akın ok abimiz albümü verdiğinde bütün bir hafta sonu boyunca gitarın 34 asi çocuğunu bıkmadan usanamadan defalarca dinlemiş, akın'ı böyle bir derlemeye giriştiği için her dinleyişimde kutlamıştım. her ne kadar, akın ilk cd'nin başında, gitarın asi çocuklarını anlattığı bir denemesini koyup, bir parça kör göze parmak soktuysa da, derleme kesinlikle alınıp dinlenmeye değer. akın'ın konuşması bir, ikinci cd'de yer alan "barış şiiri"ni iki olmak üzere, bu iki "yapıtı" çıkarınca, geriye 34 asi bebe kalıyor! onlar da dadından yinmez parçaları ile bulunmaz bir derleme oluşturmuşlar. defalarca dinlense de insanı bıktırmayan cinsten. rock, blues ve fusion arasında gidip gelen ama ağırlığını en çok rock, hard rock ve heavy arasında dolaştıran bir derleme.
benim favorilerim: ergin altınal - göl rüzgarı, ilhan yabantaş - tush, murat çorak - ben, can güney- hard running, ayhan orhuntaş - uyanınca bu sabah, zafer şanlı - 4.20, serdar çokuslu - biz, sebahattin taşdöğen - şaban, murat çelik çırak - son bir şans, hakan şavklı - 01.50 a.m, serkan ciner - sis bulutu, melih güzel yakarış, beruğ cemil - düşünceler, cem köksal - winning road, serkan civelek - yola devam, cafer arat - uyan leyla, ama en çok da ercüneyt özdemir - divane'sini, bülent ay - ömrü hazan'ı ve ayhan yener - mavi düşler'ini sevdim. galiba bu aralar içinde bulunduğum cozutmaya hitap ettiği için sevdim, yoksa diğerlerinden daha yüce bir müzakalitesi olduğundan değil. hoş, olsa da bende bunun anlayacak kulak nerede. naçiz bir dinleyiciyim işte ben de.
neyse sanırım geriye anılmadık fazla pek bir sanatçı, dolayısıyla parça bırakmadım gibi. nasıl bırakayım, keyfine varılacak acayip kaliteli bir albüm olmuş! eh hadi bari, geri kalanlarını da bir zahmet albümü alıp kendiniz dinleyin.
evet derleme çok güzel, ama açıkçası adına düzenlenen onur gecesi bence tam bir fiyasko idi. nedense bu ülkede bu tür alternatif girişimler hep çirkinlikleri de kendi için barındırmak zorunda mıdır?
dokuz buçukta başlayacağı ilan edilen gece, ben on buçukta vardığmda belli ki henüz yeni başlamıştı. bu ülkede saatlerce boş boş beklemek istemiyorsanız, söylenen saatten bir iki saat geç gitmekte hep fayda var. hoş, bunu siz değerli okuyucularım zaten biliyorsunuzdur. ama otuz yıldır burada yaşayan bendeniz hala şaşıyor ya... neyse, o da ayrı yazı konusu.
vardığımda akın, her zamanki gibi almış eline sazı, anlatıyor da anlatıyor. anlatıp durmakla ayakta dikilen seyirciyi bir güzel yordu. nedense bu tür etkinliklerde kısa ve öz konuşmanın her zaman daha akılda kalacağı ve seyiriciyi sıkmadan asıl amacına götüreceği gerçeği, bilhassa da retoriği güçlü olmayan insanlar tarafından bilinmez ve kendilerine bunu söyleyen mi olmaz nedendir bilmem, ama işte çoğunlukla göz ardı edilir bu gerçek. akın'ın retoriği kötü demiyorum, sadece kısa konuşmayı öğrenmesi gerek diyorum, uzun konuşmaları yazılara saklamak lazım!
sıra geldi "ödüller" olarak tabir edilen sertifikaların dağıtımına. albüm'deki isimlerin çoğunun gelmediği, gelemediği gecede, benim dışımda herkese bir sertifika verildi gibi. hatta melih güzel ile daha sonra çıkacak ve aslında fusion çalan güzel trompetçi ablaya da hemen -belli ki orada çarçabuk yazılmış- bir adet sertifika tez elden yazılıp verildi. hani elim gitar tutabileydi, eminim bana da hemen bir sertifika takdim edilecekti. yani anlayacağınız tam bir körler sağırlar birbirini ağırlar gecesiydi! ama inatla kalmaya devam ettim, nereden bileyim, bu henüz kötünün başı olduğunu!
hasan cihat örter'e de ödül verilince, basın yasağı yediği için konuşmayı özlemiş, ama konuştukça ne kadar boş gevelediğini fark etmeyen bir adamcağız konuşmaya başladı. eyvaaah, hani akın'ın tatlı hayallerini anlattığı şirin konuşmalarını özletecek cinsten, kendince belli ki bır kısım kişi ve kuruluşlara nefret duyan çirkin laflar içeren bir konuşmaya doğru gidiyordu ki akın zamanında bir müdahale ederek kısa kesmesini sağladı. bu ilk fiyaskodan sonra da ben hala uyanmayıp safi kötü bir limon suyundan hazırlanmış votkamı yudumlamaya devam ettim. neyse ki ardı arkası kesilmeyen ödüllere bir ara verildi de, melih güzel aldı gitarını eline, trompetçi abla ile dört beş kulak pası silen, ama albümle pek alakası olmayan fusion parçalar çaldı da, ortam gevşedi.
ee gece fusion parçalarla mı bitecek, albümden hiç parça dinlemeyecek miyiz diye düşünürken, melih'e es verdirildi, akın sahneye fırlayıp, onur konuğu olan seyyal taner'in geldiğini anons etti. tam o esnada, belli ki buna tavır koyan birileri oldu, akın'dan beklemeyeceğim bir teritoryal sidik yarışı yakarışları işitildi: "benim de kuşağım var, lütfen gecemi rezil etmeyin." tadında gecenin anlam ve önemini onurlu bir şekilde altını çizen, kısaca, geceye damgasını vuran naçiz sözler!
alkış ve buuh sesleri altında yıllanmış, ve nedendir bilinmez, sürekli enteresan hareketlerde bulunan bir seyyal abla çıktı sahneye. şarkı mı söyleyecek, ne olacak diye merakla beklerken, o da yaptı yapacağını ve cihat amcayı çağırdı. oh, o da bir saat evvel içinde kalmış olan konuşmayı yapamamanın ukdesiyle başladı mı tekrar veryansınlara...
nefretle kuşanmış bir insanın sahnesine daha fazla seyirci kalmamam gerektiğine nihayet kanaat getirerek kendimi geç de olsa ev yoluna dökebildim. gece nasıl bitti, kavga dövüş çıktı mı, emin olun merak etmiyorum.
hani insana bu türden keşke dedirten etkinlik düzenlemeseler de biz yapılan güzel işleri ansak -ki "gitarın asi çocukları" adlı derleme böylesine güzel bir iş- daha mı faydalı olacak bu vatana millete diye tefekküre daldırıyor böyle geceler.