Dün atladık sevgilimle otobüse, serseri mayın gibi önce Kavacık taraflarına yol aldık, baktık çok içerilere giriyor (korktuk ya basbayağı, dağa mağa çıkıyordu araç resmen...) atladık, başka bir otobüsle Anadolu Hisarı'na geldik. Oradan ağaçlıklı bir yol görüp bir "selvili yol"a girdik ki, karşımıza şu manzara çıktı. Hani insanın kanat takıp, takla atası geliyor, şöyle paraglyding yapar gibi süzülmek, sonra da heykellerin ve yeni yıkanmış araçların tepesine tepesine.. bakmak!
Baktık kanat filan çıkacağı yok, yürüdük tekrar aşağılara.
Otobüs durağına doğru yol alıyorduk ki, gözüme bu muhteşem emlakçı takıldı.
Dini bütün yurdum insanı için kesinlikle süper bir hizmet!
Bundan iyisi Şam'da sarhoşu deyip atladık bir otobüse, Beykoz taraflarına devam ediyoruz.
Paşabahçeye gelince kalabalıktan korkup indik, ee bunun dönüşü de zor olacağa benziyordu... Paşabahçe'yi en son cam fabrikasının kapanışı ile ilgili anımsıyordum, enteresan bir semtmiş. Otobüs yolu muhafazakar bir görünüm arz ederken (suyu aldığımız bakkal, cüppeli sarıklı bir amcaydı), iskele tarafına indiğimzde birahanelere denk geldik. Ve hemen bir birahanenin önündeki park bozması küçük bir alanda ve kaldırımda şu haylazları görüntülemeden geçemedim.
Kaldırımdaki 5 cm'lik gölgeye o koca kafasını sığdırma gayretinde birtanesi, arkasında olan öbürü bunun imkansızlığının ayırdında, çoktan vazgeçmiş, dikmiş kafayı dikkatlice beni kesiyor. Mankenlik bedelini isteyecek ama serde delikanlılık var, isteyemiyor.
Ben de o koca kafaları birer birer sevip sıvışıyorum yanlarından.
Diğer mankenim ise parktaki saçak papatyaların arasına mis gibi sermiş postu. Hani resmen ona yatak ekmiş belediye, öyle bir rahat bizimki. O keyfi bozmamak için hiç ilişmiyoruz. Ayak ucunda yanından geçip gidiyoruz.
Küçük parkın sonuna geldiğimizde ise şu dayanışmaya şahit oluyoruz. İki çam ağacı, biri olabildiğince kaykılmış beri, düştü düşecek. Diğeri ancak gövde kalmış, bakıyor yeşeren bir şeyi kalmamış, gel kardeş yaslan bana diyor. (Var ya, bunu gazete haberi olarak okusak -Aktüel'in son sayısında "Herkesin rüyası "gerçek" olur mu?" adlı haberinde olduğu gibi- aralarında aşk olduğunu dahi öğrenmiş olurduk- eh benim yaptığımın ondan aşağı kalır yanı yok ya.. neyse..)
Kent coğrafyası ile bu denli haşır neşir olduktan sonra dönüş yoluna geçiyoruz. Klasik bayram tıkışıklığında, o kısacık mesafeyi bir buçuk saatlik zorlu yolculuk ile almaktan bitap vaziyette geliyoruz Kadıköy'e.
Eve yürürken de bu muhteşem reklam alıyor benden beni. Bloguma koymazsam ne olayım diyerek fotoğraflıyorum.
Büfenin sahibi gururlu bir şekilde göz süzüyor bana, ama inat işte, onu almıyorum karenin içine.
(Merak edenlere bu ucuz aşının yerini elbette ki iletirim bilahare.)
Günün anlam ve önemine uygun bir şekilde, neşeli lakin yorgun dönüyoruz evimize...
3 yorum:
Zibicim, ben mankenlerinin ikisini de istiyorum hem de bugün. Eger ikisi olmazsa kafasını gölgeye dogru sığdırmaya çalışanı olsun. Ayıkcan'ın danışmanlık hizmetleri ve Tekbüfe'nin grip aşısını Banu, Pina ve Ori aralarında paylaşsınlar artık. Aslında aşıyı Banu'ya versek fena olmaz; nede olsa bizim havalar ısındı ama Londra'da daha kar bile yağabilir. Sorry Banuş!
Şakası bir yana İstanbul'un kıpır kıpır olduğu, her çeşit renklere, kokulara ve güzelliklere bezendiği bir bahar günün de sevgilinle beraber vakit bulup, biz sevgili okurların için blogçuluğa çıkman beni çok duygulandırdı. Saol - varol - berhüdar ol.
Ben blogculuk buna derim işte.
Bu hafta yazı çıkarmayanlar ibretle okusun:)
Hmmm, oraların rantı yüksek olsa gerek! Baksana, dostlar uyurken emlakcı ayık geziyor:))
Ağaçların dayanışması ve meyvelerden Kadıköylüler'e sağlık destek reklamları ayrı bir lezzette.
Onca yol sıkıntısına değimiş. Birde erguvanları görseydik...
Oh ne guzel valla, Sem de sende Istanbulu gezip guzelce anlatiyorsunuz ve beni de burada kudurtuyonuz... :) xxx
Yorum Gönder