekleşiyorlar.

üstelik vaktim de var. okul tatile girmiş, kurslarımdan biri bitmiş, hafta içi iki haftam bomboş!


ama kafam değil.


bir yanım sokakta zırlayıp elin yaşlı amcalarına baba diye sarılası var, diğer yanım oturup fransızca çalışıyor, yüzmeye gidiyor. yani bana vakit kalmıyor.

ve TV'de X-Files bilmem kaçıncı kez aynı sezonu döndürüyor.

belki de sadece yoruldum. biraz kaybolmuş gibiyim.

karanlıkta bulutların arasından çoban yıldızı ışıldıyor.
baba, sen de görüyor musun?

7 Haziran 2007 Perşembe

vicdani meseleler

okulda not verme dönemi...

öğrenciler kapınızı nasıl da aşındırırlar. kimisi bir kaç daha yüksek not derdinde gelip pazarlık dahi ediyorlar. böylesine çok kızıyorum, ama her nedense öğrenci gittiği anda durumunu tekrar düşünüp içim elvermiyor ve istediği notu vermiş buluyorum kendimi.

bu dönem iki tane F vermek zorunda kaldım (yani o dersten kaldılar): biri göz göre göre paragraf paragraf aynen kopya ettiği ödevi bana yutturmaya kalkan bir öğrenci. ona hiç acımadım (yahu insan hiç olmazsa mühim kelimeleri, eş anlamlıları ile değiştirir! a avanak!). yani F notuna dua etsin, normalde disipline aksettirmem gerekirdi.

ama diğerine içim acıdı. çocuk gayet efendi ama dersi boyna ekiyor, yok annem hasta, yok belimi incittim, yok çalışıyorum... türlü çeşit bahane ile devamsızlığın dibine darı suyu ekmeyi becerdi. sınav günü bir hışım çıkardım kapının önüne.
- niye gelmediniz?
melul melul yüzüme bakıyor.
- söyleyecek bir şeyiniz var mı?
- çalışıyordum.
- o zaman bir öneri getirin bu durumu düzeltmek için. yoksa sınava almayacağım sizi!
melul bakış.
bekliyorum ki, ödev önerisi getirsin, hemen kabul edeceğim.
- evet bekliyorum.
- bakın arkadaşlarınızın sınav süresinden çalıyorsunuz!
- bir öneriniz yoksa, kusura bakmayın sizi derse alamayacağım!
hiç bir şey demeden çantasını alıp gidiyor.

sınav boyunca kuduruyorum öfkeden. bir yandan da bin pişmanlık. dayanamayıp yokluyorum kapının önünü. hani gezinse hırsız gibi, hemen alacağım içeri. ama yok.
günlerce de bekliyorum, hani belki bir mail atar, şans ister gibisinden, ama yok.

derdimi yılların hocası bir meslektaşıma açıyorum.
-bazen acımak dah kötü oluyor. böyle yaparak ona çok daha iyi bir ders verdin. bir sonraki dönemde daha dikkatli olacaktır.
inanmak istiyorum, kolay olanı o zira ama içim elvermiyor, ikna olamıyorum bir türlü.

bugün notları kayıt işlerine gönderdim.

tam bilgisayarı kapatacağım, benim haylazdan bir mail: gerçekten kalmayı hakediyor muyum sizce diye sormuş. ah be eşek, ulen şurada bir saat evvel neredeydin?

yarın ofise çağırdım. bakalım ne olacak...

2 Haziran 2007 Cumartesi

alaca'nın yazlık hapishanesi

Haziran ayını alaca ile açtım, bari alaca ile devam edeyim:
Evet doğru okudunuz, hapishane! Pencerenin parmaklığına çit teli gerdim (vallahi o nanenin adı öyle, nalbur dedi), böylece hem alaca hem cupcup yazlık voltalarını atabilecekleri bir avluya sahip oldular! Eh artık günde üç posta 10'ar dakikadan volta hakları var, ama sanki ben onlara öyle bir kısıtlama getirmemişim gibi bütün gün oradalar.! Ootoritemi feci şekilde hiçe sayıyorlar!

Fotoğraflarda da görüldüğü üzere daha çok alaca bu yazlığın sefasını sürüyor.
Burada da cup'un bu olaya kıl olup alaca'yı kovamaya çalışmasını seyredebilirsiniz.

1 Haziran 2007 Cuma

alaca'nın tuvaleti

Yok yok, alaca baloya bilan gitmiyor, yani giyilecek türden tuvalet almadım.
Ama belki o üstüne giyip bir baloya da katılır, ancak ayakkabısını düşürürse, prenisn peşine düşeceğini hiç sanmıyorum.

Bu tuvaletten biraz hallice büyüklükte olan evimi tuvalet kumundan mahrum bırakmak (yoksa kalk kumsalına dönüşmek üzereydi evim güzel evim) için koydum bu kutuyu banyoya. Kızımın da ilk macerasını elbette kaçırmadım ve video ziyafetine dönüştürdüm.

Tabii ki Cup da nasibini alıyor bu tuvaletten. Ya da tuvalet Cup'tan nasibini alıyor mu demeliydim?
Kimin kimden nasibini aldığı çok mühim değil de ben artık kokudan nasibimi almıyorum kutunun
kapağı sayesinde!