Evimize ilk kez bir hayvanın misafir olması sanırım ağabeyimin dünyaya gelmesiyle vuku bulmuştur, lakin bu benden öncesine denk geldiği için, bizi pek ilgilendiren bir zaman dilimi değil. Yani Z.Ö ve Z.S ise bu süreçler, biz Z.S.'yi ele alacağız.
Hatırlayabildiğim en eski insan dışı mahlukat bahçeden firar edip ilk denk geldiği tekerlek ile pestiline aşk yaşayan bir karakaplumbağasıydı. Ardından çip çip ötüp ortalığı pislemekten başka bir işe yaramayan iki adet hint bülbülümüz olmuştu. Bunlar biraz şaşkınca şeylerdi ve muhtemelen kafes üretiminde hatalı bir ürün olduklarından uçamıyorlardı. Kafesten fıydıkları bir gün tüm aile seferber olup evin içinde ararken bir tanesini kanape kenarında farkedemeyip üzerine basmış ve öldürmüştüm. Yaptığım caniliğin ("Utanabilen caniler" başlıklı bir yazı dizisi mi başlatsam?) utancıyla da ölü kuşu ortalığa gösterip "aa bu ölmüş" diye zırlamış, bir hafta boyunca da kapımıza dayanacak polislerin korkusuyla çocuk bahçesine bile gitmek istememiştim. Anaokuluna başladığmda ise ilk kez bana bir hayvan alınmıştı: Adının annemin sebebini hala çözemediğim bir şekilde "müjde" koyduğu bir muhabbet kuşu. Kuşun müjde filan verdiğni yaşadığı 5-6 yıllık ömründe görmedim. Tek yaptığı car car ötmekti. İlkokulun sonlarına geldiğimde ise bütün çocuksu inadımla annemin eve bir kedi getirmesini sağlamıştım. Tabii kumunu temizlemem ve mamasını vermem şartıyla. (Yooo, nasılsa anneye satmıştır o sorumluluğunu diyenler yanıldı, sıkıysa anneme verilen sözü bozun bakayım! Hala totom yemez!) Tahmin edeceğiniz gibi, onun da adını annem koymuştu: Dilek! Bu konuda yorum bile yapamıyorum...
Kısır olmayan Dilek, Almanya'nın kısır olan kedi populasyonu arasında nasıl azgın bir erkek kedi bulup hamile kalmayı başardı hala aklım ermez, ama bir yaşını bile doldurmadan bize altı tane bebe bahşetmişti. Bu da tabii şahit olduğum ve dolaysıyla da asistanlığını yaptığım ilk doğum olmuştu. Üstelik altı bebe, ikişer ikişer doğmuşlardı, yani üç tane ikizimiz olmuştu. Galiba ilk acı tecrübeyi de o zaman yaşamıştım. Yedi kediye bakamayacağını düşünen ailem, bir erkek kediyi aralarından seçip, geri kalan beş bebeyi Dileği de katmak suretiyle hayvan barınağına postalamışlardı. Seçilen erkek kedinin adı Paşa olmuştu.
Ortaokula başlamıştım ve okul 3 km uzaktaydı. Paşa efendi arabaların yoğunlaştığı bir yola kadar gelirdi benle sabahları. Hala da şaşarım, ki okul dönüş saatlerim hergün farklı olurdu, bu kedi beni uğurladığı noktada karşılardı!
Türkiye'ye dönüşümüz kesinleşince annemler onu bir çuvala sokmuş, yakınlardaki bir ormana salmışlardı, üç gün sonra kapımızdaydı. Bu sefer çok uzaklardaki bir ormana arabayla bırakmışlardı, ama Paşa yılmadan bir buçuk ay sonra yine kapımızda tüneyince bizimkiler kurtuluşun olmadığını anlayıp, onu da hayvan barınağına atmışlardı. Kaç hafta zırladığımı eminim ki belirtmeme gerek yoktur... Bizimkiler hayvan pasaportu denilen bir şeyden mi bihaberdi, yoksa Türkiye zaten kedi kaynıyor, kedi nüfusuna bir katıkı da bizden olmasın düşüncesiyle mi inatla Almanya'da bırakmak istiyorlardı bilmiyorum ama bildiğim bir şey var, bir sene daha kalmış olsaydık, eminim bir yolunu bulup yine "paşa paşa" eve dönmeyi başarırdı Paşa efendi o azimle...
1 yorum:
Eminim garibim uçak bileti, vize ve pasaport işlemleri için gerekli doçmarkı bulsaydı gene paşa paşa gelir ben geldim miyavı yapardı. Naparsın Paşa'da olsan bir kediler alemi yaratığı için zor işlemler bunlar:(
Yorum Gönder