ya da misafir perverliğin diğer adı
prag ile ilgili bir önceki yazımda da çıtlatmıştım, çek insanları başka güzel diye. henüz varışımın ilk bir kaç saatinde bu misafir perliğin ilk örneğini yaşama fırsatı buldum: otelime yerleştikten sonra, şehri en kısa yoldan tanıma olanağının bir şehir turuna katılmakla mümkün olacağını düşündüm ve oteldeki resepsiyonistin de yardımıyla bir tura yazılıp, ücretini de ödedim. yalnız çıkmakta gecikince, yürümek yerine metroya bineyim dedim. demez olaymışım!
biletimi aldım, ancak almanya'da olduğu gibi, bileti aldığın otomatın içinde bileti damgalatma kısmını bulamadım, biletin arkasında "by entry the metro" diye yazdığını görünce de üstelemedim. demek ki metronun içinde bir yerde ayrı bir otomat vardı.
tabii ki metronun içine daldığımda öyle bir otomatı bulamadım. çıkışta ise, evet evet, aynen tahmin ettiğiniz üzere kontrolörler biletleri kontrol etmesin mi. baktı benim bileti, geçersiz bu dedi. otomatı bulamadım, ama bileti almışım işte, hiç biletsiz değilim ki türünden yalvarmalar, kızmalar para etmedi. 500 kronu (yaklaşık 36 ytl - metro bileti sadece 2 kron tutmuştu) ayıla bayıla verdim. - bu arada: çok fazla avrupa kenti gezmedim, ama gördüklerimin arasında en uzun ve en hızlı ve en dik yürüyen merdiveninine prag metrosunda şahit oldum, o ne biçim vınlıyordu öyle aşağıya! -
ve ah ah diyerek de hayıflandım, yurdum insanı olsa, ulen salak turist işte, bırak gitsin derdi. yani 300 kronluk şehir turu bana toplamda 802 krona patlamıştı. ki sonraki iki gün boyunca, bu şehir turunun zaman kaybından başka bir şey olmadığını fark edecektim.
şehrin meydanlarından birindeki "cold drinks" yazılı büfelerinden birinde soğuk su alayım dedim, büfeci kadın bana hamam suyu kıvamında bir şişe uzattı, " ee hani col drinks" diyecek oldum, kadın verdiğim parayı fırlatırcasına tezgaha koydu ve buyur sana soğuk içecek dedi.
hani misafir perverliklerinden geçtim, hiç olmazsa bu düşmanca tutumları olmasa...
resepsiyondaki sevimli kıza, peki sen nasıl bu kadar cana yakınsın dedim, ben çek değilim ki dedi! slovakmış meğer.
işin aslı şuymuş: prag kenti turiste feci halde doymuş, kasayı doldurmuş, yani muhtaç değil elin pasaklı turistine, onun için de iplemiyormuş. gerçek çek insanını tanımak istiyorsan komşu şehirlere gideceksin demişti resepsiyoncu kız. ama bende vakit ne gezer...
dönüş treninde rastladığım kanadalı çift de benzer pek çok anısını aktarmıştı bana. nerede kim tarafından sebebini anlayamadıkları biçimde haşlanışlarını.
yani sanmayın ki garezleri sadece türklere.
rastladığım tek sevimli çek'in fotoğrafını keşke çekseydim diyorum şimdi. almanca dilinde yazılmış eserlerin sergi girişinde bilet satan mavi gözlü sarışın güzel bir çocuk. inanamamıştım çek oluşuna, emin misin diye sormuştum, o da garipsemişti benim bu sorumu.
işin ilginç tarafı ise pek çok insandan prag ile ilgili olumlu şeylerin söylenmesi. hani resepsiyonist kız ve kanadalı çift doğrulamasa dediklerimi, başka bir prag'a gittim diye düşüneceğim.
sonraki prag yazısı: görülesi yerler
1 yorum:
Ben de Prag ile ilgili cok guzel seyler duydum, ama insanlari konusunda degil genelde sehirle ilgili yorumlardan...Fred bana Cek ve Slovakya nin bir oldugu zamanda gittigini soyledi 1989 da sanirim...o zamanlar kaba davranislara rastlamamis,insanlarin tavirlari normalmis...buradaki Slovak arkadaslardan hatirliyorum Cek lerin gelir duzeyleri Slovaklardan her zaman daha yuksekmis...bilemiyorum insanlar farkli farkli...saskini da var taskini da ;)
Yorum Gönder