İstanbul'da yaşamak yetenek gerektiriyor çoğu zaman. İki defa gaspa (hani şu silahlı olanından) uğramış ve bıçağı bir tarafına yememiş şanslı biri olarak konuşuyorum karşınızda.
Yani bırakın silahlı soyguna uğramayı (ki itiraf ediyorum bir hayli beceriksiz bir "soyulan"ım - belki bir gün anlatırım, ama önce komik taraflarını bulmam lazım o iki hadisenin-) yolda yürümek bile zor şu yedi tepikli zulüm kentinde (yok yok kaçtığı için kızmıyorum zaten sevgilime, ama gittiği şehir daha matah bir yer olsa bari...).
Üstelik İstiklal Caddesi gibi kalabalık bir yer de olması gerekmiyor tepiklenmek için.
Koca meydan var, adam ille de üzerinize gelecek, sığmıyor ki yere göğe, o napsın! Hani sanki şehirde değil de, dağda bayırda geziniyor. Başka insan mı var da yol vereyim tadında...
Yoksa "hodri meydan, bakalım kim kaçacak kenara" oyunu mu oynuyoruz da acaba benim haberim yok?
Bazı günler kibar ve medeni insan görüntüsünde çekiliyorum herkesin önünden kenara, bazı zaman üstüme geldiklerinde, duruyorum yol ortasında, çarpacak mı acep diye de beklemeye başlıyorum. Ama bazen de tepem atıyor, dikleştiriyorum omuzumu (nasılsa karşımdakinin yol vermeye niyeti yok) bir güzel geçiriyorum, bir de geri dönüp, önünüze baksanıza kardeşim diye fırça atıyorum.
Ama işin en ilginç yanı, insanlar bunu kanıksamış durumda. Medeni insan günlerimde, kazara çarptıklarımdan hemen özür diliyorum, adamın ruhu duymuyor. Dönüp bakmıyor bile. Ya çarptığımı algılamıyor ya da alışmış. Kimse çarpmayınca yadırgıyordur belki de.
Bir de azınlıkta olmalarına karşın çok da sinir bozucu tiplemeler var, hani çarpıp da özür dilediğinizde, "önüne baksana öküz" diyenleri! Tamam kelimesi kelimesine bu olması gerekmiyor, ama zaten özür dilemiş karşındaki, ne uzatıyorsun kardeşim?
Yahut ben mi çok yufka yürekliyim de özür dilediklerinde hemen yelkenlerim suya iniveriyor?
Her ne ise, bol çarpmalı, tepikli günler dilerim...
1 yorum:
eee, kalabalık şehirde yaşamanın dezavantajı. bak, burası da türk dolu; ama kimsenin bana çarptığı falan yok.
Yorum Gönder